19 Haziran 2012 Salı

Kahperengi'nden toNlar

Hiç aklımda yokken 'Madem %40 indirim var bir bakalım bakalım bu kadar konuşulan kitap nasıl bir şeymiş' dedim. Pazarlama stratejilerine yenildim kısaca, bu sefer onlar kazandı. Beklentim çok yüksek değildi yine de kitap beklentimin epey üstünde çıktı. Hiç ama hiç fena değildi. Şimdi önce başlıktaki basit kelime oyunumla ısıttığım havayı izleyen paragrafta kitabın olumlu yönleriyle yelleyeceğim. Sonra kitabı olumsuzluklarıyla baya hırpalayacağım. Bunları yaparken de bol "spoiler" vereceğim, dikkat!

Açık Tonlar

Beklediğimden güzel çıktı demiştim. Öncelikle sadece kadın okuyuculara hitap edecek olsa da ilginç bir konusu var. Fakirlik ve sevgisizlik içinde küçük bir kasabada (Yaslıhan) yetişen Narin, İstanbul'da hukuk okuyup bu sefil hayattan yırtıyor ama ilk gençlik aşkının (Fırat) aniden karşısına çıkmasıyla geçmişiyle istemediği bağlar kuruyor. Görüleceği üzere aşk meşk kısımları değil ama kasaba hayatı ve geçmişiyle yüzleşme temaları çarpıcı. 

Anlatımdan memnun kaldım. Kitap kısa bölümler halinde yazılmış. Her bölüm pembe diziler gibi hep en heyecanlı yerde bitiyor. Hızlı hızlı diğer sayfaları okumaya devam ediyosunuz. Bu, yazarın sade ve akıcı diliyle birleşince bir-iki günde okuyup bitirebileceğiniz bir kitap ortaya çıkmış. Zaman zaman yazarın romandaki olaylar üzerinden aktardığı hayata, duygulara ve insanlara dair tespit ve düşüncelerini beğendim. Bu paragraflar kitabı basit bir aşk-ihanet-dostluk hikayesi olmaktan kurtarmış.


Kurgunun özellikle Yaslıhan ayağının matematiği çok iyi, olayların birbirine zorlama tesadüflere, masalsı iyiliklere yer bırakmadan birbirine bağlanması etkileyici. (Aynı şey İstanbul sahneleri için geçerli değil.) Kasaba ve kent hayatının aynı aynada (Narin) farklı yansımaları da hoşuma gitti.

Koyu Tonlar

Ammaaa... Karakterler çok canlı olsa da yapılandırılışlarında beni rahatsız eden unsurlar oldu. Birincisi her roman kişisi güzel veya çirkin kategorisine sokulmuştu. Güzeller: Narin, Deniz, Irmak, Ümmühan, Recep, Şadiye, Fırat.  Çirkinler: Mehmet, Hatice, Erdoğan, yaşlı terzi. ("Güzel" sayısının bu denli çok olması da normal değil ya neyse. ) Bire bir "güzel" ve "çirkin" kelimeleriyle etiketlenen kahramanların hareketlerinde bazen tek motif bu oluyordu. Mesela Recep, Hatice'den çirkin olduğu için nefret ediyor, Hatice de sokakta kalırım veya çocuklarıma bakamam diye değil ama Recep yakışıklı olduğu için onun öfkesine ve işkencesine ses çıkarmıyordu. Narin, bütün kitap boyunca Fırat'ın "kahperengi" gözlerinden ve yakışıklılığından başka bir şeyinden (zenginliğinden, kariyerinden, kültüründen vs.) etkilenmiyor, Fırat da Narin'in sarı saçlarına ve mavi gözlerine kapılıp ODTÜ'de ve Ankara'da kıza kıran girmiş gibi on günde bir yıkanan, abisinin beşinci elden eskilerini giyen, reşit olmayan Narin'i köy yerinde annesinin evine atmaya çalışıyor.

Karakterlerle ilgili bir diğer ve benim için daha önemli aksama da çoğu özelliklerinin okuyucuyu yönlendirmek amacıyla yazılmış olması. Misâl, Narin'in ailesindeki herkes ama herkes o kadar su katılmamış kötü ve ahlaksız ki onları silip atmasında Narin'i vicdansız göremiyoruz. Irmak da o kadar sevimsiz (neden sevimsiz o pek belli değil) bir tip ki Irmak'ın sevgilisi Fırat ve Narin birlikte olup Irmak'ı aldatınca Irmak'a üzülmüyoruz. Deniz o kadar harika ve hayat dolu ki, kız kardeşine Narin için defalarca haksızlık yaparken onu kötü abla olarak göremiyoruz. 

Kurgu da özellikle Yaslıhan bölümlerini çok beğendim. Olaylar genel olarak sürükleyiciydi zaten. Yalnız İstanbul sahneleri en başından beri yeterince canlı ve doğal bulmadım. Özellikle Fırat ve Narin arasındaki diyaloglar on cümle içinden aşktan nefrete ve geri aşka savrulurken ben buna ayak uyduramadım. 


Daha kötüsü kurgu hatalarının olmasıydı. Kitabın başında Deniz'in araba kullanırken kaza yapıp arabadaki anne ve babasının ölümüne yol açtığı yazıyor yüz sayfa sonra arabayı babasının kullandığı ve Deniz'in babasını kızdırarak kazaya neden olduğu anlatılıyor. Üstelik bu olay Deniz karakteri ve Narin'le ilişkisi için kilit nokta. Başka bir yerde de Erdoğan önce "çelimsiz" sonra "güçlü kuvvetli" olarak tasvir ediliyor. Narin'in İstanbul'da iş bulma macerası yoldan geçerken bir dükkana girip "İş var mı" demesi üzerine dükkân sahibinin "Benim ihtiyacım yok ama sen şuraya git benim gönderdiğimi söyle" (tanımadığı, yoldan geçen kızı neden kendi adıyla arkadaşına göndersin?) demesiyle tatlı sona bağlanıyor. Fırat önce Narin'i yıllar sonra gördüğünde ancak o zaman aşık olduğunu anladığını söylüyor sonra 'ben seni hep çok sevdim, aklımdan çıkmadın'a bağlıyor. Ayrıca yazar Moskof Recebin yakışıklılığı kadar, habire tekrar edilen "moskof" lakabının nereden geldiğini de söylese çok iyi olurdu ya da kitap boyunca sadece birkaç kere okulda başarılı olduğu söylenen Narin'in nasıl hırsla ders çalıştığı, nasıl üniversite sınavını kazandığı, okumakla ilgili ne düşündüğü üzerine iki kelâm edilse eksik parçalar tamamlanırdı.

Finali de kitabın finaliyle yapmak istiyorum: Mutlu son yazma sevdasına kurban gitmiş biraz zorlama ve kitabın genelini karşılamayan bir son gibi geldi. Özellikle kitabın tanıtımında bahsedilen güçlü dostluk bağlarından anlaşılan, en yakın arkadaşımız kız kardeşimizin nişanlısıyla yatsa bile, arkadaşımızı kayırıp kardeşimizin sokak ortasında rezil rüsva olmasını desteklemek mi? Vallahi final böyle bir şeye çıkıyor. Kendinize "Niye böyle oldu ki, buna ne gerek vardı?" diyip duruyorsunuz. Benim favori finalim Narin'in de babası gibi en yakın arkadaşına kazık atıp Fırat'la Ankara'ya kaçması ve bir kez daha yeni bir hayat kurma mücadelesine girişmesi olurdu :)


Kısacası, çabuk okuyup iyi zaman geçirmek için birebir. Kimi yerler çok etkileyici ve doyurucu. Öte yandan benim gibi yazarın yönlendirmelerine direnirseniz sonunda kendinizi "ama...ama..." derken bulabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder