4 Mayıs 2013 Cumartesi

Satranç

Satranç Amerika'dan Arjantin'e yapılan uzun gemi yolculuğu sırasında oynanan bir dizi satranç maçının öyküsü. Maçlar kültürsüz, bilgisiz, iletişim kuramayan, yaratıcılıktan uzak, soğuk ama satranç oynamayı iyi bilen akıllı bir şampiyonla gemideki satranç sever yolcular arasında yapılıyor. Oynayanlar arasında parasıyla bu zevki tatmak isteyen ama kaybetmeye dayanamayan da var, maçı bu garip satranç dehasını daha yakından tanımak için fırsat bilen de. Ama bu uzun öykünün merkezindeki maçlar, şampiyon Czentovic ile Dr. B arasındakiler.

Dr. B'nin nasıl satranç oynamayı öğrendiğini, nasıl bu gemiye bindiğini, maçları kimin kazanacağını, her bir hamlede odanın içinde neler yaşandığını, oyuncu seyirci herkesin nasıl hislerle hareket ettiğini okurken kendinizi o gemi salonunda buluyorsunuz. Klişe gibi ama gerçekten o havayı solumaya başlıyorsunuz. Yazar ince ince karakterlerin psikolojilerini öyle işliyor ki siz de hissediyorsunuz. Öykü bir sayfadan diğerine nabız atışı gibi ritmik ve ahenkli akıyor. Yalnız bu nabız giderek hızlanan bir nabız. Sayfalar ilerledikçe sizin de nabzınız hızlanıyor, giderek geriliyor, meraklanıyor, gelenleri görüyor ve daha da hızlı devam ediyorsunuz. 

Bu uzun öyküyü bu denli meşhur kılansa sadece yukarıda saydığım harika özellikleri değil. Bu novella Stefan Zweig'ın 1942 yılındaki intiharından önce yazdığı son eser. Birçokları bu hikayenin onun ölüme gidişini, bu kararının arkasındaki dinamikleri anlattığını düşünüyor. Yazarın hayat hikayesi biraz araştırıldığında böyle düşünmemek zor.

1881 yılında Viyana'da zengin ve saygın bir Yahudi ailenin oğlu olarak doğan Zweig iyi eğitim almış, üst sınıf içinde steril bir hayat yaşamıştır. I. Dünya Savaşı sırasında vatanseverlik ve insancıllığının getirdiği pasifizm arasında kalır. Zweig tüm Avrupa'da dostlar edinmiş, kendini bir Yahudi veya Avusturyalıdan ziyade Avrupalı ve insan olarak tanımlamıştır. Eline silah almaz ama askeri arşivlerde çalışır. Ancak Hitler'in iktidara gelmesinin ardından eserleri yasaklanır ve baskılar sonucu Avusturya'yı 1934 yılında terk eder. İsviçre, İngiltere, ABD ve Brezilya'yı kapsayacak sürgün hayatı başlar. II. Dünya Savaşı ile birlikte Avrupalı, barış yanlısı ve insan Zweig için keder dolu günler yaşanmıştır. Dünyanın kendisinin inanıp savunduğu tüm değerleri çiğnediğini, faşizmin, totaliterizmin her geçen gün yeni felaketlere yol açtığını gördükçe hayat onun için çekilmez bir hal almıştır. Brezilya'da yaşarken Rio de Jenario'daki karnavala katılmak için eşiyle birlikte yola çıkar fakat o sabah Nazilerin savaştaki son başarılarıyla ilgili gazete haberleri dayanma gücünün de son kırıntılarını götürür. Karnavala gitmekten vazgeçerler ve bundan birkaç hafta 22 Şubat 1942 tarihinde eşi Lotta ile birlikte intihar eder.

Satranç da Avrupa'daki mücadelenin ve kendi hislerinin sembollerle bir ifadesidir. Soğuk, cahil, sanattan ve kültürden anlamayan, iletişim kuramayan, kuralcı, çocukluk ve ilk gençliğini akıl geriliğinin tüm belirtilerini göstererek geçirmiş ve bir papazın merhametiyle büyümüş olan Mirko Czentovic, Nazilerin, faşistlerin bir sembolüdür. Her maçını kazanmakta, satrancı sadece kazanmak için oynamaktadır. Karşısında ise satrancı seven bilen ama hepsi bir birinden farklı, biribirini tam anlamayan ama birbirini tamamlayan rakipler bulur. Bu rakiplerden biri olan anlatıcının satranç şampiyonunu Avrupa'dan Amerika'ya giden bir gemide görünceye kadar tanımaması daha sonra da onun hakkında bilgileri bir gazeteden okuması tesadüf değildir. Bu rakipler, Nazilere karşı koyan güçleri sembolize etmektedir. Anlatıcı ya da McConnor kimleri, hangi kesimleri temsil ediyor tam bilemiyorum ama zengin ve kazanmayı seven McConnor'ın ABD'yi temsil ediyor olabileceğini düşünüyorum. 

Şampiyonun karşısında çıkan en dişli rakip olan Dr. B ise yazarın duygularına tercüman olmaktadır. Onun gibi iyi bir aileden gelmiştir. Onun gibi Nazilerce kabaca işkence edilmek yerine ince ince yıldırılmıştır. Onun gibi sürgündedir. Rakibi çok iyi tanımakta, neler yapacağını adı gibi bilmektedir. Üstelik doğru hamleler konusunda da şaşmamaktadır. Ancak onun hassas ruhunun başka zayıf tarafları vardır ve bu mücadele ancak Dr. B'yi ölümüne yıpratacaktır. Dr. B'nin maç boyuncaki ve sonundaki ruh hali ölüme yaklaşan Zweig'ın ruh halini anlatmaktadır. Bu elbette faşizmin ve şiddetin karşıdındakilerin hemen hepsinin yaşadığı bir çöküştür. 

Satranç, hem kendi içinde müthiş anlatımı ve heyecanıyla okumaya değer bir novella hem de yazarının hayatında tuttuğu önem ve anlattığı dönem itibariyle kıymetli bir eser.  Ne kitaptan ne edebiyattan haz edenlerin bile heyecanla okuyacağı (hatta okuduğunu bildiğim) bu kitap, biraz da yazarı ve dönemi düşünülerek okunursa müthiş zevk verecektir, eminim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder