Adından da anlayacağınız gibi bu kitap bir anı kitabı ama alışık olduklarınızdan değil. Bu kitapta ünlü birinin anıları veya çok mühim bir olaya dair anılar anlatılmıyor. Bu kitap ancak kazalarla gündeme gelebilen, yüz yıldan fazladır onbinlerce insanın ekmek teknesi olmasına rağmen edebiyatımızda silik bir gölge olarak kalmış bir konuyu işliyor: maden işçileri.
Evvela kitabın yazarı önemli. Ahmet Naim 1921-1967 yılları arasında Zonguldak'ta maden ve madencilerle iç içe çalışmış bir yazar. Hem de önemli bir konuya parmak basan çoğu yazarlar gibi düşünceleri ve yazdıkları nedeniyle 3 kere tutuklanmış, yayınlanmamış tüm eserlerine 1971 sıkıyönetimi tarafından el konulmuş ve iade edilmemiş bir yazar.
Evrensel Basım Yayın'ın yaptığı baskıda iki küçük kitap yer alıyor. Yer Altında Kırk Beş Sene 1936 yılında Bartın gazetesinde tefrika edilmiş bir kitapçık. Kitap Devrek'in Çomaklar köyünden Ethem Çavuş'un 1886-1931 yılları arasındaki madencilik anılarından oluşan bir anı-röportaj. İkinsici de Bir Yudum Soluk isimli 945 yılında Yedigün dergisinde tefrika edilmiş, Ethem Çavuş ve Ahmet Çavuş'un anılarının öykülenerek anlatıldığı bir eser. Bize yıllar öncesinden birinci ağızdan bilgi taşıyan, benzerinin olmadığını tahmin ettiğim önemli bir kitap.
Evvela kitabın yazarı önemli. Ahmet Naim 1921-1967 yılları arasında Zonguldak'ta maden ve madencilerle iç içe çalışmış bir yazar. Hem de önemli bir konuya parmak basan çoğu yazarlar gibi düşünceleri ve yazdıkları nedeniyle 3 kere tutuklanmış, yayınlanmamış tüm eserlerine 1971 sıkıyönetimi tarafından el konulmuş ve iade edilmemiş bir yazar.
Evrensel Basım Yayın'ın yaptığı baskıda iki küçük kitap yer alıyor. Yer Altında Kırk Beş Sene 1936 yılında Bartın gazetesinde tefrika edilmiş bir kitapçık. Kitap Devrek'in Çomaklar köyünden Ethem Çavuş'un 1886-1931 yılları arasındaki madencilik anılarından oluşan bir anı-röportaj. İkinsici de Bir Yudum Soluk isimli 945 yılında Yedigün dergisinde tefrika edilmiş, Ethem Çavuş ve Ahmet Çavuş'un anılarının öykülenerek anlatıldığı bir eser. Bize yıllar öncesinden birinci ağızdan bilgi taşıyan, benzerinin olmadığını tahmin ettiğim önemli bir kitap.
Kitaptan çok etkilendim. Aslında kitabı okumaya başlamadan önce hazırlıklıydım, çok fena şeyler okumayı bekliyordum ya da ben öyle sanıyordum. Çok yanılmışım çünkü ne kadar da olsa Osmanlı Devleti'nin son döneminde bu topraklarda kölelik kurumu olduğunu öğrenmeyi beklemiyordum. Bu dönemde bölge insanları zorla Fransız sermayesinin açtığı ocaklarda, hiçbir hakka sahip olmadan, hatta yatacak bir yerleri bile olmadan, karın tokluğuna, ölümüne çalıştırılmışlar. Eskaza ellerine para geçecek olursa o da kelle vergisine gitmiş. Cumhuriyetten sonra ise bu sefer sömüren devlet olmuş, o ayrı.
Kölelik lafımı fazla bulanlar olabilir. Kölelik "kara derililere" özel, ancak şeker kamışı tarlalarında olan veya ayağa zincir vurulmadan işlemeyen bir sömürü değil. Kitapta işçilerin gazlı sulardan şişmiş tabanları kırbaçlanarak uyandırıldığı, işçiye kalacak yer verilmediği, her işçinin kalacak yerini saz ve çamurla kendisinin yaptığı, yapamayanların açıkta yattığı, ödemelerin kalay, basma gibi pazarda para etmeyen şeylerle yapıldığı, madenden kaçanların yakalanıp geri getirildiği yazıyor. Bunlar size de köleliği anımsatmıyor mu?
Kitapta anlatılanları gözünüzde canlandırmanıza yardımcı olan fotoğraflara yer verilmiş. Kitap yerel-madenci jargonu ve ağzıyla dolu. Bu kitabın bu sade ve yerel anlatımı kitabı özgünleştirmiş. Ahmet Naim'in anlatımı aynı zamanda çok etkileyici. Anlattıkları zaten çok dokunaklı şeyler ama onun şiir gibi ritmik ve süslü demeyeyim ama incelikli dili, kitabın beni daha çok etkilemesine neden oldu.
Kitapta çarpıcı bulduğum, herkese anlatmak istediğim çok şey var. Mesela para karşılığı maden bacalarında biriken grizuyu patlatıp şanslıysa kalan, çoğu zaman ölen fedailer, mesela şimdi kadınlara her türlü acizliği yakıştıranlara inat ileri yaşlarında yer altında çalışan kadınlar, mesela daha 14 yaşında göçükte kalıp havasızlıktan kazmasını ısırarak kulaklarından kan akıtarak ölen çocuklar... Ama buna ne yerim yeter ne de Ahmet Naim gibi anlatabilirim. Yeraltında Kırk Beş Sene: Bir Maden İşçisinin Anıları 119 sayfalık minicik bir kitap. En iyisi siz okuyun, okutun.
Kitaptaki ilk fotoğraf; arabalar ve raylar tahta, ayaklar yalın. |
Kölelik lafımı fazla bulanlar olabilir. Kölelik "kara derililere" özel, ancak şeker kamışı tarlalarında olan veya ayağa zincir vurulmadan işlemeyen bir sömürü değil. Kitapta işçilerin gazlı sulardan şişmiş tabanları kırbaçlanarak uyandırıldığı, işçiye kalacak yer verilmediği, her işçinin kalacak yerini saz ve çamurla kendisinin yaptığı, yapamayanların açıkta yattığı, ödemelerin kalay, basma gibi pazarda para etmeyen şeylerle yapıldığı, madenden kaçanların yakalanıp geri getirildiği yazıyor. Bunlar size de köleliği anımsatmıyor mu?
Kitapta anlatılanları gözünüzde canlandırmanıza yardımcı olan fotoğraflara yer verilmiş. Kitap yerel-madenci jargonu ve ağzıyla dolu. Bu kitabın bu sade ve yerel anlatımı kitabı özgünleştirmiş. Ahmet Naim'in anlatımı aynı zamanda çok etkileyici. Anlattıkları zaten çok dokunaklı şeyler ama onun şiir gibi ritmik ve süslü demeyeyim ama incelikli dili, kitabın beni daha çok etkilemesine neden oldu.
Kitapta çarpıcı bulduğum, herkese anlatmak istediğim çok şey var. Mesela para karşılığı maden bacalarında biriken grizuyu patlatıp şanslıysa kalan, çoğu zaman ölen fedailer, mesela şimdi kadınlara her türlü acizliği yakıştıranlara inat ileri yaşlarında yer altında çalışan kadınlar, mesela daha 14 yaşında göçükte kalıp havasızlıktan kazmasını ısırarak kulaklarından kan akıtarak ölen çocuklar... Ama buna ne yerim yeter ne de Ahmet Naim gibi anlatabilirim. Yeraltında Kırk Beş Sene: Bir Maden İşçisinin Anıları 119 sayfalık minicik bir kitap. En iyisi siz okuyun, okutun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder