9 Mart 2012 Cuma

Hayatın Kurgusu: 2- Biyografiler

Hayat en büyük kurgu ustası. En yaratıcı hayalleri zorlayan öyle hayatlar yaşanıyor ki... İşte bu hayatların sahipleri ya zaman ya da yetenek eksikliğinden öykülerini kayıt altına alamazsa devreye yetenekli kalemler giriyor. Belki bu durum, özellikle kahraman artık hayatta değilse, birinci ağızdan dökülen itirafları, sırları, duygu ve düşünceleri engelliyor ama yetkin biyografi yazarları, geniş araştırmaları kısmi bir tarafsızlıkla harmanlayıp etkileyici kitaplar ortaya çıkarıyorlar. Yine de hayatların kendisinin yanında sönük kalıyorlar sanki...  Ne hayattan daha etkileyici olabilir ki?


Akıl Oyunları - Sylvia Nasar


Akıl Oyunları kitabı Türkiye'de filminin gösterime girmesinin hemen ardından
basıldı.  Film o kadar tuttu ki kitap kapağını baş rol oyuncusu Russle Crowe 
süsledi. Kupürler 2002 yılına ait. 

İktisat, matematik, politika, sosyoloji, biyoloji veya fizik okumadıysanız John Forbes Nash, Jr.'i duymamış olabilirsiniz. Bir  bilim adamının birbirinden böylesine farklı alanların tümünde adından söz ettirmesi sanırım en son mimarların aynı zamanda astronomi ve matematik, doktorların ise kimya ve felsefeyle de uğraştığı Rönesans döneminde yaşanmıştır. İnsanların bir akademik disiplinin bir branşındaki tek bir konunun bir yönüne tüm hayatlarını adadıkları bir çağda, Nash kişilerin rekabet ve işbirliği davranışlarını matematiksel bir modele dönüştürmeyi ve yüzyıldır cevaplanamamış matematik ve geometri sorularını çözmeyi başararak tüm bu alanlara önemli katkılar sağladı. Bunlar öyle önemli katkılardı ki katkıları "Nash..." (Örn: Nash Dengesi) formülüyle anılmaya başlandı ve adı artık makalelerine referans verilmesini gerektirmeyecek bir marka seviyesine ulaştı. 

İşte Sylvia Nasar'ın yazdığı Akıl Oyunları (A Beautiful Mind) böyle bir dehanın hayat hikayesi. Üstelik yukarıda anlatılanlar hikayenin sadece ilk kısmı. Her zaman insanlardan uzak, kibirli, kolayca yoğunlaşabilen ve sosyal becerileri kısıtlı bu dahinin 30 yaşında profesörlüğe terfi etmesi aynı zamanda aşırı bilinç, huzursuzluk, sanrılar ve gerçeklikten kopma gibi şizofreni belirtilerinin yoğunlaştığı bir döneme denk geliyor. Böylece Nash'in birkaç sayfalık devrim niteliğindeki makalelerinin klasikleştiği, ama kendisinin kimi zaman kliniklerde kimi zaman eşi Alicia'nın yanında yaratıcılığını ve dehasını felç eden paranoit şizofreni ile savaştığı ikinci dönem başlıyor. Genç matematikçiler onu öldü sanıyor, eskiler unutuyor, bir zamanlar kibri ve dehasından ötürü ona takılan "Gnash" adı, üniversite koridorlarında hayalet gibi dolaşması nedeniyle "Phantom of the Hall" ile değişiyor. Rahatsızlığı nedeniyle hak ettiği ödül ve onurlardan da mahrum bırakılan Nash, 25 yılın sonunda usulca geri dönüyor. Bilgisayar programları yazıp hastalığı başlamadan önce ilgilendiği problemleri araştırmaya koyuluyor. Bu üzücü hikayeye mutlu bir paragraf eklemek, unutulmuş ve hak ettiği ödülleri alamamış bu dehaya bir takdir sunmak için sevenleri tarafından yapılan yoğun lobiler sonucunda, ama en çok da Oyun Teorisi'ne kattıklarıyla 1994 Nobel Ekonomi Ödülünü alıyor. 

John Forbes Nash, Jr.
Kaynak:  wvencyclopedia.org
Kitap sadece Nash'in hayatını değil, akademik camia, Soğuk Savaş dönemindeki ABD toplumu, siyaseti ve bilim dünyası, Nobel Ödülü, şizofreni ve psikiyatri hakkında da çok ilginç ve değerli bilgiyi de içeriyor.  Gazetecilik profesörü olan Nasar'ın kitap için yaptığı derin araştırma müthiş. Nasar öyle çok araştırmış ve aktarmış ki biyografinin içinde birçok popüler bilim makalesi saklanmış gibi. Ayrıca Nash'in kişiliği hakkındaki tahliller doyurucu. Öte yandan yazının akıcılığı inanılmaz. Bu yazıyı yazmak için elime aldığım kitabın yine fark etmeden 100 sayfasını bir çırpıda okudum. Fotoğraflar siyah beyaz ve saman kağıda basıldığı için pek iç açıcı değil ama anlatılanların etkisiyle insan bunu pek önemsemiyor. Ayrıca kitap da konu aldığı deha gibi başarılı: biyografi dalında Ulusal Kitap Eleştirmenleri Ödülü (1998), Pulitzer Ödülü adaylığı, Rôhne Poulenc Ödülü kısa listesi (1999), New York Times Best-Seller listesi...


Onun Parlak Işığı - Danielle Steel


Danielle Steel'i sayısız aşk-macera romanlarından biriyle tanıyor olabilirsiniz. Bu kitap belki dili, anlatımı ve duygusallığı açısından diğer Steel kitaplarına benziyor olabilir. Oysa içeriği ve şüphesiz yazarına yaşattıkları açısından bambaşka. Çünkü bu ünlü yazarın 8 çocuğundan biri olan Nick Traina'nın kısa ve üzücü hayat hikâyesi.

Önsöze göre "Bu, bir hastalığın, bir yaşam savaşının ve ölüme karşı yarışın öyküsü." Bahsedilen hastalık manik depresyon. Kimi zaman manik (aşırı, saplantılı, uçlarda) kimi zaman da depresif (mutsuz, karamsar, yılgın) uçlara savrulan zeki ve sevimli çocuk büyüdükçe hastalığının da boyutları büyüyor. Aile,  belirtilerin ağırlaşmasıyla Nick'e tehşis konulmasından ona destek olmak için gereken şartları sağlamaya, onu kendinden korumaktan kendi ruh sağlıklarına sahip çıkmaya amansız bir mücadeleye girişiyor.

Steel'e göre bu kitabın yazılmasının iki nedeni var. Birincisi, kendisinden başka bir kitabı ona adamasını istemiş olan oğlunun hatırasını onurlandırmak. İkincisi ise bu hastalıkla mücadele eden ailelere kendi bilgi ve tecrübelerini aktararak onlara umut vermek, yardımcı olmak. Belki de biraz da hastalığın ölümcül olduğu konusunda insanları uyarmak. 

Danielle Steel ve oğlu Nick, 1997
Bu biyografiyi diğerlerinden ayıran şeyse yazarın hayatı anlatılan kişiyi belki de kendisinden iyi tanıyan kişi olması. Steel'in kitapta anlatılanlara şahit olmasının, birinci elden bilgi edinmesinin kitaba yaptığı katkı bir yana bu duygu yoğunluğuna da yansımış. Duygusal kitaplar yazan Steel'in kaleminin işlekliği oğlunu kaybedeli henüz 1 yıl olmamış olan bir annenin acısıyla birleşince sık sık gözlerinizin dolduğunu veya boğazınıza bir yumrunun oturduğunu hissediyorsunuz. Bu duygusallık kimilerine fazla gelebilir. İtiraf etmeliyim ki kuzguna yavrusu şahin görünür misali Steel'in sürekli oğluna güzellemeler yazması, Nick'in acısını anlamaya çalışırken diğer aile bireylerinin çektiklerinden yeterince bahsetmemesi kitabın eksileri. Ancak yazarın hayatına, manik depresyona ve bu hastalıkla mücadelede karşılaşılan zorluklarla ilgili önemli ve ilginç bilgilere verdiği için okumaya değer olduğunu düşünüyorum. Özellikle bu alanda çalışan profesyoneller ve benzer rahatsızlıklar mücadele edenlerin yakınları tarafından...

Kitabın etkileyiciliğini artıran başka bir unsur da fotoğraflar. Fotoğraflar siyah-beyaz olsa da çok ilginç. Yandaki fotoğraf bunlardan biri. (Arka kapakta kullanıldığı için renkli.) Nick'in ölümünden kısa süre önce ablası Beatie'nin düğününde çekilmiş bir fotoğraf. Ayrıca kitapta müzisyen olan Nick'e ait şarkı sözlerine, onu tanıyanların ifadelerine, anne-oğul arasındaki mektuplara ve Nick'in günlüklerinden alıntılara da yer verilmiş.


Zarafet - Donald Spoto


Hepburn bu kitaba kadar benim için zarif bir kadın, retro eşyalarda veya mekanlarda dekorasyon amaçlı kullanılan bir yüz ve bir de uçakta izlemeye başlayıp sonra uykunun cazibesine kapılarak yarım bıraktığım Breakfast at Tiffany's demekti. Bu kitabı da bana bir buçuk liraya mâl olduğu için aldım. Kitabı okuyunca anladım ki Hepburn aslında orta-üst sınıftan bir adamın karısı olmayı, 4-5 çocuk doğurup hayır işlerinde çalışarak yaşlanmayı isteyen ama ekmek parası kazanayım derken meşhur olmuş zarif ve çalışkan bir kadın.

Hepburn istisnai bir yeteneği olmasa da disiplini, sabrı, çalışkanlığı ve insan ilişkilerindeki olumlu tavrıyla başarılı işler yapmış.  Başarılı filmleri kadar kötü işleri de olmuş. Hollywood yıldızı olmasına rağmen Avrupa'da filmler çekip Avrupa'da yaşamış. Ölümden döndüğü müthiş zorlu bir çocukluk geçirmiş. Bu çocukluğun, alçak gönüllü yetiştirilmesinin ve sevip sevilme ihtiyacının bir sonucu olarak hayatının son döneminde kendini özellikle çocuklarla ilgili hayır işlerine vermiş. Hepburn'u anlamak için Breakfast at Tiffany's ve Roman Holiday kadar , belki daha fazla The Nun's Story'ye bakmak gerek. Hepburn'ün çocukluk yılları ve The Nun's Story filminin hazırlık dönemini en çok beğendiğim kısımlar oldu. Yalnız kitap Hepburn'ün özel hayatından çok kariyerine yer vermiş. Özellikle oyuncunun özel hayatını merak edenler başka biyografilerini okumayı tercih edebilirler.

Yazarın sinema tutkusu ve detaylı araştırması kendini gösteriyor - özellikle kitabın sonundaki 22 sayfalık referans listesinde.  Hepburn'ün rollerine nasıl hazırlandığı, filmlerinin güçlü ve zayıf yönleri,   o dönemde aldığı eleştriler, Hollywood ve Avrupa film sektörleri arasındaki farklar gibi konularda açıklamlar var. Bu açıdan sıradan okuyucuların yanı sıra sinema severlerin ve sinema öğrencilerinin de faydalanabileceği bir kitap. Siyah-beyaz da olsa fotoğrafların kuşe kağıda basılması güzel olmuş; hem daha net görünüyor hem de ileride solup bozulmayacağa benziyor. Fotoğraflar genelde filmlerinden ve setlerden alınmış. Çocuklarının veya düğün, tatil, kutlama gibi özel hayata ilişkin fotoğrafların olmaması biraz hayal kırıklığı yarattı. 

Spoto doktora seviyesinde teoloji eğitimi almış, 12 yıl üniversitede profesörlük yapmış sonra da sinemaya olan tutkusunu film endüstrisinin ünlülerinin biyografilerini yazmaya akıtmış. Bu dramatik kariyer değişimine bir de teoloji eğitimi almış birinin homoseksüel olmasını ekleyince birileri de Spoto'nun hikayesini yazmalı diye düşünüyorum. Ama Spoto'nun cevabı farklı: "Yo, bir yazarın hayatına ilgi duyacak birini hayal edemiyorum. Bütün gün bir odada küçük kağıt parçalarıyla tek başımıza oturup onlardan bir anlam çıkarmaya çalışıyoruz."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder