14 Şubat'ta da öykü kitaplarından bahsetmezsem ne zaman bahsedeceğim? Benim aklıma Dünya Kısa Öykü Günü'nden daha iyi bir zaman gelmiyor. (Hayır ne şimdi ne de ilerleyen satırlarda aşk ve sevgili lafı geçmeyecek!)
İki yazar da yeni kuşaktan, ikisinin de ana ögeleri şiddet ve yalnızlık, ikisinin öykülerinin de dozunda bir masalsılık var. Ama üsluplarıyla, üzerinizde bıraktıkları etkiyle, kurgularıyla ve dertleriyle bambaşka tatlar veriyorlar.
Taş Bina ve Diğerleri'ndeki öyküler örselenmişliği, travmatize olmuş ruhları, dışlanmışlığı, esareti, dehşeti; kısaca şiddeti ve yalnızlığı işliyor. Taş Bina sadece kitaptaki öykülerden birinin adı değil, tüm öykülerde hapishaneyi veya işkence yapılan herhangi bir yeri tanımlıyor; öykünün bir köşesinde duruyor ama gölgesi tüm öykünün üzerine çöküyor.
Öyküler gücünü ilginç olaylardan veya merak unsurundan ziyade leziz anlatımdan alıyor. Erdoğan'ın öyle güçlü bir ifadesi var ki geriye kalan kelimelerin anlamları değil; genel olarak okuduklarınızın hissettirdikleri oluyor. Hissettirdiği iç bunaltan bir yalnızlık ve kopkoyu bir şiddet olunca bu iyi bir şey mi emin olamıyorum. (Uyurkulak başka tür bir yalnızlık ve şiddeti daha aydınlık bir tonda anlatması üzerinizdeki etkinin tam ters yönde olmasına neden oluyor.)
Olay örgüsü hikâyelerin özellikle iddialı oldukları bir nokta değil. Genelde tasvirler, hangi bütünün parçası olduğu belli olmayan eylemlerle başlayıp daha kapsamlı bir çerçeveye kavuşuyor. Kameranın bir parçasını çok yakından gösterdiği resimden yavaş yavaş uzaklaşması gibi. Sonlarsa yeterince vurucu.
Benim favorim Tahta Kuşlar. Taş Bina'ysa, kitabı okumamın üzerinden çok zaman geçmiş olmasına rağmen, ne zaman düşünsem içimi ürpertiyor.
Olay örgüsü hikâyelerin özellikle iddialı oldukları bir nokta değil. Genelde tasvirler, hangi bütünün parçası olduğu belli olmayan eylemlerle başlayıp daha kapsamlı bir çerçeveye kavuşuyor. Kameranın bir parçasını çok yakından gösterdiği resimden yavaş yavaş uzaklaşması gibi. Sonlarsa yeterince vurucu.
Benim favorim Tahta Kuşlar. Taş Bina'ysa, kitabı okumamın üzerinden çok zaman geçmiş olmasına rağmen, ne zaman düşünsem içimi ürpertiyor.
Bazuka - Murat Uyurkulak
Kitabın alt başlığı "aşk, yalnızlık ve şiddete dâir hikâyeler". Zaten hangi hikâyede bu üçünden biri geçmiyor ki? Ya da hayatımızdaki hangi olay bu üçünden birine bağlanmıyor ki? Ama hakkını teslim etmek lazım bu üç konu da sıra dışı şekilde işlenmiş; ne zengin adam fakir kız aşkı, ne kanınızı donduracak kanlı bir şiddet ne de modern insanın kalabalıklar içindeki yalnızlığı var.
Uyurkulak'ın alengirli, okuyucuyla sürekli oyun oynayan bir dili var. Kısa öykülerde böyle bir dil beni eğlendirdi ama aynı kitabı okuyan başka biri yorulduğunu söyledi. Özellikle Derviş adlı öykü bu durumun bayrak tutanı gibi. Bu öyküyü ya dili nedeniyle benim gibi eğlenceli bulursunuz ya da yorucu ve engelleyici. (Bu noktada ben Erdoğan'ın dilini daha sade ama daha güçlü buluyorum.) Sağlam bir mizah duygusuyla birlikte bu anlatım öyküye konu nahoş olay ve durumları tebessüm ederek okumanıza neden oluyor.
Benim takıldığım noktaysa kurgu oldu. Bir öyküde konunun özgünlüğü, anlatımın güzelliği, karakterlerin çekiciliği vs. çok mühim tabi ama ben merak unsurundan vazgeçemiyorum. Bu kitaptaki hikâyelerde ise sonunu tahmin etmek çok kolay...hatta bazen yazar bize "Keh keh, ben tahmin etmiştim." deme keyfini bile bırakmamış ve sonunu baştan söylemiş. Mesela bir Şarap'ta ne olacağını anlamamak için özel bir çaba gerek; Gülsüm'de ise ilk sayfada sonu ilan edilmiş.
Benim favorilerim Tutkular Kitaplığı, Kuş Yuvası, Kırmızı... Tutkular Kitaplığı neden kitap blogu yazıyoruz sorusuna da cevap gibi.
(Not: Evet, "aşk" bir kere geçti ama yapılacak bir şey yok; kitabın alt başlığı bu!)
(Not: Evet, "aşk" bir kere geçti ama yapılacak bir şey yok; kitabın alt başlığı bu!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder