Edebiyat güçlü...edebiyat sanatı, fikri, duyguyu bir arada taşıyan bir asa. Asa, aşıkların kalbini sızlatmak için de, eskilerin gücünü ve asaletini anlatmak için de, insanları güzel şeylere inandırmak, eğlendirmek veya bilgilendirmek için de kullanılabilir. Bazen de bu asa içinde bulunulan toplumu eleştirmek, hakim düşünce yapılarını kırmak, bambaşka bir düzen mümkün ve olmalı demek için de kullanılır. Bunun - benim en çok sevdiğim - yollarından biri de distopyalar.
Distopyaların bazı ortak özellikleri: utopik olma iddiasındaki bir düzen, baskıcı otoriter/totaliter devlet, sınıflara ayrılmış bireysellikleri bastırılmış kişisel/özel ilişkiler kurmaları önlenmiş insanlar, ileri teknoloji/teknik ve doğadan soyutlanmışlık. Baştan bir dünya kurmayı gerektiren bu eserlerin ön hikayelerinde kötü bir durumdan (savaş, doğal afet, yokluk, terör) ani ve keskin biçinde ayrılarak (savaş, devrim, isyan) yeni bir toplumsal düzen kurulması yatar.(Kaynak: okuduklarımdan anladıklarım.)
Distopyaların lafı dolandırmadan doğrudan eleştiri kılıçlarını çekmesine ve bunu yaparken insanın hayal gücünü harekete geçiren kurgular kullanmasına bayılıyorum. İşte bayıldıklarım:
Zaman Makinesi - Herbert George Wells
Wells, Jules Verne ile birlikte bilim-kurgunun babalarından biri. Bu adam nasıl bir adamki sanki bir edebiyat türüne öncülük etmesi yetmiyormuş gibi Zaman Makinesi ve şimdi hatırlayamadığım başka bir kitabıyla birlikte distopyanın da ilk örneklerini vermiş. Ben bu kitabı okuduğumda henüz ortaokuldaydım, henüz sınıf, evrim, güç gibi kavramların pek farkında değildim. Geleceğe giden başkahraman ne zaman ki kısa boylu, hantal, tembel, tombul ve uykucu üst sınıfla onlara bu refahı sağlamak için yer altında karın tokluğuna (!) sürekli çalışan atletik, güçlü ve beyaz tüylü alt sınıfı gördü (gerisini söylemiyorum; 'spoiler'a girer); ben aklımı kaçıracak gibi oldum. Ben bu kitabı bir daha okuyayım en iyisi.
Wells, Jules Verne ile birlikte bilim-kurgunun babalarından biri. Bu adam nasıl bir adamki sanki bir edebiyat türüne öncülük etmesi yetmiyormuş gibi Zaman Makinesi ve şimdi hatırlayamadığım başka bir kitabıyla birlikte distopyanın da ilk örneklerini vermiş. Ben bu kitabı okuduğumda henüz ortaokuldaydım, henüz sınıf, evrim, güç gibi kavramların pek farkında değildim. Geleceğe giden başkahraman ne zaman ki kısa boylu, hantal, tembel, tombul ve uykucu üst sınıfla onlara bu refahı sağlamak için yer altında karın tokluğuna (!) sürekli çalışan atletik, güçlü ve beyaz tüylü alt sınıfı gördü (gerisini söylemiyorum; 'spoiler'a girer); ben aklımı kaçıracak gibi oldum. Ben bu kitabı bir daha okuyayım en iyisi.
Resimde görüdüğünüz kitabı kendime yeni yıl hediyesi olarak aldım. Bu kitap Orwell, Huxley ve Le Guin'in etkilendiği, bildiğimiz anlamda distopyayı başlatmış olan kitap. Başkahramanımız ideal düzenin ideal üyesi olarak başlıyor hikayeye, bir kadına aşık oluyor (ama o bunun aşk olduğunun farkında değil, kitapta aşk lafı hiç geçmiyor), birey olmaya, bazı isteklere sahip olmaya başlıyor... Sonunda kahraman özgürlük mü mutluluk mu diye sorakalıyor. Ben kahramanın adım adım dönüşümünü çok beğendim. Bülent Somay'ın önsözünü mutlaka okuyun! Kitaptan anlacağınız verimi ikiye katlayacak bir önsöz! Mutlaka!
Kitap iki İngilizce baskıdan çevrilmiş. Biliyorum, kitap ilk olarak İngilizce basılmış, biliyorum Rusça ilk baskısı da İngilizceden çeviriymiş, tamam biliyorum. Ama artık itibarı iade edilmiş olan bu yazarın bu en önemli kitabının bir Rusçası da vardır değil mi? Neden bundan çevirmek yerine hala İngilizce? Kitap zaten günlük formunda yazıldığı için - yani içsel konuşmalar, yüzleşmeler içerdiği için - sık sık yarım, örtük cümleler var. Zaten bilmediğimiz bir dünyadan bilmediğimiz, bir jargonla konuşuyor kahramanımız. Kısaca zaten kolay anlaşılmıyor, neden bir de çevirinin çevirisini okuyoruz?... Beni ikna edecek tek neden Rusça orjinalinin artık kayıp olması olabilir. Ayrıca 5 tane de bariz yazım hatası vardı. (3. Basım? 203 sayfa? Hadi ama dostum!?) Sevgili Ayrıntı Yayınları, sana önsöz - (çeviri + yazım) = 3 buçuktan 4 (iyi) veriyorum.
Kitap iki İngilizce baskıdan çevrilmiş. Biliyorum, kitap ilk olarak İngilizce basılmış, biliyorum Rusça ilk baskısı da İngilizceden çeviriymiş, tamam biliyorum. Ama artık itibarı iade edilmiş olan bu yazarın bu en önemli kitabının bir Rusçası da vardır değil mi? Neden bundan çevirmek yerine hala İngilizce? Kitap zaten günlük formunda yazıldığı için - yani içsel konuşmalar, yüzleşmeler içerdiği için - sık sık yarım, örtük cümleler var. Zaten bilmediğimiz bir dünyadan bilmediğimiz, bir jargonla konuşuyor kahramanımız. Kısaca zaten kolay anlaşılmıyor, neden bir de çevirinin çevirisini okuyoruz?... Beni ikna edecek tek neden Rusça orjinalinin artık kayıp olması olabilir. Ayrıca 5 tane de bariz yazım hatası vardı. (3. Basım? 203 sayfa? Hadi ama dostum!?) Sevgili Ayrıntı Yayınları, sana önsöz - (çeviri + yazım) = 3 buçuktan 4 (iyi) veriyorum.
Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley
Bu kitap benim açımdan biraz araya gitti, maalesef, çünkü lisenin başında İngilizce dersi için okumamız istenmişti. Yalnız kendimi kitaba o kadar kaptırdım ki, sınav mı olduk özet mi çıkardık hatırlamıyorum. Bendeki bu distopya merakına da bu kitap neden oldu. Kitabın bazı çarpıcı sahneleri hala aklımdadır. Kitap ironik bir şekilde mutsuzluktan ve acıdan kaçarken ve tam kurtuldum derken insanın bunun göbeğine düşmesini anlatıyor gibi geldi bana. Hiç adetim olmadığı halde kitabın ilk sayfasına şöyle bir not düşmüşüm: "Life is nasty, brutish and short. - Hobbes".
Huxley'in Zamyatin'den esinlenip esinlenmediği şüpheli. Distopyaların paylaştığı yukarıda bahsettiğim bazı özelliklerin dışında, korunaklı medeniyetin dışında yaşayan bir grup 'vahşi'nin varlığı gibi benzerlikler varken Huxley'de edebiyat ve sanat ortadan kalmış, Zamyatin'de ise düzenin emrine amade olmuş. Ayrıca İngilizce kitap okumaya cesaret edemeyenler Longman hala bu kitabın sade versiyonunu basıyorsa edinip okusun; ilaç ilaç!
Bu kitap benim açımdan biraz araya gitti, maalesef, çünkü lisenin başında İngilizce dersi için okumamız istenmişti. Yalnız kendimi kitaba o kadar kaptırdım ki, sınav mı olduk özet mi çıkardık hatırlamıyorum. Bendeki bu distopya merakına da bu kitap neden oldu. Kitabın bazı çarpıcı sahneleri hala aklımdadır. Kitap ironik bir şekilde mutsuzluktan ve acıdan kaçarken ve tam kurtuldum derken insanın bunun göbeğine düşmesini anlatıyor gibi geldi bana. Hiç adetim olmadığı halde kitabın ilk sayfasına şöyle bir not düşmüşüm: "Life is nasty, brutish and short. - Hobbes".
Huxley'in Zamyatin'den esinlenip esinlenmediği şüpheli. Distopyaların paylaştığı yukarıda bahsettiğim bazı özelliklerin dışında, korunaklı medeniyetin dışında yaşayan bir grup 'vahşi'nin varlığı gibi benzerlikler varken Huxley'de edebiyat ve sanat ortadan kalmış, Zamyatin'de ise düzenin emrine amade olmuş. Ayrıca İngilizce kitap okumaya cesaret edemeyenler Longman hala bu kitabın sade versiyonunu basıyorsa edinip okusun; ilaç ilaç!
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell
Bu kitap iskelet olarak Biz'i andırıyor: kesintisiz kamu gözetimi, başkahramanı düzene karşı çıkmaya teşvik eden bir kadın ve kahramanın adım adım değişimi. Hatta ben Biz'in kahramının alkolle ve 1984'ün kahramanının gerçek çikolatayla esas kızın elinden tanışması gibi daha minor benzerlikler de gördüm. Öte yandan Orwell daha hırçın (işkence sahneleri), daha karamsar (kaçış yok), daha imalı (1948-->1984). Bu kitabı okurken de yazarın içinde bulunduğu tarihi dönemeci bilmekte fayda var. Kesinlikle okumaya değer ama Biz ile arasına biraz zaman koymak lazım yoksa doz aşımı olabilir.
Bu kitap iskelet olarak Biz'i andırıyor: kesintisiz kamu gözetimi, başkahramanı düzene karşı çıkmaya teşvik eden bir kadın ve kahramanın adım adım değişimi. Hatta ben Biz'in kahramının alkolle ve 1984'ün kahramanının gerçek çikolatayla esas kızın elinden tanışması gibi daha minor benzerlikler de gördüm. Öte yandan Orwell daha hırçın (işkence sahneleri), daha karamsar (kaçış yok), daha imalı (1948-->1984). Bu kitabı okurken de yazarın içinde bulunduğu tarihi dönemeci bilmekte fayda var. Kesinlikle okumaya değer ama Biz ile arasına biraz zaman koymak lazım yoksa doz aşımı olabilir.
İşte bu en sevdiğim, en beğendiğim, en önerdiğim, en en en... Şimdiye kadarki distopyaların askine yeni kurulmuş ideal olma iddiasındaki dünyayı değil, onun karşı tezi olduğu eski dünyayı da anlatıyor; ikisini karşılaştırıyor. Yukarıda saydığım distopyalara göre daha ümitli, daha iyimser. Yine diğerlerinin aksine kitapta sadece sisyasal düzen, toplum vs gibi temalar yok; kadın var, aile yapısı var, cinsellik var, yemekler var, sanat ve bilimin üretim süreci var... Neyse beş yıldız verdiğimi belirtmekle yetiniyorum çünkü çok sevdiğim Le Guin ile ilgili yeni bir yazı yazmaya karar verdim şu an.
Genesis - Bernard Beckett
Yayınevi 21. yüzyılın Cesur Yeni Dünyası dese de tabiki öyle bir şey yok. Buna rağmen yeni çıkmış olması ve yukarıda saydıklarım gibi ezberden adı geçen bir distopya olmaması hasebiyle (bu kelimeyi de cümle içinde ilk kullanışım) buraya ekledim. Çok sürükleyici ve bilimkurgu yönü de kuvvetli güzel bir kitap. Detaylı değerlendirme için buradan buyrun.
Bu ay 2 haftada 2 distopya okumuş biriyim. Kanımdaki distopik değerler normale dönünce hedefimde Fahrenheit 451 ve Metro 2033 var. (Kafiyeyi ben de yazınca fark ettim.)
Bu ay 2 haftada 2 distopya okumuş biriyim. Kanımdaki distopik değerler normale dönünce hedefimde Fahrenheit 451 ve Metro 2033 var. (Kafiyeyi ben de yazınca fark ettim.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder