Ödüller edebiyat dünyası için çok önemli. Yazarları ve yayınevlerini daha iyiye teşvik ederken okuyuculara da yol gösteriyor ve onların ilgilerini canlı tutuyor (ya da en azından beklenen bu). Ben de ABD'de verilen önemli ödüllerden ve bunları kazananlardan bir tutam seçtim: Bel Canto (PEN/Faulkner), Gilead (Pulitzer), Travma (Edgar).
PEN/Faulkner Ödülü ve 2002 Kazananı: Bel Canto - Ann Patchett
William Faulkner Amerikan edebiyatının en önemli yazarlarından biri. 1949 yılında Nobel Ödülü'nü kazanan Faulkner, aldığı para ödülünü (yaklaşık 1 milyon dolar) kendi adını taşıyan bir vakfa bağışladı. International PEN ile de bağlantılı olan bu vakıf 1980 yılından bu yana yeni kurgu yazarlarını desteklemek amacıyla, yaşayan Amerikan vatandaşları içinden seçilen finalistlere 5 bin, kazanana ise 15 bin dolarlık ödül veriyor.
Bel Canto sevginin ve sanatın var ediciliğiyle, şiddetin ve nefretin yıkıcılığını bir arada sunuyor. İkisinin çarpışmasını, birbirine dönüşmesini, birbirini yok etmesini anlatıyor.
Fakir bir Latin Amerika ülkesinde belki yatırım yapar ümidiyle dünya devi Japon bir elektronik şirketinin sahibine doğum günü partisi düzenleniyor. Partiye patronun saplantılı bir hayranlık duyduğu opera sanatçısı da konser vermek üzere davet ediliyor. Bu fırsattan istifadeyle dünyanın her yanından insanlar bu şeçkin partide ülkenin başkan yardımcısının güzel evinde buluşuyor. Sonra BAM! Bir grup terörist havalandırmadan süzülerek konseri basıyor ve yüzden fazla kişiyi rehin alıyor. Çamurlu postallarlar makosen ayakabılar, üniformalar ve şifon gece elbiseleri, çelik namlular ve gümüş şamdanlar birbirine karışıyor.
Romanın devamında rehin alanlar ve rehin alınanlar arasında ve bu iki grubun kendi içlerindeki ilişkileri, kişilerin iç dünyaları, insanlık halleri; özenle seçilmiş detaylar, güçlü tasvirler, çarpıcı sahnelerle işleniyor. Kitap kendine ait bir evren yaratıyor. Zaman geçtikçe iki grup arasındaki duvarlar yavaş yavaş yıkılıyor. Sanki yıkılan duvarlar içerdekilerle dışardakiler arasında yükselmeye başlıyor. Çok yavaş ve doğal olmasına rağmen ben bu yakınlaşmanın ulaştığı son raddeyi abartılı ve naif buldum. Öte yandan anlatımın güzelliği yanında bu hayalperest tavırdan hiç rahatsız olmadım.
Roman gerçek bir olaydan esinlenilerek yazılmış. 1997 yılında Peru'da dört buçuk ay süren ve Japon Büyükelçiliği Krizi diye bilinen rehin alma olayının ana hatlarıyla romanın kurgusu bire bir örtüşüyor. Ben heyecanı kaçmasın diye kitabı okuduktan sonra olayı araştırdım; size de okuduktan sonra mutlaka bu olayı araştırmanınızı tavsiye ederim. Tabi merakınıza yenilip de önce Peru olayını öğrenirseniz de üzülmeyin çünkü kitap olaylar ve maceradan ziyade duygular ve insan ilişkileri üzerine kurulu.
Roman üç yüz küsür sayfa boyunca kadın bakış açısını da koruyor. Roxanne, Carmen, Beatriz... Sayıca azlar ama romana yön veriyorlar. Nefretin ve sevginin karşı karşıya geldiğini söylemiştim ya; ister rehine olsun ister terörist kadınlar hep var eden taraftalar sanki. Bu açıdan bakınca kitabın sadece kadın kurgu yazarlarına verilen Orange Ödülü'nü 2002 yılında kazanması hiç şaşırtıcı değil.
Fakir bir Latin Amerika ülkesinde belki yatırım yapar ümidiyle dünya devi Japon bir elektronik şirketinin sahibine doğum günü partisi düzenleniyor. Partiye patronun saplantılı bir hayranlık duyduğu opera sanatçısı da konser vermek üzere davet ediliyor. Bu fırsattan istifadeyle dünyanın her yanından insanlar bu şeçkin partide ülkenin başkan yardımcısının güzel evinde buluşuyor. Sonra BAM! Bir grup terörist havalandırmadan süzülerek konseri basıyor ve yüzden fazla kişiyi rehin alıyor. Çamurlu postallarlar makosen ayakabılar, üniformalar ve şifon gece elbiseleri, çelik namlular ve gümüş şamdanlar birbirine karışıyor.
Romanın devamında rehin alanlar ve rehin alınanlar arasında ve bu iki grubun kendi içlerindeki ilişkileri, kişilerin iç dünyaları, insanlık halleri; özenle seçilmiş detaylar, güçlü tasvirler, çarpıcı sahnelerle işleniyor. Kitap kendine ait bir evren yaratıyor. Zaman geçtikçe iki grup arasındaki duvarlar yavaş yavaş yıkılıyor. Sanki yıkılan duvarlar içerdekilerle dışardakiler arasında yükselmeye başlıyor. Çok yavaş ve doğal olmasına rağmen ben bu yakınlaşmanın ulaştığı son raddeyi abartılı ve naif buldum. Öte yandan anlatımın güzelliği yanında bu hayalperest tavırdan hiç rahatsız olmadım.
Roman gerçek bir olaydan esinlenilerek yazılmış. 1997 yılında Peru'da dört buçuk ay süren ve Japon Büyükelçiliği Krizi diye bilinen rehin alma olayının ana hatlarıyla romanın kurgusu bire bir örtüşüyor. Ben heyecanı kaçmasın diye kitabı okuduktan sonra olayı araştırdım; size de okuduktan sonra mutlaka bu olayı araştırmanınızı tavsiye ederim. Tabi merakınıza yenilip de önce Peru olayını öğrenirseniz de üzülmeyin çünkü kitap olaylar ve maceradan ziyade duygular ve insan ilişkileri üzerine kurulu.
Roman üç yüz küsür sayfa boyunca kadın bakış açısını da koruyor. Roxanne, Carmen, Beatriz... Sayıca azlar ama romana yön veriyorlar. Nefretin ve sevginin karşı karşıya geldiğini söylemiştim ya; ister rehine olsun ister terörist kadınlar hep var eden taraftalar sanki. Bu açıdan bakınca kitabın sadece kadın kurgu yazarlarına verilen Orange Ödülü'nü 2002 yılında kazanması hiç şaşırtıcı değil.
Kısaca kitabı beğendim ve tavsiye ediyorum. Ayrıca kapağını pek beğendiğimi söylemeden geçemiyorum.
Pulitzer Ödülü ve 2005 Kazananı: Gilead - Marilynne Robinson
Gazete yayımcısı Macar asıllı Joseph Pulitzer'in vasiyetiylegazetecilik okulu ve ödülleri için Columbia Üniversitesi'ne yaptığı yüklüğü bağışın 250 bin dolarlık kısmı Pulitzer Ödülü ve Bursu için kullanılıyor. 1917 yılında kurulan Pulitzer Ödülü diğer ödüllerin aksine sadece edebiyat alanında değil gazetecilik ve müzik alanlarında toplam yirmi bir dalda veriliyor. Edebiyat alanında (biyografi, kurgu, tarih, şiir, oyun ve genel kurgu olmayan yazı) ödül alabilmek için Amerikalı olmak ve tercihen Amerikan hayatı üzerine eser vermek gerekiyor. Kazanan prestijin yanında 10 bin dolarlık bir çekin de sahibi oluyor. Yalnız bu yıl (2012) jüri kurgu dalında hiçbir eseri ödüle layık görmeyerek tartışma yarattı.
Gilead, ABD'nin Iowa eyaletinde hayali bir kasaba. Adını İncil'de geçen Gilead tepesinden alıyor. ABD İç Savaşı sırasında ve sonrasında yaşamış 3 kuşak din adamı bir aileyi anlatıyor. Bu üçlü birbirinden çok farklı. Dede eline silah alıp kölelik yanlılarına karşı savaşırken baba bunun günah olduğunu, çünkü ne olursa olsun kan dökmenin meşru olamayacağını düşünüyor. Oğul John Ames ise bunları ve kendi hayatından süzdüklerini kendi oğluna anlatıyor. Tüm bunları okuyup sizi bir macera bekliyor sanmayın. Kitap anılar, dini alıntılar, iç hesaplaşmalar ve felsefi fikirlerle dolu.
Kitabın en güçlü yanının anlatım tekniği olduğunu düşünüyorum. Anlatımın başında John Ames bu 'mektubun' ne yazdığı resmi evraka ne de vaazlarına benzeyeceğini, sadece düşündüğü gibi yazacağını belirtiyor. Öyle de oluyor. Peder Ames gerçekten de kendi kendine düşünür gibi yalın kelimelerle bir konudan diğerine yumuşak geçişler yaparak içtenlikle yazıyor. Kendinizi yaşlı bir adamın beynine girmiş dolaşır gibi hissediyorsunuz.
Yazar Ames aracılığıyla aile bağları, hayatın kıvrımlarında saklı ufak mutlukluk ve zevk anları, doğmak ve ölmek konularını hoş satırlarla işlemiş. Ruhaniyeti sevenlere özellikle hitap edecektir bu bölümler. Bu satırlar bir pedere ait olunca bol bol İncil alıntısı ve din felsefesi de eksik olmamış tabi.
Ve ben bu kitabın yarısından fazlasını okuyup yarım bıraktım. Hem de kitabı yurtdışından getirttiğim ve kitaba büyük şevkle başladığım halde! Nedeni ne kadar hoş olsada yukarıda bahsettiğim konular üstünde bir takım sipritüel fikirlerin herhangi bir ana olay örgüsüne bağlı olmaksızın tekrarlanıp durması. Öyle ki 70. sayfadan sonra hiçbir yere varamadığım, on sayfa atlayıp okumaya davem etsem farkına varmayacağım hissine kapıldım.
Ben böyle söylüyorm ama kitap aynı zamanda Ulusal Kitap Eleştiri Çevresi Ödülü (National Book Critics Circle Award) sahibi. Tercih sizin.
Ben böyle söylüyorm ama kitap aynı zamanda Ulusal Kitap Eleştiri Çevresi Ödülü (National Book Critics Circle Award) sahibi. Tercih sizin.
Edgar Ödülü ve 2011 Kazananı: Travma - Steve Hamilton
Tam adı Edgar Allen Poe Ödülleri olan bu ödüller 1946 yılında kuruldu. 1954'ten bu yana her sene Amerikan Gizem Yazarları Derneği tarafından roman, kısa hikâye, televizyon, film, tiyatro ve gerçek konulu yazı dallarında veriliyor. Bu ödülü alabilmek için diğerlerinin aksine ABD vatandaşı olmak gerekmiyor yalnız eserin ABD'de erişilebilir olması yani oyunsa ABD'de sahnelenmesi, kitapsa kitapçılarda satılıyor olması şart. Ayrıca ödüller suç, gizem, gerilim veya entrika konulu eserlere veriliyor.
Bu kitap bir çok-satan olmak için işe yarar tüm unsurları içeriyor: gizem, macera, romantizm, dram... Son yıllarda popüler olduğu üzere kahraman ergenliğinin ortasında travmaya uğramış bir genç adam. Bir baş kahraman olmak için kitap boyunca (sonu hariç) fazla edilgen olsa da, onu kitabın yıldızı yapacak pek çok özelliğe sahip. Micheal konuşamadığı için hep gizemli, temiz yüzlü hatta yakışıklı, bir gördüğünü bir daha bakmadan tüm detaylarıyla çizebilecek kadar resme yatkın ve her türlü kilidi açma konusunda kendi kendini yetiştirmiş bir usta.
Kitaptaki ergen romantizmi, sevdiği kız için tehlikeye atılma ve "Seni bu işe bulaştıramam" klişesi ile Micheal'ın son sayfalara kadar sürdürdüğü edilgenliği beni kitaba bayılmaktan alıkoysa da kitabın takdir ettiğim taraflarını vurgulamayı tercih edeceğim.
Öncelikle özensiz hatta yer yer hatalı çevirisine rağmen anlatım tekniğini çok beğendim. Yazar, Micheal'ın travmatize olmuş zihninin duyarsızlığını ve hatta boşvermişliğini anlatımının içinde çok güzel vurgulamış. Başkaları onunla konuşurken onun aklından geçenler hem durumunu hem de yaşını çok güzel ifade etmiş.
İkinci olarak da kitaptaki her olayın, her detayın bir diğeriyle eklemlenişi çok başarılı. Travma nedeni ile kilitler konusundaki bilinçdışı takıntısı, konuşamaması ile başının giderek daha çok belaya girmesi, zor çocukluğu ile suça karışması gayet güzel örtüşüyor. Kurguyla ilgili tek şikayetim Micheal'ın sevdiği kızın babası tarafından mafyaya bulaştırılması sürecinin biraz zorlama gelmesi.
Son olarak, yukarıda bahsettiğim olumsuz taraflarına ilaveten, sonun (Micheal'ın hapse girmesi) baştan söylenmiş olmasının verdiği rahatlık nedeniyle kitabın iddia edildiği gibi kalbimi güm güm attırmasa da iyi dozda macera içerdiğini söyleyebilirim. Bu kolay okunan diliyle birleşince sayfalar su gibi akıp geçiyor.
Kitap ayrıca ALA Alex Ödülü (2011) ve Suç Yazarları Birliği Ian Flemming Steel Dagger Ödülü (2011) sahibi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder