13 Aralık 2014 Cumartesi

İyi kalpli küçük canavarlar!

Hani sevdiğiniz yazarlar vardır, “yeni bir şey yazsa da keyif alarak okusam” dersiniz. Denk geldiniz mi bilmiyorum ama bu yazarların bazıları çok da güzel konuşurlar, müthiş hikaye anlatıcılıkları her daim devrededir.

2014 Bumerang Content Marketing Konferansı
Hürriyet'in sevilen yazarı Ertuğrul Özkök de onlardan biriymiş. Geçtiğimiz çarşamba günü Bumerang'ın düzenlediği Content Marketing Konferansı'nın ilk konuşmasını kendisinden keyifle dinlerken fark ettim bunu.

Ertuğrul Özkök'ün konuşmasının ana başlığı şuydu:

21. Yüzyıl Oyununda “Kötü” karaktere yatırım yapmak neden daha kârlı bir iştir? 

Bu ciddi başlığın altını öyle güzel bir hikayeyle doldurmuştu ki, açıkçası hiç sıkılmadan dinleyerek çok güzel şeyler öğrendim anlattıklarından ve olabildiğince detaylı aktarmaya çalışacağım sizlere de..


Yazarın konu hakkındaki düşünceleri torunu Sinan Ali'nin playstation ile oynarken kötü karakterleri öldürmesiyle başlıyor. Şöyle söylüyor Sinan Ali:

Onlar kötü değil ki, iyi insanlar. Asıl kötü olan benim, çünkü onları öldürüyorum!”

Bunları söyleyen Sinan Ali, evde şeltoksla sinek öldürmelerine bile izin vermezmiş üstelik, video oyununda onlarca karakteri öldürürken, gerçek hayatında canlıları korumak O'nun için çok önemliymiş.

Hayatında ilk kez duvar kertenkelesi gördüğünde yaptığı yorum ise “iyi kalpli küçük canavar” tanımlamasıymış zaten.

Sinan Ali sayesinde düşünmüş Ertuğrul Özkök, kötü karakterlerin aslında o kadar da kötü olmadığını ve hatta 8-9 yaşındaki bir çocuğun hayatında nasıl önemli bir yer edinebileceklerini... 

Bu arada Sinan Ali ile ilgili bir parantez açmadan olmaz. Büyükbabası Özkök, büyüyünce O'nun Cristopher Nolan gibi olacağını söylüyor. Çünkü 3 sene önce bir sabah kalkmış şöyle bir cümle kullanmış:

Anne dün gece benim odama rüya geldi, sen de gördün mü?”

Ertuğrul Özkök, Inception filmi kadar anlayamayacağı bir cümle olduğunu söylüyor bunun. Gerçekten de üzerinde düşününce nasıl da derinliği var! İşte buradan yola çıkarak, duvardaki kertenkelelerden iyi ekonomik yatırımlara nasıl geçileceği hakkında şahane bir fikir jimnastiği yaptırdı bize..
Ertuğrul Özkök anlatırken...

Bakın nasıl güzel bir giriş cümlesiyle başladı:

“Sinan Ali'nin bilgisayar oyununu ben almıştım. İyi bir şey yaptığımı düşünürken, aslında 150 lirayı kötü karakterlere yatırmışım! “

Gerisini ben hiç araya girmeden yazarın ağzından aktarmak istiyorum:

Aslında çok da garipsememek lazım bu durumu, hatta benim bunu çok daha önceleri fark etmem lazımdı. 1964 yılına dönüş yapıyorum şimdi. O dönemlerde bizim çok kötü bir kahramanımız vardı; adı Ahmet Tarık Tekçe.


Ahmet Tarık Tekçe, unutulmaz kötü karakter!

Ahmet Tarık Tekçe'nin oynadığı filmlere gittiğimiz zaman, salondaki kadınlar, O sahneye çıkınca beddua okumaya başlarlardı, yani toplumsal olarak O'nun kadar ifrit olduğumuz karakter yoktu. Son dönemlerden geliyor mu aklınıza birileri? Neyse...



Kötü karakterler sevilir!
1964 yılında bir gün, Ahmet Tarık Tekçe'nin trafik kazasında öldüğü haberi geldi ve ben hayatımda o kadar ağladığımı hatırlamıyorum! Birden hayatımızın en önemli figürlerinden biri çıkıp gitmişti. O gidince geride kalan iyilerin de anlamı kalmamıştı ki!

Ben küçükken hayallerim vardı, o zamanlar dijital dünya da olmadığı için hayallerimizle yaşıyorduk. Hayalim basitti, mütevazıydı. Matbaa işçisi olan babam çok zengin oluyor, futbola da meraklı olduğum için Rio De Janerio'daki Maracana stadının küçük bir modelini yapıyordu, o stat benim oluyordu ve 6'şar kişilik takımlar halinde maçlar yapıyorduk. Aslında bunu istememin gerçek nedeni şuydu: Takımları kendim belirlemek istiyordum. Yani sen takıma gir, sen girme diye... Babam zengin olamadı, ama iyi niyetli bir adamdı, bana bir futbol topu aldı. Şimdi size basit geliyor, o dönemlerde futbol topuna sahip olmak demek, Karl Marx'ın anlattığı üretim araçlarına sahip olmak gibi bir şeydi.

O futbol topuna sahip olduğum zaman anladım ki, takımları kendin belirlemen için ille de Maracana stadına sahip olman gerekmiyor!

O top sayesinde mahalledeki takımları belirlemeye başladım ve İlk defa Marksist teori çerçevesinde kendi içimde kötülük yapma kabiliyetinin olduğunu da orada anladım. Çünkü mahallenin en iyi top oynayan çocuklarından bir tanesini benim beğendiğim kıza asılıyor diye takıma almamıştım. Ve üretim araçlarının ne olduğunu da ilk defa orada anladım.

 Gerçekten Marx haklıymış, çünkü üretim araçlarına sahip olanlar, müthiş bir üstünlük sağlayabiliyorlar ve bu durumu kötüye kullanabiliyorlar.

 Gerçi ben bu durumu daha fazla kötüye kullanmadım, kızla aram düzelince, yani çocuk benim için tehlike olmaktan çıkınca o çocuğu tekrar takıma aldım.

Her çocuğun böyle hayalleri vardır, fakat bana kötü karakterle ilgili ilk dersi veren insanın hayali benim gibi değildi, Amerikalı bir adamdı, ve ben bu Amerikalı adamı 2013 yılında San Francisco'da tanıdım.

Adamın adı Bob Iger'dı. Dünyanın en büyük eğlence şirketi olan Disney'in Ceo'su... Yaşı benden sanıyorum birkaç yıl küçük ama onun hayatı da benim gibi Spiderman, Demir Adam gibi karakterlerle başlamış. Bana anlattığına göre küçükken Marvel karakterlerinin hayranıymış. Herhalde babasından büyük şeyler istemiş ve babası da almamış olacak ki, O da bunun karşılığını yıllar geçtikten sonra Marvel şirketinin tamamını satın alarak vermiş.. 2013 yılında Disney şirketinin 90. kuruluş yılı dolayısıyla beni San Francisco'ya davet etti. Ve ben, çocukluğumun kahramanlarının olduğu şirkette 6 gün geçirdim.

Captain Marvel "Shazam" deyince güç kazanır!

Bob Iger'ın 2006 yılında şirketin başına geldiği zaman yaptığı önemli ilk iş, 3 şirketi satın almak oldu. Önce Pixar'ı aldı Steve Jobs'dan, arkasından “Marvel Comics” denilen Marvel karakterlerinin bulunduğu şirketi aldı, ardından da Star Wars'ı yapan Lucas Film'i aldı. Bunun için ödediği para 15 milyar dolardı! Disney halka açık bir şirket olduğu için o dönem çok büyük eleştiriye maruz kaldı. Gazeteler yazdılar, şirketin parasını boş işlere harcadın, şirketi batıracaksın dediler. İşte o Bob Iger'la bir sabah kahvaltıda konuşurken ben de o bütün ukala, burnundan kıl aldırmayan ekonomistler gibi biraz daha yukarıdan bakarak dedim ki:

Bob, niye aldın Marvel karakterlerini? Yani Spiderman'i daha önce Sony almış , elinden gitmiş, X Men'i başka şirket almış.."
 Bana dedi ki Bob, "Say bakalım Marvel karakterlerini!"
Ben de iyi bir Marvel uzmanıyım. Çünkü İzmir'de çocukluk yıllarım Amerikalıların çöp kutularını karıştırıp bulduğum Marvel kitaplarını okumakla geçti, İngilizceyi de öyle öğrendim zaten.
Başladım saymaya, Demir Adam, X Men, Spiderman, Yüzbaşı Amerika... Altıncı veya yedinci karaktere geldim, "ee sonra?" dedi, sekizinci karakteri bulamadım! 
"Tam 7000 karakter var !"dedi ve ekledi:
"Ama senin gözün sadece iyi kahramanlara çevrili olduğu için sen arkadaki kötü kahramanların ne kadar değerli olduğunun farkında değilsin. Bana ekonomik olarak kötü yatırım yaptığımı söylüyorsunuz, sadece Demir Adam'ın gişesi 3 milyar doları geçmiş..."

Disney'in 7000 karakteri!

Hikayeyi bilirsiniz, Pandora'nın kutusu açılır ve bütün kötülükler dünyaya saçılır. Ama insanlar bu yayılanların kötülükler olduğunun farkına da varmazlar, çünkü hepsi çok eğlenceli ve çok cazip şeylerdir. Pandora'nın kötülükleri için kullanılan kavram “kötü güzellik"tir ve bu kavram ilk kez bu olgu için kullanılmıştır. Aslında yıllar geçtikçe insanların kötüye karşı olan şuursuz cazibesinin başka örneklerini de görürüz. 
 Dante'nin kitabını çoğunuz okumuşsunuzdur, ben de yılda en az bir kez okurum, ama hep okuduğum bölüm cehennem! Kötüleri okuyorum ben, içinizde bu kitapta cenneti okuyan hiç yoktur belki de. Ben bile bu kadar meraklı olduğum halde tamamını okumadım sanırım. Zaten dünya edebiyatına, dünya sanatına gerçek ilham veren örnekler hep cehennemden çıkmıştır. İyi taraftan çıkmamıştır. Çünkü kötü karakterler hiç unutulmazlar.

*******************

Ertuğrul Özkök bu güzel konuşmasını yaparken 21. yüzyılda kötü karakterlere yapılan yatırımın ekonomik boyutu zaten zihnimizde fazlasıyla canlanmıştı. Şahane bir anlatımdı, gerçi bütün konuşmaları aktarmadım size ama umarım bu yazdıklarımdan sizler de ilham almışsınızdır. Bu güzel konuşmayı aktarırken bir hatam olmuşsa, sürç-i lisan etmişsem de kendisinin beni affedeceğini düşünüyorum.

Son bir hatırlatma, kötüleri övmedik yanlış anlaşılmasın, gerçeklerdi anlattıklarımız.

Keyifli pazarlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder