27 Nisan 2015 Pazartesi

Öyle olsa ne olurdu ki!

Dün sabah internete göz gezdirirken bir habere takıldım. Aynen şöyle yazıyordu haberde:

"New York'ta ünlü bir reklam ajansında sanat yönetmenliği yapan Matilda Kahl, son üç yıldır işe giderken aynı kıyafeti giyiyor. "Zamanımı ve enerjimi kıyafetlere harcamak istemedim" diyen Kahl, her sabahhazırlanırken işe geç kalma stresi yaşamaktan, giydiklerinin o günkü toplantılara uygun olup olmadığını düşünmekten bıkıp radikal bir karar almış.
Katıldığı toplantılarda erkek çalışanların hiçbir zaman kıyafet seçme stresi yaşamadığını fark eden Kahl, o günden sonra işe her gün aynı kıyafetle gitme kararı almış. Çalıştığı günlerde yeteri kadar yaratıcı iş üretmesi gerektiğini anlatan Kahl "bir de giydiklerimle yaratıcı olmak için baskı hissetmek istemedim" diyor.Aynı bluzdan 15 tane, aynı pantolondan ise 6 tane alan Kahl 3 yıldır üniformasını üzerinden çıkarmıyor." 

Matilda Kahl ve üniforması!

Bence mükemmel bir karar. Bir çeşit “özel üniforma” gibi. Yani iş yerinin seçeceği saçma iş kıyafeti değil, kendi seçtiğiniz üniformayı giyiyorsunuz. Kıyafet konusunun gereğinden fazla abartıldığını düşünen benim gibiler için “işte budur!” dedirtecek cinsten hem de!
O kadar çok faydası var ki... Her şeyden önce“Oldu mu, olmadı mı; uygun mu, değil mi; yakıştı mı yakışmadı mı” stresinden kurtuluyorsunuz.

Daha bitmedi...

Gördün mü Leyla'nın kıyafetini, yine podyuma çıkar gibi giyinmiş, o dekolte de ne öyle, hiç de yakışmamış! Geçen gün de babaannesinden kalma elbise giymişti, rüküş şey... Kadın ilgi çekmek için elinden geleni yapıyor, yakında mayoyla gelirse hiç şaşmam!”söylemleri son bulur düşünsenize... Kahve içme bahanesiyle yapılan ayaküstü beyaz yakalı dedikodularına yeni konular bulunmak zorunda kalınır. Kim niye konuşsun ki Leyla'nın her gün giydiği kıyafeti!

İşin bir de Leylagiller boyutu var tabii ki! Kıyafetiyle, görüntüsüyle var olmaya çalışan Leyla'ya “Her gün aynı şeyi giyeceksin!” deseler Leyla ne yapar! Önce afallar, ne yapacağını şaşırır! Yaşam amacı elinden alınmıştır, kolay mı! İş yerinde ya da yaşadığı mahallede popüler olmasının tek nedeni sıradışı kıyafetleri, saçı, makyajıdır. Leyla eğer hergün aynı şeyleri giyerse silikleşir, diğerleri gibi olur, eşitlenir... Eşitlenmek ne korkunç bir şeydir onun için! Bakar böyle olmuyor, belki de İspanyolca kursuna gitmeye karar verir, ya da şarkı söylemeyi öğrenir. Kültüre yatırım yapmaya başlar, e fena mı olur?

Patron mutlu olur bu duruma. İş yerinde verim artar çünkü. Düşünsenize, erkek çalışanlar Leyla'nın etek boyu veya dekoltesini düşünüp hayal kuracaklarına işlerine yoğunlaşırlar. Leyla'yı kıskanan kadın çalışanlar, kahve molasında konuşacak fazla konu bulamayıp işlerinin başına kısa sürede dönerler. Kırk saat 'onu mu giysem, bunu mu giysem!' derdine düşüp işe geç kalan kadınlar, zamanında görevlerinin başında olur. Bu durumda patron niye mutlu olmasın ki!

O stil senin, bu tarz benim!” gibi yarışmalar anlamını yitirir, e her gün aynı şeyi giyen kadın bu programları izleyip de ne yapsın! Açar belgesel izlemeye başlar... Acun bile belgesel yayınlamak zorunda kalır. Düşünsenize 'survivor' yerine 'Apollo-9' belgeselinin Acun'un televizyonunda yayınlandığını, tam bir skandal, yoksa devrim mi demeliyim!

 Mankenler ve modacılar da artık kendilerine başka başka işler bulurlar... 

"Elbise giyip podyumda salınarak yürümek" olarak tanımlayabileceğimiz mankenlik mesleği de tarihin çöp kutusuna gider böylece. İnsanlık bu durumdan zarar görür mü? Bu sorunun yanıtını size bırakıyorum.

Tekstil sektörü batmaz, niye batsın ki, insanlar bir şekilde giyinecekler nihayetinde... Süsü püsü, pulu boncuğu olmayan düz tişörtler üretilir fabrikalarda. Korunma ve örtünme amaçlı giysiler...

Bir de olayın alışverişe çıkma boyutu var!

Ben mesela nefret ederim giysi alışverişi yapmaktan. Canları sıkılınca “vitrinlere bakalım” diye mağaza mağaza gezen kadınları hiç anlamam zaten. İhtiyacım varsa bir giysiye, yani mecbursam satın almaya, olabildiğince küçük dükkanlara girmeye çalışırım. Zira büyük alışveriş nerkezlerinin, mağazaların kalabalığından çok ama çok sıkılırım. Oralara gitmek zorundaysam eğer, açılış saatlerinde gitmeye çalırım ki kalabalık olmasın diye... Matilda'yı işte bu nedenle bir kez daha takdir ediyorum. Meğer aldığı kararın ne çok faydası varmış.

Ütü yaparken düşünmüştüm geçenlerde. Ütüsüz giysi giymek ayıp sayılmasaydı, ütü gibi saçma, sıkıcı, yorucu ve üstüne üstlük elektrik enerjisini fazla tüketen bir eylem yapmak zorunda kalmayacaktık!

 Birisi ütüyü icat etmiş, sonra da ütü ticareti yapanlar “buruşuk giymek ayıptır, medeniyetsizliktir!” gibi hiç bir yerde yazılı olmayan görgü kuralını uydurmuşlar. Sırf bu görgü kuralı yüzünden, bu kural yıkılamadığı için argeye milyonlarca lira ayrılmış ve nanoteknolojik buruşmayan kumaş bile icat edilmiş! Peki ama neden? Buruşuk giysek ne olur! Matilda gibi cesur biri çıkıp bunu başlatsa, herkes buruşuk giyse ne olur!

Ne olmaz ki!

Ütü üreten fabrikalar kapanır, o fabrikalar kapanınca birçok insan işsiz kalır.
Kuru temizleme dükkanlarında ütü yapanlar işsiz kalır.
Benim en çok üzüleceğim şeyse son ütücülerin işsiz kalacak oluşudur.
Mağazalar stoklarındaki ütüleri, ütü masalarını, ütü masası örtülerini, ütü sularını, askıları satamazlar ve iflas ederler. Onlar iflas edince birçok insan işsiz kalır. İşszi kalanlar aç kalır, evsiz kalır.
Ütü reklamı yapanlar işsiz kalır. Reklamlarda oynayıp dünyanın parasını kazanan tv starları para kazanmak için başka yollar aramak zorunda kalırlar.
Öte yandan milyonlarca kilovatsaat elektrik enerjisi tasarruf edilmiş olur. Bu da doğaya katkı sağlar. Ütüsüz giyiniriz ama daha çok oksijenimiz olur, yani daha sağlıklı oluruz...
Hem ütü yapmakla harcanan saatlerde belki daha çok kitap okunur!
.................

İşin içinden çıkmak gerçekten de çok zor... Bence hepimiz doğaya dönelim, doğala dönelim. Revolution gibi, ama silahsız haliyle...

Bu sabah yine çok mu uçtum nedir, gideyim en iyisi, sevgiyle kalın...






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder