İrlanda'nın meşhur olan şeylerinden biri, İrlandalıların hoşuna gitmese de, fakirliğidir. Osmanlı Devleti'nin İrlanda'ya gemiyle yardım gönderdiği hikayesinden, açlık sırasında patatesten başka bir şey yenemediğine kadar pek çok öykü anlatılır. Bu yazıda da ortak noktaları fakirlik, İrlanda ve çocukluk olan iki gerçek öyküden bahsedeceğim.
Angela's Ashes (Angela'nın Külleri) - Frank McCourt
Angela's Ashes (Angela'nın Külleri) şöyle başlıyor:
''When I look back on my childhood I wonder how I survived at all. It was, of course, a miserable childhood: the happy childhood is hardly worth your while. Worse than the ordinary miserable childhood is the miserable Irish childhood, and worse yet is the miserable Irish Catholic childhood.'' *
Gerçekten de Frankie'nin anılarında fakirlikten de öte yokluktan ve bu yokluğu süsleyen İrlandalılık ile dindarlıktan başka bir şey yok. Süt yerine suya katıp bebeğe vermek için şeker yok, Guiness var. Gece altına girilecek yorgan yok, vaftiz kıyafeti var. İki ay hastane yatağında kaldığı için yürüyemeyen çocuğu eve götürecek otobüs parası yok, iyileşsin diye her gün dua eden sınıf arkadaşları var. Gece aydınlanmak için bırakın elektiriği, gaz lambasında gaz bile yok, kilisede günahlar affolunsun diye bir kuruşa mum yakmak var. Rutubetli, köhne evlerdeki aç insanları ısıtacak güneş yok, Shannon ırmağının öldüren nemi ve buruk İrlanda şarkıları var.
Anlatılanlar genel olarak "para var, imkan var, huzur var" değişini doğrularken satır aralarında anlıyorsunuz ki, para olmadan ahlak bile olmuyor, olamıyor. İngilizler ve İngiltere'nin İrlandalılar açısından ne demek olduğu, dinin fakirlerin tek avuntusu olduğu, ekonomik sınıfların başta kilise olmak üzere her kapıda ayrımcılık nedeni olduğu da kitaptan okunuyor.
Baş döndürücü bir olay kurgusu, sizi merakta bırakacak gizemler, hayran olunacak kahramanlar, nefret edilecek düşmanlar yok bu kitapta. Kitabı okunur kılan en önemli şey Frank McCourt'un anlatımı. İrlanda ağzını yazım diline de yansıtan yazar, diyaloglar için de paragraflar kullanmış. En önemlisi de bir çocuğun gözünden anlatabilmiş olanları.Yazarın kurgulayarak, boşlukları doldurarak anlatığı anılarına çocuğun kendine has kaygıları ve neşesi hakim. Yazarın ustaca anlatımıyla bu neşe ve kaygılar Frankie büyüdükçe yavaş yavaş değişiyor. Frankie koyu dindarlığın verdiği suçluluk duygusuyla, kalp kırıklığıyla, gelecek hayalleriyle tanışıyor.
Bu derece bir fakirlik bana Knut Hamsun'un Açlık kitabını hatırlattı. Sol Ayağım'da anlatılanlarla birbirini tamamladığını da düşünüyorum.
Soldan sağa: Frank, kardeşleri Alphie, Michael, Malachy Kaynak: http://www.independent.ie |
Yüreğim kaldırır, güzel bir üslup olduktan sonra müthiş sürükleyici olması da gerekmez diyenler bu 1996 Pulitzer Ödüllü kitaba buyursun. Buyuranlar da mümkünse aslında okuyup İrlanda argosunun ve aksanının tadına baksın. Çok beğenenler 1999 yapımı filmiyle ve Frankie'nin gençliğinin anlatan Umuda Doğru ('Tis) ile devam etsin.
Sol Ayağım - Christy Brown
Bu kitabı çok duymuş, gerçek hikayelere olan merakım nedeniyle hep okumak istemiş ama okuyamamıştım. Sonra Tunalı'da kurulan kütüphanede görünce birkaç gün içinde okuyup bitirdim.
Bu kitabı okumak bile aslında bir deneyim. Çünkü bu kelimeler, bırakın kitap yazmayı, adını söylemeyi becermesi bile beklenmeyen birine ait. Beyin felci nedeniyle bitkiden farksız bir bebekken annesinin inancı ve sevgisiyle tek tutan yeri olan sol ayağıyla kitap yazmaya kadar işi vardıran Christy Brown'un öyküsü bu. Kitap hakkında setaylı bir yazıyı Mor Kitaplık'ta yazmıştım. O yüzden burada sadece yazarın azminin ve ürkütücü derecedeki samimiyetinin çok etkileyici olduğunu söylemekle yetineyim. Brown hayatını ne bir acılar denizi ne de bir kahramanlık öyküsü olarak sunmuş. İyisiyle kötüsüyle kendini anlatmış ve kendinden kötü durumdaki hastaları görünce avunduğunu, kızlarla flört eden erkekleri gördükçe kıskandığını, kederinden kendini öldürmeyi düşündüğünü söyleyecek kadar da dürüst davranmış.
Neyse benim esas bahsetmek istediğim yine fakirlik, yine çocukluk neşesi ve yine İrlanda. Bu sefer aile dirayetli ana-baba sayesinde açlık tehlikesiyle karşı karşıya değil ama bu Christy'nin tek seyahat aleti olan el arabasının kırılması durumunda tamir parasının bile bulunamadığı gerçeğini değiştirmiyor. Yukarıdaki kitapta olduğu gibi kalabalık kardeşler arasında kıskançlık, çekişme, sevgi, fedakarlık dolu bir bağ var. Yine şarkılar, yine hüzünler...
Brown'un hikayesinde dindarlık McCourt'un kitabındaki kadar baskın değil. Bunda dini vecibelerden muaf bir engelli olmasının da payı olabilir. Yine de Christy'nin hacca gidişinden, aldığı yardımlarda kilisenin rolüne kadar pek çok yerde Katoliklik karşımıza çıkıyor. Ama iki kitap arasındaki ortak en önemli özellik bence bir çocukluğa has neşe. Christy eksikliklerinin farkında bile olamayacak kadar masum bir çocukken diğerlerinden mutluluğunun hiçbir farkı yok. Onun da büyüdükçe algıları, kaygıları, mutluluk nedenleri değişiyor. Brown'un hayatı keşke hep çocuk kalsam denecek bir hayat, McCourt içinse büyümek kurtuluş için tek umut. Yine de ikisinden de yaşla birlikte giden neşe, yerine gelen kaygılar.
McCourt'un anlatımı edebi açıdan bence çok daha başarılı, ama adını yazması bile mucize olan Christy Brown'u gayet etkileyici bir kitap yazdığı halde üslup açısından eleştirmek bana haksızlık gibi geliyor. Sol Ayağım'da sizi kolunuzdan tutup sürükleyecek olan şey, anlatım inceliği değil Brown'un mucizevi hayatı ve azmi olacak. Elbette filmi de var :)
İki kitabın başta düşünemediğim sonra da nasıl düşünemediğime şaşırdığım ortak noktası ise şu: dürüstlük, içtenlik. Günlük küçük utançlarınızı düşünün ve gerçekten travmatik anlarını tüm içtenlikleriyle anlatan bu iki adamın cesaretine bakın. İşte etkiletici olan bu.
* ''Dönüp çocukluğuma baktığımda nasıl hayatta kaldığıma şaşıyorum. Elbette sefil bir çocukluktu: mutlu bir çocukluk zaman ayırmanıza değmez. Sıradan sefil bir çocukluktan daha kötü olan sıradan sefil bir İralndalı çocukluktur, daha da kötüsü sefil Katolik İrlandalı çocukluktur.''
İki kitabın başta düşünemediğim sonra da nasıl düşünemediğime şaşırdığım ortak noktası ise şu: dürüstlük, içtenlik. Günlük küçük utançlarınızı düşünün ve gerçekten travmatik anlarını tüm içtenlikleriyle anlatan bu iki adamın cesaretine bakın. İşte etkiletici olan bu.
* ''Dönüp çocukluğuma baktığımda nasıl hayatta kaldığıma şaşıyorum. Elbette sefil bir çocukluktu: mutlu bir çocukluk zaman ayırmanıza değmez. Sıradan sefil bir çocukluktan daha kötü olan sıradan sefil bir İralndalı çocukluktur, daha da kötüsü sefil Katolik İrlandalı çocukluktur.''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder