Bu yazıda iki romandan bahsedeceği: John Grisham'ın Türkçeye Şirket adıyla çevrilmiş romanı The Firm ve Matthew Quirk'in The 500 adlı (Türkçesi 500) romanı. İki roman birer başlarına heyecanlı macera/polisiye romanları ama birlikte okuyucuya ilginç bir tecrübe yaşatıyorlar çünkü The 500, The Firm'e açıkça bir saygı duruşu (tribute). O zaman önce The Firm ile başlayalım:
John Grisham Missipi'de ceza avukatlığı yapmış, çalıştığı dosyalarda ve mahkeme salonlarında öğrendiği hikayeler nedeniyle yazarlığa merak sarmış. Daha sonra ABD Temsilciler Meclisi üyesi de olan Grisham yazarlık kariyerine geç girse de, ilk romanı defalarca yayıncılar tarafından reddedilmiş olsa da daha sonra en çok kazanan ve en çok yazan romancılardan biri olmuş.
1992 yılında basılmış olan The Firm, Grisham'ın ilk yazdığı en popüler romanlarından biri. Fakir, ailesi parçalanmış ama aklı ve hırsıyla Harvard Üniversitesi hukuk fakültesinden mezun olmuş, çiçeği burnunda bir avukatın burnunun nasıl da boka battığını anlatıyor. Elemanımız Mitch güç, prestij ve hepsinden öte para için öyle bir hukuk bürosuna (yani firm) giriyor ki kısa sürede silahlı adamlar, FBI ajanları, dinleme cihazları, şüpheli ölümler hayatının sıradan parçaları haline geliyor.
Grisham Mitch'in öyküsünü 3. tekil kişiyle anlatmış. Kullandığı dil polisiye-macera romanı için yeterince basit ve sürükleyici ama onu iyi bir roman yapacak kadar da güçlü ve edebi olmasa da keyifli. Ben The 500'ü The Firm'den önce okumuştum. O yüzden başıma neler geleceğini tahmin ediyordum. Bundan mı yoksa The 500'un çılgın temposundan mı bilmem The Firm bana biraz yavaş geldi. Hem öykünün ilerleyişi hem de aksiyon açısından yavaştı. Eğer bu tip kitaplarda ters yönde son hız giden arabalardan, patlayan camlardan, kırılan kapılardan, bol silah ve kandan hoşlanıyorsanız The Firm size bunu sunmayacak.
Bence The Firm'ü ilginç yapan kitapta iyiler ve kötüler şeklinde iki tarafın değil üç tarafın olması. Üstelik mafyanın içine sızan polis, mafyaya ihanet eden iyi çocuk gibi bir klişe yok ortada. Hikaye çok ince ince düşünülmüş. Yazar avukatlığı da, bankacılığı da, vergi işlerini de, mafya pazarlığını da tadınla anlatıyor. Hiçbirinin detayına okuyucuyu bayacak kadar girmiyor. Konuyu çok iyi bilen birinin iyi özetleyebilmesi gibi... İnsanın parayla ve hırsıyla nasıl kandırılabileceğini de güzel özetliyor.
Yalnız Mitch'le ilgili bazı sorunlarım da yok değil. Mitch ki süper çocuk gibi bir şey; akıllı, azimli, yakışıklı, hayat tecrübesine sahip, çalışkan… Nasıl oluyor da üstüne para ve daha çok para atarak onu cezbetmeye çalışan bu hukuk bürosunun ağına düşebiliyor? Nasıl bunun gerçek olamayacak kadar iyi olduğunu, işin içinde bir bit yeniğinin olduğunu düşünemiyor? Ayrıca başta böyle ölümcül bir hata yapan bir adam nasıl oluyor da sonra mafyacılıkta olanca tecrübesizliğiyle tam bir stratejist kesiliyor?
Özet: Orijinal fikir, akıcı dil, sürükleyici ama yavaş ilerliyor, aksiyon tarafı eksik ve insanın kafasında bazı sorular da oluşmuyor değil.
The Firm
John Grisham Missipi'de ceza avukatlığı yapmış, çalıştığı dosyalarda ve mahkeme salonlarında öğrendiği hikayeler nedeniyle yazarlığa merak sarmış. Daha sonra ABD Temsilciler Meclisi üyesi de olan Grisham yazarlık kariyerine geç girse de, ilk romanı defalarca yayıncılar tarafından reddedilmiş olsa da daha sonra en çok kazanan ve en çok yazan romancılardan biri olmuş.
1992 yılında basılmış olan The Firm, Grisham'ın ilk yazdığı en popüler romanlarından biri. Fakir, ailesi parçalanmış ama aklı ve hırsıyla Harvard Üniversitesi hukuk fakültesinden mezun olmuş, çiçeği burnunda bir avukatın burnunun nasıl da boka battığını anlatıyor. Elemanımız Mitch güç, prestij ve hepsinden öte para için öyle bir hukuk bürosuna (yani firm) giriyor ki kısa sürede silahlı adamlar, FBI ajanları, dinleme cihazları, şüpheli ölümler hayatının sıradan parçaları haline geliyor.
Grisham Mitch'in öyküsünü 3. tekil kişiyle anlatmış. Kullandığı dil polisiye-macera romanı için yeterince basit ve sürükleyici ama onu iyi bir roman yapacak kadar da güçlü ve edebi olmasa da keyifli. Ben The 500'ü The Firm'den önce okumuştum. O yüzden başıma neler geleceğini tahmin ediyordum. Bundan mı yoksa The 500'un çılgın temposundan mı bilmem The Firm bana biraz yavaş geldi. Hem öykünün ilerleyişi hem de aksiyon açısından yavaştı. Eğer bu tip kitaplarda ters yönde son hız giden arabalardan, patlayan camlardan, kırılan kapılardan, bol silah ve kandan hoşlanıyorsanız The Firm size bunu sunmayacak.
Bence The Firm'ü ilginç yapan kitapta iyiler ve kötüler şeklinde iki tarafın değil üç tarafın olması. Üstelik mafyanın içine sızan polis, mafyaya ihanet eden iyi çocuk gibi bir klişe yok ortada. Hikaye çok ince ince düşünülmüş. Yazar avukatlığı da, bankacılığı da, vergi işlerini de, mafya pazarlığını da tadınla anlatıyor. Hiçbirinin detayına okuyucuyu bayacak kadar girmiyor. Konuyu çok iyi bilen birinin iyi özetleyebilmesi gibi... İnsanın parayla ve hırsıyla nasıl kandırılabileceğini de güzel özetliyor.
Yalnız Mitch'le ilgili bazı sorunlarım da yok değil. Mitch ki süper çocuk gibi bir şey; akıllı, azimli, yakışıklı, hayat tecrübesine sahip, çalışkan… Nasıl oluyor da üstüne para ve daha çok para atarak onu cezbetmeye çalışan bu hukuk bürosunun ağına düşebiliyor? Nasıl bunun gerçek olamayacak kadar iyi olduğunu, işin içinde bir bit yeniğinin olduğunu düşünemiyor? Ayrıca başta böyle ölümcül bir hata yapan bir adam nasıl oluyor da sonra mafyacılıkta olanca tecrübesizliğiyle tam bir stratejist kesiliyor?
Özet: Orijinal fikir, akıcı dil, sürükleyici ama yavaş ilerliyor, aksiyon tarafı eksik ve insanın kafasında bazı sorular da oluşmuyor değil.
The 500
The 500 de The Firm gibi ailesi parçalanmış, parasızlık çeken genç bir hukuk mezunu var. Yalnız kahramanımız Mike Ford Mitch'ten biraz farklı. Onun gibi çalışkan, onun gibi zeki ama bence daha gerçekçi bir karakter. Mesela Mike ufak tefek de olsa suç geçmisi de olan, çıkarları için sınırları zorlayabilen biri. Mitch gibi çok parlak bir avukatken sadece lükse kapılarak mafyanın ortasına düşmüyor. Harç parasını ödeyemediği, bu yüzden belki de mezun olamayıp tüm emeklerini hiç edecekken Davies Group'tan bir teklif alıyor. Zaten o sırada kendisine iş verecek başka bir yer de yok.
Davies Group dünyanın en güçlü 500 insanını elinde tutan bir danışmanlık/lobi şirketi. Bir kanun mu çıkartmak istiyorsunu Davies Group'a parayı veriyorsunuz onlar hallediyor. Biri hakkında her şeyi öğrenmek veya bir iş anlaşması mı yapmak istiyorsunuz, Davies Group hizmetinizde, siz paradan haber verin. Bu elbette Davies'e büyük bir güç veriyor. Burada garip olan Davies'in bunu nasıl becerdiği? İşte o soru zaten Mike'ın başına olmadık işler açıyor.
Quirk kitabı birinci tekil kişinin ağzından biraz da konuşur gibi yazmış. Mike akıllı, eğitimli ama özünde bir arka sokak çocuğu olarak kendine has bir mizah anlayışı ve üslupla hikayesini anlatıyor. Bu Mike'ı benim gözümde daha etten kemikten biri haline getirdi. Mizah anlayışını da sevdim.
The Firm ne kadar yavaşsa The 500 bir o kadar aksiyon dolu. Çalıntı arabayla takla atmaktan kötü adamlardan soğuk suda yüzerek kaçmaya, dolapta kilitli kalmaktan binaları havaya uçurmaya ne ararsanız var. Çok sürükleyici ve heyecanlı. Yalnız bazen öyle şeyler oluyor ki iş Rambo Rus ordusuna karşı tadında bir şeye dönüyor. Buna pek kafayı takmamaya çalışırsanız zevkle okunuyor.
Olay örgüsü de hoşuma gitti. Alışıldık bir mafya meselesinden farklı, yirmi yıllık acayip bir mesele, muazzam bir şebekeyle karşı karşıyayız. Mike'ın karşılaştığı ikilemler ve yaptığı tercihler, hele de finali pek güzel.
Özet: Kişilikli anlatımı ve temposuyla hoşuma gitti. 'Mike herkese karşı' seviyesindeki aksiyonunu pek çekici bulmasam da zevkle okudum. Ne yalan söyleyeyim galiba The Firm'den çok sevdim.
Davies Group dünyanın en güçlü 500 insanını elinde tutan bir danışmanlık/lobi şirketi. Bir kanun mu çıkartmak istiyorsunu Davies Group'a parayı veriyorsunuz onlar hallediyor. Biri hakkında her şeyi öğrenmek veya bir iş anlaşması mı yapmak istiyorsunuz, Davies Group hizmetinizde, siz paradan haber verin. Bu elbette Davies'e büyük bir güç veriyor. Burada garip olan Davies'in bunu nasıl becerdiği? İşte o soru zaten Mike'ın başına olmadık işler açıyor.
Quirk kitabı birinci tekil kişinin ağzından biraz da konuşur gibi yazmış. Mike akıllı, eğitimli ama özünde bir arka sokak çocuğu olarak kendine has bir mizah anlayışı ve üslupla hikayesini anlatıyor. Bu Mike'ı benim gözümde daha etten kemikten biri haline getirdi. Mizah anlayışını da sevdim.
The Firm ne kadar yavaşsa The 500 bir o kadar aksiyon dolu. Çalıntı arabayla takla atmaktan kötü adamlardan soğuk suda yüzerek kaçmaya, dolapta kilitli kalmaktan binaları havaya uçurmaya ne ararsanız var. Çok sürükleyici ve heyecanlı. Yalnız bazen öyle şeyler oluyor ki iş Rambo Rus ordusuna karşı tadında bir şeye dönüyor. Buna pek kafayı takmamaya çalışırsanız zevkle okunuyor.
Olay örgüsü de hoşuma gitti. Alışıldık bir mafya meselesinden farklı, yirmi yıllık acayip bir mesele, muazzam bir şebekeyle karşı karşıyayız. Mike'ın karşılaştığı ikilemler ve yaptığı tercihler, hele de finali pek güzel.
Özet: Kişilikli anlatımı ve temposuyla hoşuma gitti. 'Mike herkese karşı' seviyesindeki aksiyonunu pek çekici bulmasam da zevkle okudum. Ne yalan söyleyeyim galiba The Firm'den çok sevdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder