O gün nedense ofiste ayakkabılarını çıkarıp dolaşmak geldi içinden. Hem kime neydi ki, ofisin en tepesindeki yönetici değil miydi kendisi!
Çıkardı ayakkabılarını, bastı yere; yüzünü ekşitti sonra. İş yerinde temizlikten sorumlu şirin kişi Serpil'e dönüp:
“Bu yerler iyi temizlenmemiş, ayağıma toz yapıştı!” diye çıkıştı.
Serpil çok tatlı, çok kibar bir kızdı, ne diyeceğini bilemedi. “İki günde bir siliyorum!” çıktı ağzından. Deseydi ya, “daha yeni sildim!” Demedi, diyemezdi; iş hayatında ânında kıvrak yalan uydurup yöneticiyi kandıracak kadar deneyimli değildi çünkü.
“Olmaz, hava sıcak, her yer açık, toz giriyor, daha çok sil!” dedi üstten üstten bakan Kaan.
Zavalı Serpil “Burası bir iş yeri, ayakkabılarla dolaşılıyor, tabii ki toz olacak!” da diyemedi, diyemezdi de; hem ayıp olur diye düşünür, hem de işinden olmak istemezdi. Ne yapacağını şaşırdı, keşke yer yarılsaydı da yerin altında yok olsaydı o anda!
(Bu pis ağızlı, bu çirkin yürekli insandan kurtulduğu günü hayal etmiştir belki de o an, bilemiyoruz tabii ki neler hissettiğini, varsayım bizimkisi, empati kurmaya çalışıyoruz sadece kendisiyle. Hem inşallah hayalleri vardır, hayallerine kaçmasa nasıl katlanabilir ki bir insan böylesi bir duruma?)
İşe ne kadar sevinerek başlamış, her sabah neşeyle gelmiş, ofisteki herkesle ne güzel de kaynaşmıştı Serpil. Bu çirkin yürekli, çirkin sözlü Kaan olmasaydı keşke! Zaten işe ilk geldiği hafta da odasına çıkardığı karpuzun çekirdeklerini gösterip:
“Ben çok yoğun bir insanım, bu çekirdeklerle uğraşacak zamanım mı var, götür geri bunu, yiyemem ben böyle!” diye kendisini ağlatmamış mıydı bu kötü kalpli Gargamel?
Kaan o gün bütün gün çıplak ayakla dolaştı ofiste, çünkü O hükmedendi, patron değildi ama olsun, patrondan sonraki kişiydi. O ofise yıllarını vermiş, gece gündüz çalışmıştı; ister çıplak ayakla dolaşırdı, isterse parmak arası şıpıdık terlik giyerdi, kime neydi ki! Hem zaten patron ofise ayda bir öylesine uğruyor, yani kendisine çok güveniyordu. Herkese istediği gibi bağırıp çağırabilir, istediği kadar aşağılayabilirdi bu tembel insanları... Onların yaptığı iş de neydi, Kaan elinin ucuyla herşeyi hallederdi elbette de, zamanı yoktu işte, hangi birine yetişsindi!
Ofiste herkes fısır fısır Kaan'nın çıplak ayaklarını konuştu o gün. Ayaklarının ne kadar çirkin olduğunda herkes hemfikirdi. “O tırnaklar ne öyle, ıyhhh!” diyen ofis çalışanları, yüzlerini ekşiterek günlerce bu konuyu dillerine doladılar.
İyi de neden öyle yapmıştı ki Kaan?
İyi de neden öyle yapmıştı ki Kaan?
Neden mi, çünkü canı öyle istiyordu...
İnsanlar üzerinde koşulsuz şartsız ( ne demekse bu da şimdi) otoriteydi o, hakkında kim ne derse desin umrunda değildi üstelik. Sevilmediğini biliyordu, ama olsundu, demiyorlar mıydı zaten yaşam guruları; “zirvedekiler daima yalnızdır!” diye...
İyi de Kaan'nın bilmediği bir şey vardı; zirvede yalnız olanlar, zirvede yalnız olmak için arkadaşlarını yarı yolda bırakanlardı, düşüp yuvarlananlara el uzatmayanlardı, hırstan gözleri sadece zirveyi gören, zirveye giden her yolun mubah olduğunu düşünen bencil kişilerdi onlar, makyavelistlerdi. Zirveye tırmanıp başarının sarhoşluğu geçtikten sonra yapayalnız kaldıklarında uydurdular “zirvedekiler daima yalnızdır!” cümlesini. Elbette kendilerini avutmak için!
Zavallı Kaan!
Aslında öyle sandığın gibi güçlü falan da değilsin, altından koltuğun giderse diye ödün patlıyor, acınacak haldesin yani! Çevrende seni sahiden, sen olduğun için seven bir kişi var mı hiç düşündün mü? Ayakkabılarını çıkarıp gövde ve güç gösterisi yapıyorsun ama, bütün bunların bir kullanım ömrü var sen de gayet iyi biliyorsun değil mi!
Kontluğun da sahte zaten, geriye ise sadece çıplak ayakların kalıyor...
Keşke azıcık da insan olabilseydin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder