30 Haziran 2012 Cumartesi

Hayatın Kurgusu: 3- Günceler

Günceler hep çok merak uyandırır ve çoğu zaman da sır olarak kalır. Ama bazıları sahiplerinin başına gelenler nedeniyle milyonların gözleri önüne serilir. Bahsedeceğim güncelerse ücüzü bir ortak paydada buluşuyorlar: üç genç kız, üç mücadele, üç trajik ve erken ölüm.  

Mavi Saçlı Kız - Burçak Çerezcioğlu

Bu lösemiye yakalanmış bir kızın günlüğü; hastane odalarında çektiği acıların, ailesinin mücadelesinin, yaşıtları gibi olma hevesinin, ilk gençlik çağının heyecanlarını taşıyor. Kitabın adıysa Burçak'ın hastalığının ağırlaştığı bir dönemde bitkin bedenine, ıskaladığı gençliğine inat saçlarını maviye boyamasından geliyor. 

Günlükler belki de okuyucuyla yazar arasında en kişisel bağlardan birinin kurulmasına imkan verenler. Buna ilaveten kitabı okuduğumda ben de Burçak'ın yaşlarındaydım ve sanki onu tanıyormuşum gibi yazdıklarını duygulanarak okumuştum. Belki de bu yüzden kitabı bitirdiğimde ondan da kitaptan da soğumuştum. Onu şımarık ve sorumsuz bulmuş, kendimi ve ailesini haksızlığa uğramış gibi hissetmiştim. Çünkü Burçak iyileşmesinin ardından sağlığına dikkat etmiyor, düzensiz yaşamıyla hastalığın nüksetmesine davetiye çıkarıyordu. 

Ne yazık ki sonraki yıllarda ben büyüdüm ve bu sırada Burçak'ın öyküsüne çok benzer başka hayatları kendi gözlerimle gördüm. Şimdi anlıyorum ki asilik, tasasızlık dediğim ve tepki duyduğum tutum, çok genç yaşta böyle tehlikeli hastalıklarla karşılaşanların tükenişlerinin, artık dayanamayışlarının, hastane odalarında geçen gençliklerine isyan edişlerinin bir yansımasıymış. Garip şekilde gençlikleri, fiziki olarak onlara hayat verip güçlü kılsa da, ruhsal olarak yıpratıp ölüme yaklaştırıyor.

Edebi olarak özel bir değeri bulunmayan bu kitap tüm etki gücünü gencecik bir kızın dramından alıyor. Özellikle ölümcül hastalıklarla mücadele eden gençlerin iç dünyalarını merak edenlere ve anlamak isteyenlere öneriyorum.


Eroin Güncesi - Kanat Güner 

Aslında bu kitap tam bir günce değil. Bazı yerler kurgu, bazı yerler okuyucuya hitaben, bazı yerlerse tarih atılarak bir günlük sayfası şeklinde yazılmış. Kitapta yazılanlar o kadar sahici ve kitabın yayınlanmasından yaklaşık bir sene sonra yazarın televizyonlara haber olan ölümü o kadar genç ve trajik ki, bu kitabı yazıya almadan edemedim.


Yeraltı klasiklerinden olmuş bir kitap bu. Çapa Tıp Fakültesi son sınıf öğrencisi ve eroinman Kanat Güner'in bağımlılığı, hayatı, ölüme ve çevresine bakışı anlatılıyor kitapta; yazara göre bu kitap son bir iletişim  kurma denemesi.


Güner, çarpıcı şekilde ve son derece akıcı bir kalemle hayatına dair hemen her şeyi anlatıyor. Bütün bu anlattıklarının içine sinmiş bir anlaşılmama, yalnızlık, tepki ve cesaret var. Bunlardan da öte beni m ilgimi çeken yazarın üstü kapalı çelişkileri oldu. Bir noktada "...aptal olmadığım için eroinman olduğumun farkındayım..." derken yazdıklarının bir uyarı olduğunu vurgulaması; eroinin kendisine bazı insanlardan çok daha az zarar vermiş olduğundan bahsederken onu bırakmak için sayısız deneme yapması; onu bağımlılığı nedeniyle anlamak istemeyen ve aşağılayanları eleştirirken kendisinin de "koyun" olmakla itham edip aptal diyerek "normal"leri aşağılaması... 

Kaynak: kanatguner.com
Yer yer gençler için özendirici olabilecek ifadeler içerdiğinden bu kitabı 16 yaş altına öneremiyorum. Ben kitabı 20 yaşımda okumuştum; belki ortaokul yıllarımda Christiane F.'nin Eroin kitabını iki kere okuduğumdan, belki hiçbir zaman "farklı"lığa özenmediğimden veya o zamanlar artık ergenliğimin son demlerini yaşadığımdan, kitap beni birçok okuyucusunu ağlattığı kadar ağlatıp dağıtmadı. Öte yandan yine bir bağımlılığın psikolojisine herhangi bir tıbbi veya psikiyatrik kitap kadar (belki bazen daha fazla) ışık tutabilecek bu kitabı konunun meraklılarına ve sahici bir şeyler okumak isteyenlere öneriyorum.

Anne Frank'in Hatıra Defteri - Anne Frank

Hollanda'da yaşayan küçük Yahudi kızı Anne'in günlüğü herhalde dünyanın en meşhur günlüğüdür. Önce ergenliğin başındaki bir kızın sıradan küçük dünyasından yansımalarla başlar; elbiseler, erkekler, günlük olaylar, anne-baba... Hatta bazen insana garip ve manasız gelir yazılanlar. Eğer siz de o yaşlarda günlük tutmuşsanız ve onu şimdi okusanız ne derece garip ve manasız gelecekse, o derece işte. Çünkü bunlar gerçekten sıradan bir kızın sırf kendisi için yazdığı notlar. 


Onun hayatında sıradışı olan şey günlüğünün ilk bölümlerinde ikinci planda kalan II. Dünya Savaşı'dır. Aile, 1942 yazında şirket ofislerinin arkasındaki bir yapının çatı katında kendilerinden başka dört kişiyle birlikte (toplam sekiz kişi) saklanmak zorunda kalınca Anne'in de gündemi savaşa doğru kayar. Hollanda'nın sürgündeki Kültür ve Bilim Bakanı, Radyo Oranje'daki konuşmasında halkın çektiği acıları belgeleyen her tür evraka, örneğin günlüklere, savaştan sonra yayınlanması ve araştırmalarda kullanılması amacıyla sahip çıkması isteğinde bulunur. Bu noktadan sonra Anne de günlüğünü yayınlamaya karar verir; savaşa ve acılara ilişkin detayları daha yoğun şekilde kaydetmeye başlar. 


İki yıl boyunca gizli odada dostlarının yardımıyla saklanırlar. Yok olmamak için yokmuş gibi yaparak, evden dışarı çıkmayarak, geceleri ışık yakmayarak, sifonu çekmeyerek hatta bir noktadan sonra pencereleri dahi açmayarak... Fakat sanki savaş hemen yarın bitebilirmiş gibi gayretli; ders çalışarak, özel günleri hatırlayarak...ta ki isimsiz bir ihbar SS'lere Frank ailesinin saklandığı yeri ihbar edinceye kadar...


10 Ekim 1942, Anne Frank'in günlüğünden alıntı:
“Bu benim her zaman görünmek istediğim gibi bir fotoğraf.
Belki böylece hala Hollywood'a gitme şansım olur.
Ama şimdi korkarım çok farklı görünüyorum”.
Amsterdam, Hollanda. Anne Frank
kaynak: ushmm.org
Anne günlüğünün ilk sayfalarından birine şöyle yazmıştır: İleride ben de dahil hiç kimse on üç yaşında bir kızın içinden geçenlerle ilgilenmeyecekmiş gibi geliyor. Oysa ailenin savaştan tek sağ çıkabilen üyesi baba Otto Frank, günlükleri derleyerek basılmasına izin verdikten sonra kitap 65'ten fazla dile çevrilmiş, 30 milyondan fazla kişi tarafından okunmuş, sinema ve tiyatroya uyarlanmış. 15 yaşında 1945 yılında bulunduğu toplama kampı kurtarılmasından kısa süre önce tifüsten ölen Anne, günlükleriyle isteğini gerçekleştirmiş hatta hayal ettiğinden de fazlasını başarmış.


Frank ailesi ve arkadaşlarının saklandığı Amsterdam'daki ev bugün müzeye dönüştürülmüştür. Müze ve kitap hakkında www.annefrank.org adresinde detaylı bilgi bulmak mümkün.


Bkz: Hayatın Kurgusu: 1- Otobiyografiler
        Hayatın Kurgusu: 2- Biyografiler

26 Haziran 2012 Salı

Kitap İçinde Kitap

Hiç rüyanızda rüya gördüğünüzü veya uyuduğunuzu gördünüz mü? Garip değil mi? Buradaki gerçeklik ve gariplik halini okuduğum romanın kahramanının bir kitap okuduğu hallerde de yaşıyorum. Hele de romanda geçen kitap adıyla yazarıyla bizim dünyamıza aitse hemen sahicilik köprüleri kuruluveriyor.

Kahramanına kitap okutan romanlar iki açıdan hoşuma gidiyor. Birincisi ben de okumayı seviyorum (görüldüğü üzere!) ve kahramanla romanın sınırlarını aşan bir iletişim kurabiliyorum. İkincisi yazarın hem bir kitap sever hem de sanatçı egosuna sahip olduğunu düşünerek bu iki gücün çarpışmasından galip çıkıp roman kahramanının ellerinde beliren kitapları merak ediyorum, öğrenmek hoşuma gidiyor.

Siz de kitapları seven kitaplardan hoşlanıyorsanız buyurun...

Çatıkatı Âşıkları - Şükran Yiğit

Süreyya Hanım 70 metrekarelik çatıkatında kendine bir dünya kurmuş, eski tip bir kırtasiye dükkânı işleten, kitaplarla yaşayan  altmış iki yaşında kadındır. Arnavutköy'deki apartmanının karşısındaki binanın çatıkatında da iki dairesi vardır. Bunları güneyli bayan ve niteliksiz adama kiraya verir. Aslında onları kiracı değil kendine arkadaş seçmiştir. Tam da onlar taşınırken Süreyya Hanımın dükkanına bir mektup gelir... Geçmişin gölgeleri arasında işin içinden çıkmaya çalışan üçlünün öyküsü akıp gider.

Bu kitapta hem Süreyya Hanım hem de "niteliksiz adam" Mercan okumayı ciddi uğraş edinmişlerdir. Roman boyunca şu kitaplardan bahsederler:
* Niteliksiz Adam - Robert Musil
* Günlerin Köpüğü - Boris Vian
* Hüzünlü Kahvenin Türküsü - Carson McCullers
* Kayayı Delen İncir - Turgut Uyar
Anita Meierwisch'in Blomberg'de Kar Yağıyor ve Calm Rice'ın Aşk Şiirleri diye iki kitap daha geçiyor ama araştırmalarımda bu kitapların gerçekliğine dair bir bulguya rastlamadım. 

Yiğit bu kitabı "bu dünyada kendileri için mümkün olmasına rağmen, ne pahasına olursa olsun kazanmaya oynamayan iyi insanların varlığını hissetmek ve hatırlatmak için" ve "üç iyi insanın daracık da olsa hayata çıkan bir yolda buluşabildiklerini umut etmek" için yazmış. Romanın sade ve sıcak atmosferi benim de hoşuma gitti, kitaptaki herkesin birer terk ediliş/terk ediş öyküsünün olması ve yeri geldiğinde bunların açığa çıkması da güzeldi. Öte yandan hikâyede genel olarak böyle bir iyilik romanı için fazla tedirgin ediciydi,  kurguda da yer yer boşluklar vardı. Bir de sonu gelmez imlâ hataları okuma zevkini bir hayli bozdu.

Firmin: Hümanist Entel Serseri - Sam Savage

Boston'da bir kitapçının deposunda on üç kardeşinin en küçüğü olarak dünyaya geliyor Firmin. Anne sütü için kardeşleriyle mücadele edemeyecek kadar zayıf olduğundan etraftaki kitapları kemirmeye başlar. Sonra tadı bu kadar güzelse okumak harikadır kim bilir diyerek okumayı, düşünmeyi, hissetmeyi öğreniyor. Firmin kitapları ve kitap dükkânındaki hayatı tanımasıyla insanların dünyasına da bir adım atıyor. Her gün biraz daha bilgin, biraz daha duygun, biraz daha olgun olan faremiz birçok doğuştan insanın olamadığı kadar insanlaşıyor. Pembroke Kitapları'nın sahibi Norman Shine'la tek taraflı ilişkisi, kitapçının bulunduğu Scollay Meydan'ın belediyece yıkılışı, bohem yazar Jerry Magoon ile yaşadığı dönem, Rialto Tiyatrosu, "sıradan, cahil yiyecek" bulma maceraları boyunca kitap mizahi ve doğal anlatımının altında giderek artan bir melankoli taşıyor.

Savage'ın kitabı Kirkus Review tarafından "Kitapseverler için muhteşem bir hazine" olarak tanımlanmış. Gerçekten de kitap, kitaplar, yazarlar, alıntılar ve kitap sevgisiyle dolu. Sadece edebiyata değil her türlü ciltli neşriyata sonsuz çekim hisseden Firmin en sonunda kendi hikayesini anlatırken de ilk paragrafta üç yazarın (Nabokov, Tolstoy, Ford Madox Ford) üç ünlü kitabının (Lolita, Anna Karenina, İyi Asker) açılış cümelerini alıntılıyor. Kitabın geri kalanında da sayısız kitaptan bahsediliyor. En önemlilerini seçmek çok zor çünkü Firmin hepsine aşık. Yine de Firmin'den bir alıntıyla gözdelerini sıralayabilirim:
"O ilk baş döndürücü günlerde ne kitaplar keşfettim bir bilseniz! Bugün bile o kitapların isimlerini söylemek gözlerimi yaşartır. Söyleyin o zaman, yavaşça, ve bırakın erisin kalbiniz. Oliver Twist. Huckleberry Finn. Muhteşem Gatsby. Ölü Ruhlar. Middlemarch. Alice Harikalar Diyarında. Babalar ve Oğulları. Gazap Üzümleri. Tenin Yolu. Amerikan Trajedisi. Peter Pan. Kırmızı ve Siyah. Lady Chatterley'in Sevgilisi."
Kitapları sevenlerin ve birazcık fanteziden rahatsız olmayacakların bu kitaptan da zevk alacağını, sonunda kendilerine uzunca bir okuma listesi çıkaracaklarını düşünüyorum.

Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın - Selim İleri

Bir nehir roman denemesi. Geçmiş, Bir Daha Geri Gelmeyecek Zamanlar serisinin ilk kitabı. Hani edebiyat derslerinde olay öyküsü-durum öyküsü diye bir şey anlatmışlardı ya bize... eğer romanları da böyle sınıflayabilsem bu kitabı da durum romanı başlığının altına yazardım. Çok kişisel bir eser. Selim İleri eskiye dair sevdiklerini, hissettiklerini, düşüncelerini, hatıralarını işte içinden ne geçmişse hepsini biraz hayal gücüyle karıştırıp yazmış. 1890 ila 1930 arasında bir zamanda, onunla birlikte biz de bir kurabiye kutusundan bir kitapçının vitrinine, anneannesinin mutfağından dönemin moda dergilerindeki illüstrasyonlara savrulup duruyoruz.

Elbette bir yazar kitap sever, böyle olunca kitaplar ve yazarlar uzun uzun anlatılmış.
* Refik Halit Karay - Türk Prensesi Nilgün (üçleme)
* Reşat Nuri Güntekin - Damga
* Samipaşazade Sezai - Sergüzeşt
* M. Turhan Tan - Safiye Sultan
Kitabın dördüncü bölümü "Türk Prensesi", Türk Prensesi Nülgün üçlemesine ayrılmış; üçleme, onun anlatıcıdaki etkisi ve tüm çağrıştırdıkları detaylıca anlatılmış. Kitapta ayrıca Ahmet Haşim, Yakup Kadri, Halid Ziya, Abdülhak Hamit gibi birçok edebiyatçı hayallerle yeniden canlandırılmış.

İnsan böyle bir yazarın ödül almış kitabına bunu derken çok zorlanıyor ama ne yapayım okurken çok ama çok zorlandım. Kitapta takip edilecek bir karakter veya olay olmamasının yanında, ve bundan ziyade sıfatların, çağrışımların, uzun cümlelerin arasında kaybolup gitmiş birbiriyle ilgisiz gibi görünen bölümler beni çok yordu. Ancak yazarının tam olarak anlayabileceği çok kişisel bir açıdan yazılması kitapla arama kalın duvarlar çekti. İleri'nin dil güzelliği tartışılmaz; hangi kitaptan yeni kelimeler öğrendiniz en son? Fakat üslupçuluk kişisellikle birleşince bana ağır geldi. Kitabı ara vererek azar azar okudum ve bu şekilde daha kolay hazmedebildiğimi gördüm. Kitabı Selim İleri severlere şiddetle tavsiye etmekle birlikte yavaş yavaş okunmasını, İleri ile tanışma kitabı olarak da başka bir eserinin tercih edilmesini öneriyorum.

Şurada kitap hakkında daha fazla detay bulabilirsiniz: Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın - Selim İleri

23 Haziran 2012 Cumartesi

Muradiye Külliyesi ve Muradiye Türbeleri - Bursa


Muradiye Külliyesi, Bursa’da Osmanlı Sultanları tarafından yaptırılan son külliyedir. Sultan 2. Murat tarafından 1425-1426 yılları arasında yaptırılmış ve içinde bulunduğu semte ismini vermiştir.


Külliye; cami, hamam, medrese, imaret ve külliyenin bahçesine daha sonraki yıllarda yapılan 12 türbeyi içerir.  Bu türbe topluluğu Semerkant’taki Şah Zinde ve İstanbul'daki Eyüp Sultan ile birlikte, Türk İslam dünyasının sayılı türbe topluluklarından birisidir. 
Kanuni’nin Konya’da öldürttüğü oğlu Şehzade Mustafa, Fatih’in Napoli’de sürgünde ölen oğlu Cem Sultan, Yavuz Sultan Selim'in boğdurttuğu kardeşi Şehzade Ahmet gibi bahtsız şehzadelerin türbelerini barındırmasından ötürü Muradiye’den , A.H. Tanpınar’ın ifadesiyle “sabrın acı meyvesi” olarak bahsedilir.



Külliyenin merkezini Muradiye Camii oluşturur. Giriş cephesi görkemli, diğer cepheleri sadedir.  Külliyedeki türbelerin en büyüğü ve en eskisi olan 2. Murad türbesi  caminin görkemli girişinin hemen karşısındadır.  1451’de Edirne’de hayatını kaybeden Sultan 2. Murat, 1443’te kaybettiği büyük oğlu Alaaddin’in yakınına gömülmek istediği için cenazesi Bursa’ya getirilmiş ve küçük oğlu Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan bu türbeye gömülmüştür. 2. Beyazid’in oğlu Alaaddin, kızları Fatma ve Hatice’ye ait sandukalar da 2. Murat türbesinin içinden geçilerek ulaşılan sade odada bulunmaktadır. Türbenin kubbesi, 2. Murat’ın vasiyeti gereği mezarın yağmur sularıyla ıslanması için gökyüzüne açık olarak yapılmıştır.


Diğer türbelerin çoğu Fatih ve 2. Bayezıd devirlerine aittir.  Fatih Sultan Mehmet’in annesi Hüma Hatun, ebesi Ebe Hatun, ilk eşi Mükrime Hatun, Fatih’in oğulları Şehzade Mustafa ve Cem Sultan, Şehzade Mustafa’nın annesi ve Fatih’in eşi Gülşah Hatun;  2. Bayezıd’ın eşi Gülruh Sultan, oğlu Şehzade Mahmud; Kanuni’nin büyük oğlu Şehzade Ahmed,  Kanuni’nin küçük oğlu Şehzade Mustafa türbeleri ile iki saraylı hanıma ait olduğu sanılan Cariyeler Türbesi Muradiye Külliyesi’nde yer alan diğer türbelerdir. 
Muradiye Medresesi, Bursa’daki en güzel medrese olarak bilinir.  Güzelliğini,  duvarlarındaki hünerli tuğla işçiliğine borçludur. Bir avlu etrafında sıralanan 16 küçük odadan oluşmuştur. Türbeler arasında iki adet sekizgen mermer havuz bulunur.
Muradiye Külliyesi’nin restorasyonu için çalışmalar sürmektedir. 
Külliye'nin Yeri : Muradiye Külliyesi; Muradiye semtinde Kaplıca Caddesi, Beşikçiler Caddesi, 2. Murat Sokak, Sedat Sokak arasındaki bölgede yer alır. 
Kaynak: http://bursadayasam.blogcu.com/muradiye-kulliyesi/295058

Amatör Gezgin'in Notları:
Açıkçası Muradiye Külliyesini detaylı gezemedim. Türbelerin 1-2 tanesi dışında büyük bir kısmı kilitliydi. Görevlinin anlattığına göre devam eden bir restorasyon varmış (girdiğim iki türbede bırakın restorasyonu, türbenin duvarları bakımsızlıktan parça parça dökülüyordu). 


Ayrıca Şehzade Mustafa türbesi'nin de çinileri çalınmış ve "Muhteşem Yüzyıl" dizisinin de etkisiyle Şehzade Mustafa ve Mahidevran Sultan'ın beraber yattığı türbeye büyük bir ziyaretçi akımı olmuş ve kapılara kilit vurulmuş. Bunların haricinde türbelerin yer aldığı bahçe inanılmaz yeşil ve huzurlu bir alan. İnsan saatlerce mis gibi yeşillik kokularının ve kuş seslerinin arasında rahatlıkla oturabilir (Bahçede hissettiğim huzuru türbelerde hissettiğimi pek söyleyemeyeceğim ama. Tenhalığının da verdiği etkiyle itiraf ediyorum biraz korktum). 






Burada bulunan türbelerden 2.Murat'a ait olan türbenin ise enteresan bir hikayesi var. 2.Murat türbesinde çok sevdiği oğlu, gözde şehzadesi Alaaddin Ali ile beraber yatıyor. (Alaaddin Ali Amasya valisi iken bir suikaste uğruyor. Bunun üzerine 2. Murat neredeyse tam anlamıyla yıkılıyor). Vasiyetinde benden sonra soyumdan gelen hiç kimse bu türbeye gömülmesin diye vasiyet ediyor. Böylelikle Osmanlının 6. Padişahı olan 2. Murat Bursa'ya gömülen son padişah oluyor. (Bazı tarihçilere göre Padişahın böyle bir vasiyet yazmasının sebebi gözde şehzadelerinden görmediği 2. Mehmet (Fatih Sultan Mehmet) ile aynı türbede yatmak istememesidir). Enteresan olan diğer bir konu ise 2. Murat'ın sanduka yerine üstü açık bir mezarda yatmak istemesidir. Yağan yağmurun mezarına yağmasını istemiştir. Bu sebepten dolayı türbesinin de üzeri açıktır. Bahtsız şehzadelerden biri olan Şehzade Cem'in de türbesi buradadır.

22 Haziran 2012 Cuma

Ulu Camii - Bursa






Bursa Ulu Camii, aslen zaviye olarak yapılan, sonradan cami olarak kullanılmaya başlanmış olmasına rağmen çok ayaklı cami şemasının en klasik ve anıtsal örneği sayılır. I. Bayezid tarafından 1396-1400 yılları arasında yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı cami yaklaşık toplam 5000 metrekare boyutlarında olup 20 kubbe ile örtülüdür. Sekizgen kasnaklara oturan kubbeler mihrap duvarına dik beş sıra halinde dizilmiştir. Kasnaklar mihrap ekseni üzerindekiler en yüksek olmak üzere yanlara doğru gidildikçe her sırada daha alçak düzenlenmiştir.







Düzgün kesme taşlarla inşa edilmiş kalın beden duvarlarının masif etkisini hafifletmek için cephelerde her kubbe sırası hizasına gelmek üzere sağır sivri kemerler yapılmıştır. Her kemerin içinde iki sıra halinde ikişer pencere yer alır. Bunların gerek biçimleri gerek boyutları her cephede farklıdır. Son cemaat yeri bulunmayan yapının kuzey cephesinde köşelerde sonradan yapılan iki minare vardır. Minarelerin ikisi de beden duvarına oturmaz, yerden başlar. Batı köşesindeki minare I. Bayezid tarafından yaptırılmıştır. Sekizgen biçimli kürsüsü bütünüyle mermerden, gövdesi tuğladandır. I. Mehmet'in yaptırdığı söylenen doğu köşesindeki kare kürsülü minare, caminin beden duvarından da 1 m kadar ayrıktır.

Şerefeler her iki minarede de aynı olup tuğlalı mukarnaslarla bezelidir. Kurşun kaplı külahlar 1889'daki yangında ortadan kalkınca, bugünkü boğumlu taş külahlar yapılmıştır.Türk islam dünyasının en eski camilerinden birisi ulu camiidir. Minberin giriş kapısının üzerindeki kitabede altın yaldızla Osmanlıca olarak, 'Yıldırım Beyazıt Han tarafından hicri 804 (miladı 1399) yılında yaptırılmıştır' ibaresi yer alıyor. Bursa kent merkezinde, Atatürk Caddesi üzerindedir.

Kaynak: Vikipedi 

Detaylı bilgi için: http://www.bursaulucami.org/index1.php

Amatör Gezgin'in Notları:
Bursa Ulu Camii gördüğüm en etkileyici ve güzel Camii'lerden biri diyebilirim. Belki de bunun sebebi tam ortada yer alan kubbeden gelen gün ışığı olabilir. Bu ışığın dışında ortada yer alan şadırvandan akan şırıl şırıl akan su ve kadın - erkek birçok kişinin özellikle şadırvan etrafında ve camiinin çeşitli yerlerinde oturup; kiminin Kuran okuması kiminin de sıcak günün etkisinden kurtulmaya çalışmasıda sıcak bir hava yaratıyor ortamda. 


Koza Han - Bursa



















Koza Han'a girince eğer benim gibi alışveriş seven biriyseniz muhtemelen kendinizi kaybedeceksiniz. Hanın içindeki mağazalarda çeşit çeşit ipek fularlar, eşarplar, çantalar, havlular yani aklınıza ne gelirse satılıyor. Alt katta bulunan şadırvanın çevresinde oturup bir çay içeyim diyene kadar onu da alayım, bunu da alayım diye diye bana oldukça pahalıya patladı Koza Han. Ama yine gitsem yine dayanamam alırım birşeyler ne yalan söyleyeyim. Tarihine gelince; Koza Han 1491 yılında Sultan II.Beyazıd tarafından dönemin en iyi mimarlarından Abdül ula bin Pulat Şah tarafından yapılmış.Hanın içinde geniş, dikdörtgen bir avlunun çevresinde iki katlı olan han 95 odalı ve tam ortasında küçük bir mescidin altında bir şadırvan var. Hanın doğusunda ise ahır ve depoların bulunduğu Dış Kozahan denilen ikinci bir avlulu bölüm var.Günümüzde çeşitli mağazaların olduğu han'da özellikle Bursa'ya has olan ipek kumaşlar, fular ve eşarplar, çeşitli hediyelik eşyalar satılmakta. 

Bu arada ben alışverişimi Bursa İpek'ten yaptım. Hem fiyatlarda indirim yaptılar sağ olsunlar, hem de çok çeşit vardı...

21 Haziran 2012 Perşembe

Hacivat / Karagöz Anıtı ve Mezarları - Bursa







Bilmeyen yoktur ama öncelikle Hacivat ve Karagöz hakkında biraz bilgi vermek isterim.
Bu iki karakterin gerçekten yaşayıp yaşamadığı, yaşadıysa nerede nasıl yaşadığı kesin olarak bilinmemektedir. Anlatılanlar rivayete dayanır, zira gerçekten yaşamış olsalar bile büyük ihtimalle bahsedilen dönemde tarih kitaplarına girecek kadar önemli bulunmamışlardır. Halkbilimciler Karagöz'ün bazı oyunlarda çingene olduğunu kendi ağzıyla itiraf etmesi, Bulgar gaydası çalması ve Evliya Çelebi'nin tanıklığına dayanarak Bizans imparatoru Konstantin'in Çingene seyisi Sofyozlu Bali Çelebi olduğunu ileri sürmektedir. Bir diğer rivayet ise Hacı İvaz Ağa ya da halka mal olan adıyla Hacivat ve Trakya'da bulunan Samakol köyünden demirci ustası Karagöz,Orhan Gazi devrinde Bursa'da yaşamış Ulu Camii'nin yapımında çalışan iki işçidir. Kendileri çalışmadıkları gibi diğer işçilerin de çalışmasını engellemektedirler. Orhan Gazi'nin, "cami vaktinde bitmezse kelleni alırım" dediği cami mimarı, caminin vaktinde bitmemesine sebep olarak Karagöz ve Hacivat'ı şikayet eder. Bunun üzerine bu ikili başları kesilerek idam edilir. Karagöz ve Hacivat'ı çok seven ve ölümlerine çok üzülen Şeyh Küşteri ölümlerinin ardından kuklalarını yaparak perde arkasından oynatmaya başlar. Bu sayede Hacivat ve Karagöz tanınır.
Karagöz ve Hacivat oyunu ise; taklide ve karşılıklı konuşmaya dayanan, iki boyutlu tasvirlerle bir perdede oynatılan gölge oyunudur. Karagöz oynatıcısına hayali, hayalbazdenir. Yardımcıları çırak, yardak, dayrezen, sandıkkar'dır. Oyunda konuşmaların değişmesi baş hareketleriyle yapılır.

Karagöz, Hacivat ve Şeyh Küşteri'nin mezarı günümüzde Bursa'da Çekirge semtinde bulunmakta.