Herkes yapar mı bilmem, ben şehir dışına çıkarken gideceğim şehirde geçen bir roman, orayla ilgili bir kitap veya o şehirle özdeşleşmiş birinin hayatını okumaya bayılırım. Paris'teki Eş de çok önceleri görüp beğendiğim ama sonra okumadığım bir kitaptı. Paris arifesi yeniden bu kitabı fark edince pek sevindim çünkü Paris'teki Eş Ernest Hemingway'in ilk eşi Hadley Richardson'ı ve Hemingway çiftinin evliliği ile Paris'teki hayatlarını anlatıyor. Elbette Ernest Hemigway'in yazarlık kariyerinin başındaki mücadelesi ve kişiliği de geniş yer alıyor kitapta. Yani hem Paris'te geçen bir roman, hem de Hemingwaylerin hayatı, daha ne isterim?
Paris'teki Eş Hadley ile Ernest'in tanıştığı gece ile başlıyor. Evlendikten kısa bir süre sonra Paris'e taşındıkları için kitabın neredeyse tamamı Paris'te geçiyor. Çiftin ayrılıp ABD'ye dönmesine kadar devam ediyor. Romanın kapsadığı dönem sadece dört kez evlenen Ernest Hemingway'in ilk eşiyle yaşadıklarını anlatması açısından değil, bir yazar olarak kendini kabul ettirmesi ve ilk eserini yayınlatması mücadelesini de içermesi açısından ilgi çekici.
Hemingway'in hayat hikayesine hakim olanlar kitapta elbette büyük sürprizler bulamayacaklar. Benim gibi Hemingway'in savaş muhabirliği yapmış, I. Dünya Savaşı ve İspanya iç savaşına katılmış, maço ve çapkın bir doğa adamı olduğu dışında bir şey bilmeyenler için ise heyecanlı bir hikaye. Her şeyden önce tutkulu bir hikaye. Hadley'in tutkusu Ernest, Ernest'in tutkusu ise edebiyat. Ernest de Hadley'i seviyor aslında, Hadley ise kendinden sekiz yaş küçük bu macera sever adamda şüphesiz o yaşına kadar ıskaladığı hayatı, kendine biçilmiş sıkıcı yaşamdan kaçış imkanını buluyor.
Fedakarlık, hırs, gözyaşı, eğlence, kıskançlık, bencillik, lüks ve yokluk... Hepsinin yaşandığı evliliği yazar Paula McLain Hadley'in ağzından anlatıyor. Nadiren de anlatıcının kim olduğunu içeriğinden anladığımız kısa bölümlere yer veriyor. Hadley'in anlayışlı ve şefkatli tarafını anlatıma da yansıtarak sevdiği sevmediği herkesi iyi ve kötü taraflarıyla sunuyor. Bu tarz ve aradaki kısa bölümler karakterlerin karikatürleşmeden yeniden hayat bulmasını sağlıyor. Böylece benim önceden antipatik bulduğum Ernest'e karşı en azından bir acıma ve anlayış geliştirmeme de neden oldu bile diyebilirim.
Anlatım akıcı, bazen detaylara yer verse de okutuyor kendini. Öykü zaten belli ama ben yazarın da kurgularken fena iş çıkarmadığını düşünüyorum. Okuduğunuz en güzel romanlardan biri olmayabilir ama özellikle Paris'te kitapta bahsedilen caddelerden geçip o kafelerde otururken okumak, özellikle de edebiyat sever biri için harika bir deneyim.
McLain, Hemingwaylerin Paris hayatını birçok kaynaktan derleyip romanlaştırmış, hatta kitabın sonuna bir kaynakça ve son söz eklemiş. Dilerseniz buradan devamla ister Ernest veya Hadley'in hayatı hakkında yeni kitaplara, ister Ernest'ın o dönemde yazdığı yaşadıklarından izler taşıyan romanlara ulaşabilirsiniz.
Hadley, Jake (nam-ı diğer Bumby), Ernest. Aralık 1925 Kaynak: wikipeadia.com |
* * *
Nitekim ben de hızımı alamayıp Hemingway'in ilk romanıyla devam ettim okumama. Fiesta: The Sun Also Rises (Güneş de Doğar) roman Paris'teki Eş'te de uzun uzun anlatılan ve çiftin ilişkisinde önemli bir dönemeci imleyen bir tatilden esinlenilerek yazılmış. Romanın anlatıcısı ve baş karakterlerinden biri olan Jake Barnes aslında yazarın kendisi. Savaş arkadaşı delikanlı Bill Gorton ve sıradan ve sıkıcı Robert Cohn ile Panplona'daki şenliğe katılıp yapılacak boğa güreşlerini izlemeye karar veriyor. Jake dahil herkesin hastası olduğu Leydi Bret Ashley ve nişanlısı içkici Michael Campell'ın da onlara katılmasıyla olaylar gelişiyor. Sonrası kısa cümleler... Paris'i, balık avlama gezisini ve boğa güreşlerini anlatan doğa dolu sayfalar. Savaşın yıprattığı kayıp ruhlar, bohem bir hayat, içki, neşe, depresyon, içki, içki...
Paris ziyareti üzerine hele de Paris'teki Eş'te (olabildiğince) işin gerçeğini okuduktan sonra roman ayrı bir tat veriyor. Örneğin matadorun öldürdüğü boğanın kulağını beğendiği kadına göndermesi merasiminin aslında Headley'in başına geldiğini, başkahramanın iktidarsız olmasının belki de Ernest'ın evli olduğu için kendini eli kolu bağlanmış hissetmesine yorulabileceğini bilerek okuyorsunuz.
Kitap, Hemingway'in buzdağı da denen 'bırak eylemler kendisini anlatsın, sadece gerekli olanlar kalsın, gerisini sil at' felsefesinin sonucu kısa cümleli net anlatımının da tipik bir örneği. Diğer yandan Hemingway'le aynı şeyleri gerekli bulmuyorsanız romanın sokak adları, kahramanların yemek saatleri gibi gereksiz detaylarla dolu olduğunu düşünebilirsiniz.
Kurgunun yaşanmış bir olaya dayanması olayın çok da enteresan olduğunu düşündürmesin size. Anlatmakta usta olduğu kayıp nesli simgeleyen klasik bir öykü olsa da herkesi doyurmayabilir. Sürekli bir şeyler olmasını, çarpıcı bir şeylerin gelişmesini beklerken kendinizi kitabın sonuna gelmiş bulabilirsiniz. Ben çok zevk alsam da kitabın bu tarafını da görmezden gelemem. Bu özelliğiyle büyük yazarın büyük romanlarından önceki bir alıştırması izlenimi veriyor.
Yine de yazarın hayatından bir kesit, bir gezi/anı kitabı değerlendirilerek yazarın özgün üslubunun tadına varılabilir. Anlatımı benim için ilginç kılan, dönemin sokak ağzını da romana yansıtmış olması. Bu başta anlamayı zorlaştırsa da 'chap' (panpa, eleman), 'start' (yola çıkmak, gitmek), 'tight' (sarhoş, kafası kıyak), 'rot/rotten'(çok kötü, berbat) gibi kelimelerin anlamını çözdükçe okumak keyifleniyor. Yalnız yazar bol bol Fransızca ve İspanyolca kelime kullanmış. Kitapta bunlara bir dip not bile verilmediğinden kayıplar oluşuyor. Keşke bunları bilmediğimizi yayınevi de kabul edebilseydi.
İki kitabı da gönül rahatlığıyla önerebilirim. İkisini birlikte okumanız iki kattan fazla zevk verirken bir de kitapta bahsedilen yerlere aşinaysanız, hele de hal-i hazırda oralardaysanız, fevkalade keyifle okuyacağınızı düşünüyorum.
Paris ziyareti üzerine hele de Paris'teki Eş'te (olabildiğince) işin gerçeğini okuduktan sonra roman ayrı bir tat veriyor. Örneğin matadorun öldürdüğü boğanın kulağını beğendiği kadına göndermesi merasiminin aslında Headley'in başına geldiğini, başkahramanın iktidarsız olmasının belki de Ernest'ın evli olduğu için kendini eli kolu bağlanmış hissetmesine yorulabileceğini bilerek okuyorsunuz.
Kitap, Hemingway'in buzdağı da denen 'bırak eylemler kendisini anlatsın, sadece gerekli olanlar kalsın, gerisini sil at' felsefesinin sonucu kısa cümleli net anlatımının da tipik bir örneği. Diğer yandan Hemingway'le aynı şeyleri gerekli bulmuyorsanız romanın sokak adları, kahramanların yemek saatleri gibi gereksiz detaylarla dolu olduğunu düşünebilirsiniz.
Kurgunun yaşanmış bir olaya dayanması olayın çok da enteresan olduğunu düşündürmesin size. Anlatmakta usta olduğu kayıp nesli simgeleyen klasik bir öykü olsa da herkesi doyurmayabilir. Sürekli bir şeyler olmasını, çarpıcı bir şeylerin gelişmesini beklerken kendinizi kitabın sonuna gelmiş bulabilirsiniz. Ben çok zevk alsam da kitabın bu tarafını da görmezden gelemem. Bu özelliğiyle büyük yazarın büyük romanlarından önceki bir alıştırması izlenimi veriyor.
Yine de yazarın hayatından bir kesit, bir gezi/anı kitabı değerlendirilerek yazarın özgün üslubunun tadına varılabilir. Anlatımı benim için ilginç kılan, dönemin sokak ağzını da romana yansıtmış olması. Bu başta anlamayı zorlaştırsa da 'chap' (panpa, eleman), 'start' (yola çıkmak, gitmek), 'tight' (sarhoş, kafası kıyak), 'rot/rotten'(çok kötü, berbat) gibi kelimelerin anlamını çözdükçe okumak keyifleniyor. Yalnız yazar bol bol Fransızca ve İspanyolca kelime kullanmış. Kitapta bunlara bir dip not bile verilmediğinden kayıplar oluşuyor. Keşke bunları bilmediğimizi yayınevi de kabul edebilseydi.
Soldan sağa: Ernest (Jake), Harold Loeb (Robert), Lady Duff Twysden (Bret), Hadley (romanda yok), Donald Steward, Pat Guthrie (Mike) Bill bu fotoğrafta yok. 1925, Pamplona Kaynak: wikipedia.com |
İki kitabı da gönül rahatlığıyla önerebilirim. İkisini birlikte okumanız iki kattan fazla zevk verirken bir de kitapta bahsedilen yerlere aşinaysanız, hele de hal-i hazırda oralardaysanız, fevkalade keyifle okuyacağınızı düşünüyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder