31 Ocak 2012 Salı

Taht Oyunları'nın Hiç mi Kötü Tarafı Yok?


Dünyanın bir yarısı George R. R. Martin'in Taht Oyunları'nı (TO) okudu, diğer bir yarısı izledi... Milyon kere yazıldı, arkadaş arasında bolca konuşuldu... Fantazi edebiyata ilgi duymayan, sadece Tolkien'in Hobbit'ini ve Le Guin'in Yerdeniz Öyküleri'ni okumuş, Harry Potter hakkında tek bildiği "Büyücü bi çocuk var, gözlüklü..." olan  biriyim. Öte yandan iyi bir okuyucuyum... Fantezinin kardeşi bilimkurguyu da yalayıp yutmuş sayılırım. Buradan aldığım güçle Taht Oyunları'nı hunharca eleştirmeye başlıyorum... (Bundan sonrası ağır "spoiler" içerir.)

Kitapla ilgili birinci derdim yaratıcılık sorunu. Bir noktada kitapları türlerine göre değerlendirmek gerektiğini biliyorum. Fantazi diyince de benim aklıma yukarıda saydığım iki kitap geliyor ve TO'nın şanssızlığı burada başlıyor. Bu iki kitapta dünyamızdan bambaşka yeni bir evren kuruluyordu: yeni bir kültür, dil, sosyal düzen, yeni bir coğrafya hatta yeni bir değerler sistemi. Sadece bir harita, bir iki değişik isim ve birkaç garip adet koyunca yeni bir evren yaratmış mı oluyoruz? TO orta çağ Avrupasından devşirme asil aileler, şövalyeler, taçlar, kıyafetler, kılıçlar ve adetlerle dolu. Kilise yerine sept, Keven yerine Kevan, Erward yerine Eddard diyince, Krallıklar Diyarı'ndan doğuya(!) yelken açınca varılan zengin ticaret limanlarına Doğu Akdeniz değil de Özgür Şehirler denince, Özgür Şehirlerden yani Doğu Akdeniz limanlarından sonra göçebe barbar toplumlarla karşılaşınca, hele bunlar atla yaşayıp kesik kısrak sütü (kımız!?) içerek sarhoş olunca benim aklım başımdan gitmiyor. Kitabın en fantastik yeri Targaryenler ve ejderhaları mıydı? Ejderha mı? Ooo dostum, bu kimin aklına gelirdi? Yoksa bunlar ağzından ateş saçan iri yarasa-kertenkele kırmaları mı? Belki başka bir efsane olan zombiler de kullanılabilirdi o zaman. Ah evet zombiler yani "Ötekiler" de var kitapta. Aynen zombiler gibi öldürdüklerini kendilerine katıyorlar; onlar da zombileşip canlılara saldırıyor.Yine dağlar tepeler var, yine kuzey soğuk güney sıcak... Ama kışlar çok uzun sürüyor derseniz Alaskalılara sormak lazım derim. Bence kitabın tek orjinal yeri Kartal Yuvası'nın (çok orjinal bir isim gerçekten!) mimarisi ve gök zindandı. O kısımları okurken gerçekten hayal gücümü kullanmak zorunda kaldım ve zevk aldım.

İkinci sorun cinsellik ve kadın meselesi... Aslında sevgili George fantazinin yepyeni bir dünya kurmak olduğunu biliyor ve bunun yolunun "Hımm burda kışlar 9 yıl sürüyor, - 40 filan oluyor" demekle olmayacağını da hissediyor. Yeni bir sosyal değerler düzeni gerek, belki binlerce yıldır süren şu ataerkil toplumu, onun cinselliğe bakışını değiştirerek gerçekdışı bir evren hissi verebilirdi...denemiş de. Ama insanın binlerce yıl içine işlenen bir şeyi değiştirmesi kolay değil. Sevgili George'da vermiş ensesti; vermiş teşhirciliği... Hiçbirine itirazım yok ama fantastik ya da gerçekdışılık hissi veren bir yanı olmadığını da söylemek zorundayım. Habire erkeklerin kadınların "üstüne binmesinden", erkeklerin zevk noktasına varmasından (Neden kadınlar da zevk almıyor? Neden kadınlar çiftleşecek erkek seçip onun için dövüşmüyor?) kadınların çocuk doğurarak mevki kazanmasından, karakterlerin babası nereliyse oralı olmasından bahsedersen bu iş olmaz. O zaman, Lysa'nın (Lisa?) 9 yaşındaki oğlunu emzirmesi, Catelyn'in çıplak olarak mektup okuması veya Dany'nin memelerinin ve bacak arasının her fırsatta konu edilmesi gereksiz bir hal alıyor. Örnek: Dany kocasının cenaze töreni için yıkanıyor, sonra parfümleniyor, parfümü süren köle bacak arasına da parfüm sürüyor ve bu Dany'ye serin bir öpücük hissi veriyor. Dany'nin ne banyosunun ne de parfümünün hele de parfümün sürüldüğü yerin ve verdiği hissin hikayenin geri kalan kısmında en ufak bir rolü var. Zaten roman boyunca Dany sıcaklığı ve ağırlığı bacak arasından hissediyor, terler bacak arasından akıyor, yumurtayı bacak arasına koyuyor. Ne bacakmış ne arasıymış arkadaş!? Sanki 14-17 yaş arası ergen gençlerin ağzına bir parmak bal çalınıyor, tüm amaç bu.

Zaten kitaptaki 6 temel kadın karakterden de kadınların durumu anlaşılıyor. Kadınlardan, biri baş kötü ama karizma filan değil yine akıllı, cesur ve karizmatik olanlar onun babası ve erkek kardeşi (Cersei); diğeri kitabın en sünepe, en mıymıntı, en gizli hain karakteri (Sansa); öteki onun kardeşi çok zeki, azimli, dürüst ve onurlu çünkü erkek gibi (Arya); öbürü yarı deli, korkak, kardeşini ve ailesini önce belaya bulaştırıp sonra yarı yolda bırakan bir anne (Lysa); beriki onun kardeşi kocası öldüğü için kurgu gereği bazı iyi işler yapıyor ama hataları da var, ne zaman güçlü olması gerekse kocasının soyadından bahsediyor, en önemli özelliği çocuklarının anası, kalesinin kadını olmak (Catelyn); sonuncusu ise habire memesi ve bacak arası gündeme gelen, evlenerek ve doğurarak güç ve mevki elde eden, en sonunda da hayatta kalmak için fantastik yaratıkların varlığına mecbur olan bir genç kız (Dany). I rest my case!

Sürükleyicilik ve kurgunun sarması açısından sözüm yok, gayet başarılı. Yoksa 830 sayfa nasıl okunurdu? Tasvirler güzel, ne insanı bezdirecek kadar çok ne de bilmediğimiz bu dünyayı hayal etmemizi engelleyecek kadar az. Anlatımın sahneler halinde gitmesi ve eşzamanlı olarak bir çok olayın gerçekleşmesi akıcılık/sürükleyicilik açısından harika. Aksiyon açısından son derece doyurucu ama sürprizlerin pek de sürpriz olmadığını söylemek zorundayım. Örneğin aptal sarışın Joff'un Kral Robert'ın değil Jaime Lannister'ın oğlu olduğunu çocuğun ilk tasvir edildiği an, Dany'nin ejderja yumurtalarının canlı olduğunu ilk ısındıkları an anlıyorsunuz. Yine de durumun karmaşıklığı ve ilginçliği okuma zevkini devam ettiriyor. Kafamda tam olarak olay örgüsüne oturtamadığım yerler var ama bu bir serinin ilk kitabı olduğu için ileride bir yerden bağlanır diyerek susuyorum.


Dil fantazi edebiyatta önemli bir nokta çünkü fantastik hissinin verilmesinde uydurma kelimeler, bozuk dilbilgisi ve benzeri çarpıtmalar kullanılıyor ve bu işi komik olmadan yapabilenler "high fantasy" yazmış oluyor. Ben Türkçe çeviriyi okuduğumdan en azından çeviride bu tekniğin sınırlı görüldüğünü söyleyebilirim. Çeviriyi Sibel Alaş yapmış, ben isim benzerliği sanmıştım ama Adam'ın Sibel Alaş'ıymış. Hatta güzel de bir söyleşi yapılmış, işte burda.

Amma çeviri canımıza okumadıysa bu sefer de edisyon/düzeltme bitirdi işi. Ey Epsilon, 30 TL fiyat çektiğin, 3. baskısını yaptığın bir kitabı "proof-reading" yaptıramıyorsan dükkanı kapat! Çeviriyi yaptığınız metinde kaç tane noktalama, yazım veya anlam hatası vardı? Ben okumadan hiç yoktu diyorum. Çünkü bugüne kadar onlarca İngilizce kitap okudum hiçbirinde tek hata görmedim. Oysa TO'da elimde kalem olsa edebiyat hocası gibi üstünü çizeceğim hatalar vardı: "olarak" yerine "olacak", "Robb" yerine "Rob" (iki defa), "yıldızlara dokunsa uzanabilecek" yazmak ve diğerleri gibi. Demek ki MS Word Check'le kitap basılmıyormuş.

Bir de aklıma şu takıldı: Bu kitap aslında önceden Türkçeye çevrilmiş ama satışlar iyi gitmediğinden serinin diğer kitapları çevrilmemiş. Şimdi dizisi yapılan her şey popüler olduğu için satışlar patlamış ve 2 kitap daha piyasaya sürülmüş. Peki ya dizi çekilmeseydi? İlk kitabı okuyanlar sonunu bilmeden hatta esas hikayeyi bilmeden öylece kalacak mıydı? Bence böyle bir şey okuyucuya saygısızlık. Seri kitaplarda ya bütün seriyi yayınlayın ya da yayınlamayın.

Çok uzayan bu yazıma özet geçerek son veriyorum: Çoğunluk kitabın hastası ama eleştirilecek yanları da var. Benim için "masalsı tarihi roman" ya da "büyüklere masallar" kategorisinde bu kitap. Bu nedenle devam kitaplarıyla zaman öldürmeyi düşünmüyorum (ara sıra diziden olayları takip ederim). Epsilon'a tekrar "Olmamış!" diyorum. Yorumlamam bu kadar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder