16 Mayıs 2014 Cuma

Türkiye'de işçi olmak ve #Soma

Soma'da yaşanan dramlara, olayın duygusal boyutuna hiç girmek istemiyorum. Hem yüreğim dayanmıyor, hem de zaten televizyonlarda yeterince gördük insanın içini yakan manzaraları. Ben bu yazımda mühendis kimliğimle iş güvenliği, işçilerin çalışma koşulları konusuna değinmek, azıcık bu konuda içimi dökmek istiyorum. 

 Burası örnek olarak gösterilen bir işletmedir. İşçi güvenliği için yatırım yapıldıkça işçilerin verimliliklerinin de arttığına şahit oluyoruz” demiş enerji bakanı olaydan birkaç ay önce. Utanmasa işverene madalya takacak neredeyse, o kadar övmüş yani.. Yahu sen denetleme mekanizmasını temsil ediyorsun, senin için para karşılığı çalışan bir işletmeyi niye övüyorsun ki, koysana arana mesafe.. Yook olur mu, işverene şirin gözükmek devletin bir numaralı amacı haline geldi çünkü.. Ülkede devket malı neredeyse kalmadığı için devlet de onlara muhtaç.. Vay ki ne vay!

Yapılan denetlemelerden geçer not almış bu maden, eksik tespit edilmemiş” diyor çalışma ve sosyal güvenlik bakanı.. Çok güzel “bakan” insanlar bunlar, bakma koltuğunu da bu nedenle işgal ediyorlar.
Diğer taraftan işini kaybetme riskini göze alan işçi dayanamayıp konuşuyor, arkadaşları gözünün önünde yaşamını yitirmiş çünkü..
Müfettiş gelmeden on gün önce haberi gelir madene. Her yer boyanır, temizlenir, işçilerin yemek yiyeceği yerler düzenlenir. Sonra müfettişler gelir, işverenle mangala giderler. Bir kadın müfettiş vardı, o çok iyi denetlemişti ama bir daha o kadını göndermediler”

Şimdi birbirinden taban tabana zıt olan bu iki ifadeden hangisine inanacaksınız? Tam da bu noktada yıllarca fabrikalarda çalışmış mühendis kimliğimle işçilere inandığımı söylemek istiyorum. Neden mi anlatayım..

Tekstil sektörünün konfeksiyon ayağında çalıştım yıllarca. İki çeşit denetleme olurdu fabrikalarda, birincisi müşteri denetlemesi, ikincisi de SGK görevlilerinin denetlemesi. Her zaman için SGK denetlemesi çok daha kolay geçerdi. Çünkü nasıl oluyorsa artık, aynen o maden işçisinin söylediği gibi denetleme olacağı bilgisi bazen günler öncesinden, bazen aynı gün ama saatler öncesinden mutlaka gelirdi fabrikaya. Gerekli düzenlemeler yapılır, sigortasız işçiler karşıdaki pastahaneye gönderilir, yani yok sayılırdı. Hani bakan diyor ya, “kayıtlara baktırdım, 15 yaşında işçi yok bu madende” diye. Olmaz tabii ki sayın bakan, çünkü onlar zaten kayıt dışı, yani bir yerde yazılı çizili adları geçmiyor ki! Bunu iş dünyasındaki herkes biliyor da bir siz mi bilmiyorsunuz? Siz sadece asgari ücretliden keseceğiniz vergiye bakarsınız, işletmelerdeki kayıt dışı olayını adam gibi denetleyebilseniz zaten SGK'nın kasası dolacak..

Müşteri denetlemesi dediğim şey ise, yurt dışı müşterisinin denetlemesi. Adamlar ani baskın yaparlardı. Bir tane çocuk işçi çalıştığını tespit ederlerse binlerce dolarlık sipariş o anda iptal olurdu. Kesimhanede hızar kullanan işçilerin çelik eldiven takmadığını görürlerse
çok ciddi uyarı yapıp siparişleri geri çekmekle tehdit ederlerdi. Oysa ki kesimhane işçisi çoğunlukla “bu eldiven yüzünden rahat kesim yapamıyorum” der ve denetleme bitince eldiveni atardı bir köşeye.. İşveren de hızı kesen bir eldivende ısrar etmezdi elbette, aslolan verimlilikti çünkü..  Müşteri gidince eldivenler de rafa kalkardı.. Bu yüzden kiminin parmağı kopar, kimi ise parmağındaki dikişleri sanki kahramanlık yapmışçasına gösteririrdi. Cem Yılmaz'a hayranım ben, iki kelimeyle o kadar güzel özetledi ki yurdumun hallerini, evet ne demişti: EĞİTİM ŞART!

Müşteri denetlemesi yapılacağı zamanlarda sıkı disipline gelemeyen okumuş etmiş sözüm ona yöneticiler “Allah'ın gavuru gelmiş bizi denetliyor, aşağılıyorlar bunlar bizi. Yok fabrikada doktor var mı, yok yemeğin kalorisi kaç, yok tuvalet kağıdı var mı? Onlara ne ki?” şeklinde söylenirken nedense milli duyguları kabarıp gurur yapıyorlardı. Kardeşim adam sana güvenmiyor işte, markasının üretildiği fabrikada işçilere insan gibi muamele yapılmasını istiyor, hem haksız mı? İşçinin tuvaletine pahalı diye tuvalet kağıdı koydurtmayan işletme müdürü değil mi? İşçileri gece yarılarına kadar mesaiye bırakıp masraf olmasın diye ekmek arası domates hazırlatan imalat müdürü değil mi? Doktor her gün değil haftada birgün gelsin diyen personel müdürü değil mi? Bazen işverenleri suçlamıyorum, yanlarında çalışanlar kraldan çok kralcı geçinirler çünkü!


Benim bahsettiğim, risk puanı oldukça düşük olan konfeksiyon sektörü, siz bir de maden ortamını düşünün. İşçi anlatıyor, madene girdikten sonra 45 dakika yürüyüp öyle ulaşıyorlarmış kazdıkları yere. Düşünün, bir kaza anında 45 dakika zaten yürüme mesafesi var, kendilerine verilen koruyucu hava maskesinin süresi de 45 dakika! El insaf, el merhamet; çıkışa yakın değilsen zaten maskenin süresi yetmeyecek, sonra da buna “kader” diyecek birileri..
Bir başka işçi anlatıyor, yer altında kepçe çalıştırmak normalde yasak diyor, ama bu madende kepçe de çalıştırılıyormuş. Zehirli gazlar yetmiyormuş gibi bir de kepçenin egzoz dumanını soluyoruz diyor işçi... Pardon işveren elbette biran önce daha çok kömür çıksın isteyecek, egzoz dumanını mı takacak!

Devletin maden işletmelerini birer birer özelleştirdiler, neymiş efendim verimlilik düşükmüş, devlet zarar ediyormuş. Pardon denetleme mekanizmasını çalıştırmaktan aciz mi bu devlet? Bakanın kolundaki yediyüzbin liralık saatin hesabı sorulmazsa elbette ki rüşvet yiyen müfettişin de hesabı sorulmaz. Balık baştan kokar hesabı.. Öyle iğrenç bir hale gelmiş ki devlet mekanızması, söyleyecek laf yok.. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz”lafı ne zamandan beri söyleniyor bileniniz var mı? Böyle bir atasözü olan ülkeden ne beklenir ki zaten?

Devlet çökmüş, biz hala maden niye çöktü diye soruşturmaya çalışıyoruz..

Eğitim şart” demiştik ya, soruyor gazeteci bir madenciye, “işe girdikten sonra ne kadar süre eğitim alıyor bir işçi?” İşçi cevap veriyor : “İki saat!
Bir araştırma yaptım, yasa Ağır ve tehlikeli işlerde çalıştırılacak işçilerin, işe alınmadan önce, mesleki eğitime tabi tutulmaları zorunludur.diyor. Madenci eğitimi ise haftada 3 saatten en az 20 gün verilmek zorundaymış. Elbette eğitim süresince işçinin yevmiyesi verilecek.. Pardon, işvereni “RÖDÖVANS” denilen sistemle çalıştırıyor devlet. Kulağa hoş geldiğine bakmayın bu sözcüğün; özetle şu demek rödövans.

Diyor ki maden işvereni devlete “Senin 140 dolara yaptığın işi ben 20 dolara yaparım, sana da 30 dolara satarım, ama sen işime karışma!” Devlet de diyor ki, “Peki, ben de senin çıkardığın bütün kömürü aynı sabit fiyattan satın alırım, tek müşterin benim”
İşte budur rödövans, yani alan razı veren razı olayı, arada olan işçiye oluyor elbette.. “Soma'da maliyetleri 7'de 1'e indirdim, bütün dünya bana hayran” demiş geçenlerde patron.. Yahu bir madende maliyet nasıl bu kadar düşer? Madendeki gider kalemleri ne olabilir ki? En büyük gider işçilik! Sen işçinin güvenlik malzemesinden kısarsan, eğitim giderlerinden kısarsan, işçiyi 45 dakika yürütürsen karanlık dehlizlerde, asgari ücrete çalıştırırsan, maliyetin elbette düşer!

Bir de şu imzalamadığımız meşhur ILO (Uluslar arası çalışma örgütü) sözleşmesi var. Dünyada 28 ülke imzalamış, biz imzalamamakta direniyoruz nedense! İşimize gelince Avrupalıyız, işimize gelmeyince üçüncü dünya ülkesi olmaya hiçbir itirazımız olmuyor. Dünyada işçi  ölümlerinde ikinci sıradaymışız, kimin umurunda?

Bu sözleşmeye göre yerin altındaki işçilerin isimleri ve konumları yer üstünde anlık olarak bilinecek ve bunun için sistem kurulacak, maden ortamı güvenli ve sağlıklı olacak, yer üstüne iki farklı çıkış noktası olacak, çalışma ortamı sürekli denetlenecek, yeterli havalandırma yapılacak, yangın önlemleri alınacak, tehdit olduğunda operasyonun durdurulup işçilerin güvenli bir noktaya tahliyesi garantiye alınacak, işverenin acil müdahale planı olacak, işçi eğitimleri sürekli kılınacak, kaza sonrasındaki sağlık ve kurtarma etkinliklerinden işveren sorumlu olacak, hükümetler etkin denetimlerden ve kazaların detaylı soruşturulmasından sorumlu olacak, “Rescue Chamber” yani kaçış odaları olacak. Bu odalar sadece Pakistan, Afganistan ve Türkiye'deki madenlerde zorunlu değil şu anda!

Deveye sormuşlar neren eğri, nerem doğru ki demiş.. "Bu yasayı niye imzalamıyorsun ey devlet, çekincen niye?" diye  sorası geliyor insanın cevabı her ne kadar bilse de! 

Neresinden tutsak elimizde kalıyor. Şu İş Güvenliği uzmanı meselesi var bir de.. Hani diyorlar ya kanun çıktı, artık işletmelerde iş güvenliği uzmanı olmak zorunda..
Maaşını patrondan alan iş güvenliği uzmanı olsa ne olur, olmasa ne olur? Kargalar gülüyor yapılanlara.. Bir mühendis iş güvenliğinden sorumlu diye işe alınacak, güya patronu adam edecek öyle mi? Hem de yeni yasayla oluşan kazalarda birinci derecede sorumluluk bu mühendisin olacak, gerektiğinde patronun reddettiği önlemler alınmadığı için hapse de o girecek!
Son zamanlarda o kadar çok işsiz mühendis iş güvenliği uzmanı olmak için kursa gidiyor ki! Çünkü iş yok.. Patron onlara “Bak bu işlere fazla burnunu sokma, her şey normal diye at imzanı otur, yoksa seni işten atarım” diyecek, onlar da kelle koltukta denetleme yapacaklar öyle mi? Yine bir Türkiye klasiği bu, yani dostlar alışverişte görsün mantığı..



Sendikalar var bir de sahi.. İşveren, maden sendikasının yönetiminde zaten söz sahibi olmuş, hangi sendikadan bahsedelim? Türkiye'de işçi haklarını düşünen sendika kaldı mı ki? Zam zamanı görev yapmış olmak için ortaya çıkarlar, patronla anlaşırlar, görevleri tamamlanır. Bir de her sene Taksim'de yürüyüş yapmak için sesleri çıkar.. İşçi hayatıymış, güvenliğiymiş, işçilerin insanca yaşaması mıymış? Hangi sendikanın sesini duyuyorsunuz bu konularda, ben şahsen hiç duymuyorum. Sendikalar da bu ülkedeki kokuşmuş diğer kurumlardan farksız benim gözümde, hiçbirini samimi bulmuyorum kusura bakmasınlar, 1 mayısta da "temaşa" için ortaya çıkmasınlar bence! 

Fıtrat lafı geçiyor son zamanlarda basında. Doğuştan gelen özellik, yaradılış özelliği demekmiş kelime anlamı, ben de yeni öğrendim.
Diyorum ki bu ülkenin işçilerinin fıtratında yok bu muameleler, birileri öyle uygun görüyor diye dayatılıyor..
İyi de nereye kadar???




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder