6 Aralık 2015 Pazar

Otomatik Portakal


Otomatik Portakal çok duyduğunuz, kocaman tek gözlü şapkalı adamını hatırladığınız, belki de Kubrik'in film uyarlamasını izlediğiniz bir kısa roman. Bu kitabı henüz okumadıysanız bütün bunları bilmeniz veya hatırlamanız güzel mi emin değilim. Benim gibi sadece "mühim kitap" fikriyle kitaba yaklaşmanız en güzeli olabilir. Hazırlıksız, her şeye açık ve beklentisiz. Bu yüzden kitabı okumadıysanız okuyun zaten 100 sayfa filan diyerek yazıyı burada sizin için bitiriyorum. Görüşmek üzere!

Eveeet, kitabı okumuşlar ve sözümü dinlemeyecek kadar asilerle devam ediyoruz. Ey kardeşlerim size hemen romanın kıyak lingosundan filan bahsetmek istiyorum. Hatta eğer kıvırabilseydim siz yüce kardeşlerime tüm yazıyı bu lingoyla yazmaktan  gurur filan duyardım. Çünkü baş anti-kahramanımız Alex birinci tekil kişi ile bize başından geçenleri anlatırken Nadsat'ı kullanıyor ve Nadsat çok değişik bir şey. Sadece bir yazar değil aynı zamanda bir dilbilimci olan Burgess'in Rus argosundan, Almancadan ve baka birçok yerden aldığı kelimeler, bu kelimelerdem ürettiği kelimeler ve tamamen kendisinin uydurduğu ifadelerden oluşan bir dil bu. Nadsat'taki bu üretilmiş ifadelerin anlamı yok, okudukça anlamını okur hislerinize dayanarak siz çıkarıyorsunuz. Başta okumak zor gelse de 5-10 sayfa sonra su gibi akmaya başlıyor. Burgess bu yolu Alex'e zamansız ve eskimeyecek bir ses kazandırmak için tercih etmiş ki bence de başarılı olmuş. Hatta bence kitabın en ilginç ve güzel yanı Nadsat. Sanıyorum çevirmenler benle aynı şeyi düşünmüyordur. Nadsat'ı Türkçeye çevirmek çok zor bir iş olmalı. Ben aslı İngilizce olan kitapları aslından okumaya gayret göstersem de bu kitabı çeviriden okumaktan son derece memnun kaldım. Dost Körpe'nin çevirisi hem Nadsat'ın özgünlüğünü hem de keyfini yansıtıyor. Yine de kitabı aslından okumak isterseniz bu mini Nadsat sözlüğü işinize yarayabilir.

Eee, ne olacak şimdi ha?

Nadsat ile ilgili heyecanımı paylaştıktan sonra atıp tutmaya romanın kurgusuyla devam edebilirim. Baş belamız (kahramanımız) Alex lise çağında, içki ve uyuşturucu kullanan, saldırgan hem de çok saldırgan bir genç. Romanın ilk sayfaları Alex ve drooglarının akıl almaz şiddet sahneleriyle geçiyor. Üçüncü sayfa haberleri, bilgisayar oyunları ve filmlerle antrenmana tabi tutulmuş olsam da bu şiddet sahneleri beni çok etkiledi. Etkilemesinin nedeninin şiddetin büyüklüğü kadar bunun zevkle, gururla anlatılması, hiçbir gerekçelendirmeye ihtiyaç duymadan uygulanmasıydı sanıyorum.

Eee, ne olacak şimdi ha?

Kitabın ana fikrinin insanı insan yapanın özgür iradesi olduğu, yoksa otomatik bir portakala (dışı portakal gibi görünen ama için çarklardan oluşan bir alet) dönüşeceği, özgür iradeyle seçilen kötülüğün bile beynin yıkanması, zorlama veya başka bir yolla mecbur bırakılan bir iyilikten evla olduğu söyleniyor. Romanda buna benzer fikirler Alex'e uygulanacak ve kötülük yapma iradesini kaybettirecek tedaviye muhalefet eden din adamı tarafından dile getiriliyor. Yazarın tezi ne kadar asil olsa da aklıma takılan şeyler var. İnsanın özgür iradesini hiç bir şeyle, hatta kötülüğün ortadan kalkmasıyla bile, değişmeyen bir fikri gerçekten bir din adamı mı savunmalı? Din kavram olarak bütün bunlarla çok çelişen bir şey değil mi? İnsanı Pavlov'un köpeklere yaptığına benzer bir şekilde fiziksel olarak kötülük yapmamaya şartlamak yanlışsa zihinsel olarak da benzer bir süreç yürütmek yanlış değil mi? Eğitimin ve ahlakın da yaptığı da benzer bir şey değil mi?

Aklımdaki bu sorular hakkındaki cevaplarınızı ve kitabın bin kere tartışılmış özellikleri dışında felsefesini irdeleyen kaynaklar hakkındaki tavsiyelerinizi bekliyorum. Ve sen, kitabı okumadan bu yazıyı okuyan asi, artık şoklara hazırsın, Otomatik Portakal'ı aklında bu sorularla okuyup bulduklarını buraya yazarsan beni mutlu edersin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder