20 Kasım 2012 Salı

İstanbul Kitap Fuarı Notları




Aylardır beklediğim 31. İstanbul Uluslararası Kitap Fuarı'nı ilk gününde (17 Kasım 2012) ziyaret ettim. 25 Kasım tarihine kadar ziyaret edebileceğiniz fuar hakkında detaylı bilgilere şurada ulaşabilirsiniz: http://www.istanbulkitapfuari.com/ Şimdi gelelim fuar notlarına:


  • Herkesin her sene defalarca söylediği şeyle başlamak istiyorum: Çok uzak! Avrupa yakasından bile oraya gitmek saatler sürüyor. Ben Bakırköy'den servise bindim ama yine de çok uzaktı. Servisin ücretsiz olması güzel ama servislerin gittiği noktalar ve kapasiteleri (Iveco minibüsler) yetersiz. Ben ayakta gittim mesela. Neyse şimdi bunları hatırlamak istemiyorum... Sonuç olarak yıllardır İstanbul'da yaşayıp kitap sevdiği halde neden hiç TÜYAP fuarına gitmemiş insanlar olduğunu çok iyi anladım.
Güzel ama çok uzak


  • Giriş bilete tabi. Öğrencilere ücretsiz, benim gibi sıradan vatandaşlara 5tl. Açıkçası ben o paraya çok acıdım. Onunla bir kitap daha alabilirdim. Kitap yerine önceden kesilmiş bir fatura aldım. Eminim giriş ücreti fuar için önemli bir gelir kalemidir ama karşılığı olmayan paralar vermekten hiç hoşlanmıyorum. Giriş ücretli olacağına servisler ücretli olabilirdi, hediyelik eşya satılarak fazladan hasılat elde edilebilirdi. Girenin eli kolu dolu çıktığı bir fuar alanına girişi ücretlendirmek nedir yani!? (Fuara gidenler biletlerini atmasın sonra gideceklere transfer etsin, aynı biletle ben iki kez girenbildiğime göre siz de onlarca kez girebilirsiniz.)

  • Fuar alanına girince bir an sevinçten başım döndü, ne yapacağımı şaşırdım. Fuar alanında birkaç salon var ama yayınevlerinin stant açtığı esas iki büyük salon (3,2) var. Ben o coşkuyla 2. salondan başladım gezmeye ama nereye bakacağımı şaşırdım, bir o tarafa bir bu tarafa derken bir sürü standı atladım. 3. salonda biraz daha şuurluydum. Yalnız ikinci kez gezdiğimde iki salonda da atladığım çok stant olduğunu fark ettim. İki-üç tur atmama rağmen bazı yayıncılara rastlamadım (mesela Derin Yayınevi, Siren - 2. salondaki şuursuzluğuma kurban gittiler). Aradaki ince uzun salonda hep STK'ler var sanarak orayı hızlı geçmiştim meğer sahafları da böylece es geçmişim. Kısacası imkan olsa iki gün gidilse yeri var.

    Klasik

  • Zamanım az olduğundan sergileri gezemedim. Alın size fuarı iki gün ziyaret etmek için bir neden daha. Evet bir de imza günleri var. Benim özellikle imzasını almak istediğim kimse yoktu. Bir ara Enver Aysever'i gördüm; romanlarından çok Aykırı Sorular'ı takip ettiğimden önce kararsız kaldım, beş dakika sonra da artık o gitmişti zaten.


  • Yabancı dilde kitap konusunda hüsrana uğradım. Galiba sahaflarda İngilizce kitap varmış ama tahmin ettiğim gibi birinci el, yeni çıkmış yabancı kitap satan stant yoktu - ya da ben göremedim. Hele de İspanyolca kitap satan bir stant bulsaydım özel ilgi gösterecektim ama kısmet...

    Fuarın onur konuğu Hollanda'nın standı

  • Bu seneki fuarı onur konuğu Hollanda; zira bu yıl Türk ve Hollandalılarının diplomatik ilişkilerinin başlamasının 400. yıl dönümü kutşanıyor. Yukarıda da Hollanda standını görüyorsunuz. Uluslararası salonda Romanya, Çin, Rusya, Azerbaycan, İtalya, Yunanistan, İspanya ve başka ülkeler de vardı fakat salon hımmm ölü demeyeyim de biraz fazla sakindi. 
  • İndirimler %20-25 bandındaydı. Sel Yayıncılık (%30), Everest (%30), e Yayınları (%40) gibi bazı yayıncılar daha yüksek indirimler yapmışlardı. (Alkışlar!) Bunun yanında yayıncılar bazı kitapları tanesi 10, 5 ve hatta 3 tl'ye satmak, üç kitap alana fazladan indirim yapmak gibi promosyonlara da girişmişlerdi. Elbette bol bol ayraç vardı. Domingo bazı kitaplarının mıknatısını da yaptırmış. O Kitaplar ise 30tl'den fazla alışveriş yapana bez torba veriyor. NTV Yayınları ve Domingo Yayınları Hepsi Burada'da geçerli %15'lik indirim kuponu ve 'Kargo Bedava' kuponları veriyor, ben de sonra kitap torbalarımı karıştırırken fark ettim.

Öğle saatlerinde baya kalabalıktı.
  • Ama hepsinden ziyade Turkuvaz (ki %20 indirimde kalmasına üzüldüm) ve NTV Yayınları karton torba yerine bez torba vererek beni sevindirdi çünkü kitap taşımaktan insanın kolları kırılıyor, o bez çantaları taşımak çok daha kolay.

  • Bazı yayınevleri (Metis, YKY, Remzi) stantlarının dört tarafını büyük paneller ve raflarla kapatarak dükkân gibi bir atmosfer yaratmışlar ama bu yerleşim düzeni izdihama yol açmış. Bu stantları gezerken çok zorlandım ve hemen buralardan çıktım. Hem kendimizi ortamdan yalıtacaksak neden fuara gelelim ki? (Metis standından hızla uzaklaşmama yerleşiminin yarattığı sıkışıklık kadar elime "Kıymetini Bil Herşeyin" başlıklı bir kitabın geçmesi de etkili oldu. İmlanın da kıymetini bilelim!)

  • Şimdi en güzel kısma geldik. Aldıklarıma...

    Az almışım, daha çok almadığıma pişmanım.

  1. Savaş ve Barış - Lev Tolstloy (Can Yayınları): Ondan fazla yayınevi bu kitabı basmış. Araştırdım ettim üç çevirmen ön plana çıktı: Mete Ergin, Layla Soykut, Zeki Baştımar. Ben de baskısına, kutusuna vs. bakarak bunu aldım. %20 indirimi az bulsam da, kitap müthiş ağırlık yapsa da kısaca bu kitabı fuardan almamak her açıdan daha mantıklıyken fuarın ve kitabın büyüsüne kapılıp aldım işte.
  2. Tavan Arasındaki Buda - Julie Otsuka (Domingo): İlk çıktığından beri okumak istiyorum bu kitabı. Kitap siparişlerinde  hep bir şekilde liste dışı kaldı o yüzden fuarda Domingo standını sırf bu kitap için arayıp buldum. Çok mutluyum.
  3. Eleştirel Teori - Stuart Sim & Borin Van Loon (NTV Yayınları): NTV'nin kitaplarını çok beğeniyorum fakat biraz da pahalı buluyorum. %25 indirimi görünce aldım. Zaten ÇizgiBilim'de de bahsettiğim gibi hakkında övgü duyduğum aklımda olan bir kitaptı.
  4. Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı - Robert M. Pirsig (Ayrıntı Yayınları): En son Pamuk, Obama'ya bu kitabı tavsiye ettiğini bir röportajında söyleyince Türkiye'de yeniden gündeme geldi. Oysa uzun süredir bana tavsiye ediliyordu, okumaya karar vermiştim. Standın başında acaba ikinci elden İngilizcesini mi alsam diye düşündüm bir süre ama en sonunda aldım gitti.
  5. Uyku Evi - Jonathan Coe (e Yayınları): İşte bu kitap hiç alımda yoktu. Birçok şey birleşti; kader ağlarını ördü: Kapağı ilgimi çekti, aldığı ödüller olumlu bir intiba bıraktı,  stanttaki görevli çok ilginç olduğunu söyledi, gerçekten de konusu bir acayip geldi, %50'de indirim vardı. Başka seçeneğim yoktu.
  6. Hoşgör Köftecisi - Orhan Veli (YKY): İşte hiç düşünmezken aldığım bir kitap daha...aslında kitapçık. Bu minik öykü kitabından beklentim fazla. Şiirle aram olmadığı için Orhan Veli'yi böyle okumak benim için büyük zevk olacak.
  7. Agnes Grey - Anne Bronte (Merkez Kitaplar): Bu kitabı ve aşağıdaki kitabın kapağını Penguin'in bu sene çıkardığı klasiklerin kapak dizaynına benzettiğim için elime aldım. Sonra bunların da önemli yazarlara ait olduğunu görünce... derken Brontelerin en ufağının ilk romanını olan bu kitabı da aldım işte, lafı uzatmaya gerek yok.
  8. Effi Briest - Theodor Fontane (Merkez Kitaplar): Yukarıdaki kitabı almak isterken stanttaki görevlinin övgülerine kapılarak bu kitabı da aldım. Sevecekmişim gibi geliyor. Bakalım...
Almak istediğim başka kitaplar da vardı ama İş Kültür Sanat standında Zweig'in Satranç'ının baskısının olmadığını öğrendim. Everest'in cep romanlarından düşündüklerim vardı ama stantta hiç cep kitap bulamadım. Doğan Kitap'ın kitaplarının da D&R'ın sitesinde %25 fuarda %20 indirimle satılmasına anlam veremedim ve "e iyi o zaman ben de internetten alırım" dedim.

Özetle güzel, yorucu ve ilginç bir gün geçirdim. Kitapları okumak için sabırsızlanıyorum. Henüz fuara gitmemiş olan kitap sevenlere "elinizi çabuk tutun", Ankara'da kitap fuarı düzenleyenlere de "bir örnek alın" diyorum.

10 Kasım 2012 Cumartesi

Yaz Yalanları

Bernhard Schlink'in Yaz Yazlanları isimli kitabını kitapçının rafında ilk gördüğüm an içimde kitabı okumak için sonsuz bir istek oluştu. Kapağı öyle güzeldi ki... Hele kitabın adıyla uyumu ve renklerin yansıttığı hava öyle çekiciydi ki kitabın neyle ilgili olduğunu bilmeden kararımı vermiştim. Kitabın arka kapağını da okuyunca durum kesinleşti. Çoğunluğun bol ödüllü bir filme de konu olan Okuyucu adlı romanıyla tanıdığı Alman yazarın yedi öyküsünü içeren kitabını işte böyle seçip aldım.

Önce uzun süre rafta ve masada bekledi. Okuyamadığım günlerde gidip gelip kapağını seyrettim. Beklentimi kendi kendime ne çok yğkselttiğimi siz düşünün. Sonra ilk öyküye başladım. İlk öykü Mevsim Sonu yaz sonunda ıssızlaşmış bir tatil beldesinde tanışan bir kadınla bir erkeğin kısa sürede gelişen ilişkisini ve erkeğin kadın hakkında öğrendiği bir gerçekle başa çıkmaya çalışmasını konu alıyor. Hikâyenin sonunda adamın iki tercihin ortasında oturup kalması hoşuma gitse de beklediğim çarpıcılığı bulamadım. İtiraf edeyim içime kitapla ilgili bir şühhe de düştü.

Sonraki, Baden-Baden'daki Gece ise çok uzun süredir devam eden bir ilişkinin son turlarını anlatıyor. Öykü İtalya, gala, seyahat gibi birçok çekici şeyden bahsediyor. İçince ayrıca aldatmak, gerçeği saklamak, yalan söylemek, doğruyu saklamak ve doğru söylemek, yalanı ortaya çıkarmak için gizli işler çevirmek de var. Peki bu öykü beni etkileyebildi mi? Hayır.

İşte kesinlikle vasat olmayan ama "kesin hayran kalacağım" beklentimi de karşılamayan bu iki öyküyü aşınca sıra pek beğendiğim Ormandaki Ev'e geldi. Öykü kendisi hayatını ailesine adamış olan artık yazmayan bir yazarın, aile hayatının kendi istediği şekilde devam edebilmesi için çok meşgul ve başarılı bir yazar olan eşinin hayatını kontrol etme çabasını konu alıyor. Bir düşünün bu ikiliden hangisi kadın? Kendisini aile hayatına adayan mı? Zevkle cevap veriyorum: hayır. Benim için öyküyü ilginç kılan bir özelliği aile içi rollerin cinsiyetler arası değişimiydi. Değişmeyen tek şey çocuğun erkek tarafından kadına istediğini yaptırmak için koz olarak kullanılma düşüncesiydi sanırım. Adamın önce çok masumane çabaları öyle boyutlara ulaştı ki öyküyü heycanla okudum.

Dördüncü hikâye Geceleyin Bir Yabancı bana önce çok tanıdık detaylarıyla hitap etti. Diplomatlar, davetler, Meksiko trafiği, havaalanları... Bir adam transatlantik uçuş sırasında yanında oturan yabancıya kendi öyküsünü anlatmaya başlıyor. Çok garip bir öykü bu. Hem hayır bu yalan diyemiyorsunuz hem de tamamen güvenemiyorsunuz. Öyküyü dinleyen de aynı şeyleri hissediyor ama adamın istediklerini vermekten de kendini alıkoyamıyor. Macerasına kapılıp iştahla okudum.

Son Yaz en beğendiğim öykü olmuş olabilir. Emekli bir profesör ölümcül bir hastalığa yakalanıyor ve kendisinin son günleri olmasını planladığı yaz aylarında tüm ailesini bir kır evinde bir araya topluyor. Aile üyelerinin ise baş kahramanın acılarına son verme planlarından haberi yok. Bu öyküde mutlulukla ilgili tartışma beni çok etkiledi. Gerçekten de bir araya gelirse mutlu olacağımıza şartlandığımız şeyleri toplamaya çalışıyoruz hep, sonra mutlu oluyor muyuz bilmem.  Kahramanın ölümü planlaması ama ona bir türlü razı olamaması da etkileyiciydi.

Rügen'de Johann Sebastian Bach kitabın en kısa öykülerinden biriydi. İlişkileri son derece soğuk olan baba-oğlun bunu aşmak için Rügen adasındaki Bach festivaline gidişlerini konu alıyor. Bol bol konuşuyorlar, hiç yol alamıyorlar... ya da son sahneye kadar öyle görünüyor, ya da evet gerçekten bir gelişme olmuyor. Bilemedim ama hoşuma gitti.

Kitabın son hikâyesi Güneye Yolculuk'un başkahramanı yine geniş bir ailesi olan yaşlı bir insan. Bu hanım bir sabah uyanıyor ve çocuklarına karşı duyduğu sevginin tükendiğini fark ediyor. Çocuklarının nezaketen söylediği yalanlar veya sakladığı gerçekleri yüzlerine vurmaktan geri durmuyor. Bence bu hikayenin ilk kısmıydı. İkinci kısmında ise torunuyla, üniversite yıllarını geçirdiği şehre gidiyor. Burada yalanların en güzelini, insanın kendine söyleyip kendini inandırdığı yalanı görüyoruz. Yaşlılıkla ilgili anlattıklarıyla, içinceki yalan çeşitliliğiyle en beğendiklerimde ikinci sırayı bu öykü aldı.
  

Kitaptaki öykülerin sonları açık. Yazarın vurgusu olaylar ve bağladıkları sonuçtan ziyade olayların gelişim şekli ve muallak durumlar üzerinde. Bu muallaklar çoğunlukla yalan ve doğrunun ayrılamadığı, hangisinin iyi hangisini kötü olduğunun bilinemediği durumlardan doğuyor. Kadın-erkek ve aile ilişkileri merkezde. Karakterler genelde ya akademisyen ya da yazmak, bestelemek gibi yaratıcı bir işle uğraşıyor. Çoğunda dış dünyaya karşı huzur ihtiyacından doğan bir mesafe var. Bir de Almanlar ve Amerikalılar, uluslararası hayatlar, New York, Frankfurt, şehirden kıra kaçan şehirliler, yolculuklar...

Kitabın en beğendiğim tarafı öykülerin bir tema etrafında toplanması ve ayrı ayrı oldukları kadar birlikte de bir anlam yaratmaları oldu. Sadece temalarıyla değil, işlenen unsurlar, karakterler ve atmosferiyle de öyküler birbirine tutunuyordu. Zevkle okudum, rahatlıkla tavsiye ediyorum.



Not: Yazarın adı kapakta doğru şekilde Bernhard, iç kapaktaysa Bernard şeklinde yazılmış. Şükür kitabın içinde pek imla hatası yok. Çevirmene de kötü iş çıkarmış diyemem ama "vıraklayan ördekler" gibi birkaç gariplik olmasaymış daha iyi olurmuş. Sonuçta Doğan Kitap şekle şemale (ki yukarıda öve öve biritemedim) verdiği emeği ne zaman içeriğe de yansıtacak heyecanla bekliyorum.

6 Kasım 2012 Salı

İşletmeye Giriş

İşletme disiplinine hep mesafeli olmuşumdur. Özellikle benim okuduğum üniversitede işletme "Dört yıl boyunca ne okutuluyor?"; endüstri mühendisliği "Neden mühendislik okumayı düşünmedin?" sorularıyla karşılanıyordu. Kendi bölümümden sıkıldığım ve başka bölümlerden ders alan interdisipliner insanlara özendiğim için bir kere işletme bölümünden ders almaya kalkmıştım. İlk derste hocanın sürekli parlak fikirler bulmamız gerektiğinden bahsedip sonra da saçma sapan şeyleri parlak fikir örneği olarak anlatması bir daha o derse uğramamama neden olmuştu. (İşletmeyle üç saatlik maceram böyle başladı ve bitti sanıyordum.)

Bir kere de bedava yiyeceğin büyüsüne kapılıp topluluk toplantısına gitmiştim. O gün her zaman paraya yakın olmak gerektiğini anladım. Nitekim para mumu sadece dibine ışık veriyor, ikram müthişti. Yalnız memur çocuklarının Ayn Rand'ın kitabından fırlamışlar gibi dolaşmalarını da garipsemedim değil. Bir de toplulukta ancak işletme öğrencileri ''yönetici'' olabiliyordu. (Öğrenci topluluklarına zaten hiç ısınamadım, hele bu zübbeliğe hiç dayanamadım.)

Sonuçta, işletme disiplini (ki aşağıda inceleyeceğim iki kitapta da zaman zaman "bilim" denerek hata yapılmıştır) bana hep bir akademik uğraştan çok, bir meslek edindirme müfredatı gibi görünmüş ve hiç ilgimi çekmemişti.

Kader ağlarını ördü ve bu sefer ilkinden kat kat uzun süreli bir macera yaşadım işletmeyle. İşte macerama yol arkadaşı olan kitaplar: Modern İşletmecilik, Genel İşletme, Genel İşletmecilik Bilgileri.

Modern İşletmecilik - İsmet Mucuk


İnternette yaptığım araştırmadan anladığım bu kitap Türkçe eğitim veren neredeyse bütün işletme bölümlerinin ilk senesinde okutuluyor. Sırasıyla işletme disiplininin tarihi, temel kavramları, işletmenin amaçları, kurulması ve büyümesi, sonra da işletmenin fonksiyonları olan ve lisans programlarında ilerleyen sınıflarda hepsi birer ders olarak verilen yönetim, üretim, pazarlama, finans, insan kaynakları ve halkla ilişkiler ile araştırma-geliştirme ve karar alma süreçleri bölümlerinden oluşuyor.

Ben resmimi gördüğünüz 15. baskısını okudum (en son 17. baskısı yapılmış). Giriş seviyesinde olduğu ve genel konular barındırdığı için anlamak çok kolay, kitabın anlatımı da tekrarlar ve örneklerle gayet açıklayıcı. Elbette bir nevi "özet" kitap olmanın handikaplarını da barındırmıyor değil. Bu okuduğum diğer işletme kitapları için de geçerli. Bazen birçok anahtar kelime arka arkaya sıralanıp "... gibi unsurları göz önünde bulundurmak gerekir" gibi cümleler kurulmuş. Bu unsurlar neden ve nasıl gözönüne alınır açıklan(a)mamış. Öte yandan bazı yerlerde de bir kavramı anlatmak için Türkiye'den örnek verelim derken birkaç paragraf kullanılmış. Kısacası giriş kitaplarından en önemli şey olan açıklayıcılık için gerekli detay ve giriş aşamasında gerek olmayan detay arasındaki hassas denge mükemmel değil.

Mucuk'un pazarlamayla ilgili kitabı da var, bu konuda uzmanlaşmış bir akademisyen. Kitabın da pazarlama bölümü belki de en iyi kısmı. Finans bölümü ise genel olarak zayıf. Bu bölüm zaten içerdiği sayısız formül ve oran ve matematik ve terimle özetlenmesi en zor konuyu işliyor. Hal böyle olunca da özet yapalım derken içerikten çalınabiliyor. Yalnız Genel İşletme ve Genel İşletmecilik Bilgileri kitaplarıyla kıyasladığımda ikisinden de zayıf bir finans bölümüne sahip.

15. baskısında bile "bir çok" yazım hatası bulunması ise hem olumsuz hem de maalesef kitapların çoğunda bulunan sıradan bir kusur. Açıkçası verimlilikten, bir yöneticide olması gereken üstün özelliklerden, kalite ve standartlardan bahseden kitaplarda böyle hatalar görmek komik.

Genel İşletme - AÖF

Bu kitap Açık Öğretim Fakültesi tarafından bir komisyona hazırlatılmış. Komisyon üyeleri uzmanlaştıkları alanlarla ilgili bölümleri yazmışlar. Kitap genel olarak Modern İşletmeclik kitabındaki sırayı takip ediyor ama 19 üniteden oluşan kitapta iş ahlakı ve toplumsal sorumluluk, muhasebe, finansal kurumlar ve uluslararası işletmeler başlıklarını taşıyan farklı bölümler de var.   (Ben 2008 yılındaki 8. baskıyı okudum.) Ünite sayısının çokluğu gözünüzü korkutmasın. Kitap gerçekten de bir öğrencinin kendi kendine çalışabileceği şekilde tasarlanmış ve bu yüzden 10-15 sayfalık bölümler halinde yazılmış.  Her bölüm bir örnek olay ile başlıyor, özet ve 10'ar soruluk testle bitiyor. Sayfalar resimlerle ve şekillerle dolu. Özellikle uzun süre masa başında oturamayanlara, sıkılanlara tavsiye ederim.

AÖF kitapları özellikle bir konuya yeni başlayacaklara çok öneriliyor. Yukarıda anlattığım yapısının da bunda etkisi olsa da esas nedeni konuların gerçekten en baştan ve tane tane anlatılması. Öte yandan ben Genel İşletme kitabını biraz fazla özet buldum. Muhasebe konusuna bir bölüm ayırmaları hoşuma gitti ama finans ve işletme iktisadı gibi konular bence yeterince işlenmemiş. Özellikle de işletme bilgi sistemi gibi aslında bir giriş kitabında olmasa da olur konulara ünite ayrılması bu eksiği iyice gözüme soktu. 

Diğer yandan her hoca ayrı bir bölümü yazmış olmasına rağmen bütünlük çok iyi. Bu tip parça işlerin birleştirilmesinin ne kadar zor olduğunu bizzat tecrübe ettiğimden bu husus dikkatimi çekti. Yalnız bu kadar insanın bu kadar çok imlâ hatasını gözden kaçırması da dikkatimden kaçmadı. 

Küçük bir tüyo: Emin değilim ama AÖF kitapları sadece AÖF öğrencilerine satılıyor sanırım. Eğer kitabı edinmekte zorluk çekerseniz veya almadan önce biraz okumak isterseniz, interneti biraz karıştırın ben .pdf fomatında bulup onu okudum ;)

Genel İşletmecilik Bilgileri - Halil Can, Doğan Tuncer, Doğan Yaşar Ayhan

Baştan söyleyeyim bu kitabın hepsini okumaya fırsatım olmadı. Henüz sadece pazarlama, üretim ve finans bölümlerini okudum. Okuduğum kadarıyla bazı fazla bulduğum şeyler olsa da beğendim. Özellikle finans bölümü bu üç kitap arasında en iyisi. En azından basit de olsa finansal oranlara birer örnek veriliyor ve sadece finansal oranlardan değil kısa ve uzun vadeli finansmandan, firmanın değerinden ve kaynağına göre sermayenin maliyetinden de bahsediliyor. Üretimde de basit sayısal örnekler var.

Bunlar dışında kitap Modern İşletmecilik kitabıyla hemen hemen aynı sırayla benzer konuları kapsıyor. Genel İşletme kitabındaki gibi muhasebe, iş ahlakı gibi bölümler yok. Diğer kitaplara göre daha doyurucu, giriş kitabı olmanın hafifliği ve öğreticiliği güzel dengelemiş buldum. Ancak denge konular arasındaki dağılım sırasında bozulmuş gibi geldi. 465 sayfalık kitabın (resimdeki baskı için değil de 2003 yılında yapılmış olan 14. baskı için konuşuyorum) 256 sayfasının işletme kavramına ve yönetime ayrılmış olması şaşırtıcı. Kendimce bunun açıklamasını yazarların yönetim konusunda çalıştığı ve herkesin iyi bildiği konuda konuşmayı sevmesi gibi hocaların da yönetim ile işletme unsurlarını yaza yaza bitiremediği şeklinde yaptım.


Üç kitabı yan yana koyduğumda dikkatimi çeken iki şey oldu. Birincisi işletme disiplininden ''bilim'' diye bahsetmeleri. Sosyal bilimler kulağa hoş gelse de önümüze gelene bilim diyemeyiz. Hele de bilgi için bilgi değil de kapitalist iş çevrelerinin ihtiyacına yönelik bilgi üreten bir yapıya hiç diyemeyiz. Disiplin diye de bir şey var ve kötü bir şey değil.

İkinci konu da üç kitap da ana hatlarıyla işletmeciliği anlatma iddiasında olmasına rağmen bazen insanı aynı şeyden mi bahsediyorlar diye şüpheye düşürecek kadar farklı şeyler anlatmaları. Mesela bir kitap işletmenin yerinin ''en az maliyet''e göre seçildiğini, diğeri ise seçimde ''en yüksek fayda ve kar''ın göz önüne alındığını anlatıyor. Diğer bir örnekte de üretim hattının yerleşimine göre (diğerinde ise bu ürünün izlediği yol diye geçiyor) sınıflamaya giderken biri sürece göre yerleşim, ürüne göre yerleşim ve  sabit yerleşimden bahsederken diğeri akıcı üretimden, atölye sisteminden ve yerinde üretimden bahsediyor. Çeşitlilik iyidir ama bu kadarı da biraz fazla sanki.

Peki maceramın sonu ne oldu? Efendim hala işletmeyi bir meslek müfredatı görüyorum, "işletme kolaydır" savına da ne eskisinden bir adım uzağım ne de yakın. Yalnız her cümleye hakim olan verimlilik ve kârlılık içimi şişirdi. Sonuç olarak şunu anladım ki her cümeleye "en karlı ve verimli şekilde" ibaresi eklense olur, o derece!