30 Haziran 2014 Pazartesi

Eski ramazanlar ve günümüze gönderme..

Samimiyeti hissedebiliyorum. Sözlük anlamıyla içten, açık yürekli davranmayı, candan olmayı, gönülden söylemeyi gerçekten de hissedebiliyorum. Bu demektir ki aksini de çok iyi anlayabiliyorum. Yani yapmacık olanı, yalanı, öylesine söyleneni, ya da “mış” gibi yapılanı da hemen anlayabiliyorum. Hani söylenir ya hep: “Nerede o eski ramazanlar mirim?” denir ya, ben değiştiriyorum birazcık ve diyorum ki: “Nerede o eski samimiyet, içtenlik, temiz duygular?

Çok eskilere değil de kendi çocukluğumun nostaljisine gitmek istiyorum bu yazıda. Kendi çocukluğumun ramazan günlerine..

Çocukluğumda hatırlıyorum da evde herkes oruç tutardı, liseye giden abim hariç.. Biz küçükler de “kuyruğundan tutardık orucu!” Yani öğlene kadar oruç tutmak demekti bu, büyümeye özenen, oruç tutmaya öykünen çocukları böyle kandırırlardı.. Abime “Sen de tut!” dediklerini hatırlıyorum ama “Tutmak zorundasın, hmmm!” diye baskıya maruz kaldığını hiç hatırlamıyorum. “Dinde zorlama yoktur.” kuralı bizim evde geçerliydi demek ki.. Akşam hep birlikte oturulan sofradaki tarhana çorbası kokusu, bir de sahurda mutfaktan gelen taze tava böreği kokusu kalmış aklımda eski ramazanlara dair..

Ramazan ve masumiyet 
Nerede o eski samimiyet..


Mahallede kim var kim yoksa hep birlikte teravih namazına giderdi benim çocukluğumda. Kasaba halleri işte, akşamları komşu gezmesi haricinde sokağa çıkan mı vardı o zamanlar, -belki hâlâda aynıdır bilemiyorum- hele ki genç kızların sokağa çıkması ne mümkündü! Bu yüzden ramazan ayı gelince sevinirdi bence özellikle genç kızlar. “Maksi” tabir edilen, beli lastikli uzun eteklerini giyerler, en süslü oyalı başörtülerini takarlar, kol kola girip hep birlikte namaza giderlerdi. Ben izlerdim balkondan bütün bunları, çocuktum. Bir anekdot kalmış aklımda mesela; komşu kızlardan Emel abla, sevgilisine yazdığı mektubu maksi eteğinin beline sıkıştırmış bir gün namaza giderken, yolda düşürünce mektubu rezil olmuş.. Kızlar kendi aralarında anlatıp gülüşüyorlardı, tuhaf işte, neden hatırlıyorsam çocuk aklımla gizli gizli dinlediğim bu mevzuyu!

Din öcü değildi benim çocukluğumda. Şimdiki gibi hurafe edebiyatı, din edebiyatı da yoktu. Herkes kendi içinde dindardı ve herkes kendi içinde laikti. Bunlar bırakın sorgulanmayı, lafı bile edilmeyen konulardı.. Misal, benim babam her perşembe akşamı Türkçe Kuran'dan Yasin okurdu babaannemin odasında. Kulağıma şarkı gibi gelirdi sesi, makamlı okurdu zira, hepimiz huşu içinde dinlerdik; ama benim babam perşembe dışındaki bazı günlerde içki de içerdi. Atatürk'e yürekten bağlıydı herkes, “Atatürk seçime girseydi ancak %30 oy alırdı” diyen densizler yoktu mesela o günlerde.. Ülkenin kurucusu, hatasıyla doğrusuyla kabul edilir, hak ettiği saygıyı görürdü. Ne bileyim işte kimse kimseyi “az dindar, çok dindar” diye yargılamazdı. Çok dindar olup da yerlere kadar uzayan pardesü giyen, başına türban takan kadınlar olmadığı gibi, çok dindar olup da son model jiplere binen, evlerini saray konforunda döşeyip musluklarını altından yaptıran görgüsüz kişiler de yoktu o zamanlar, vardıysa da ben bilmiyordum. Demek gündeme gelmiyorlardı, ya da gösteriş ayıp sayıldığı için “zengin dindarlık” larını gizli gizli yaşıyorlardı.. Başı açık olduğu için kimse “az dindar” diye yargılanmazdı. Dedim ya herkesin dindarlığı kendineydi, kimse kimseyi bu anlamda sorgulamazdı, kimse kimseyi ayıplamazdı, oruç tutmuyor diye kimse dayak yemezdi. Diyorum ya samimiydi yaşananlar, ramazanlar da ayrı bir güzeldi sırf bu nedenle.

cocuk olmak
Çocukluğumun ramazanlarında din siyaset malzemesi yapılmadığı için herkes kendi içtenliğiyle, “gönül rızası” ile tutardı orucunu. Korkudan tutuyormuş gibi yapanlar yoktu, buna gerek yoktu çünkü.. Korkunun olmadığı yerde samimiyet filizleniyordu doğal olarak. Ramazanın gerçekten de kendine özgü bir ruhu vardı, insanlar ramazan ayında ekstra mutluluk yaşarlardı. Ramazan özlenen bir aydı.. Ben bunları bu şekilde anlatabiliyorsam, demek bilinç altıma çocukken böyle işlendiği içindir ve ne güzeldir böyle olması..
Her şeyde var artık kirlilik, en acısı da ne biliyor musunuz, klişe haline gelen “Nerede o eski ramazanlar mirim!” yakınması bile kısa bir süre sonra yok olup tarihe karışacak. Çünkü yeni nesillerin hafızalarında “eski ramazanların güzelliği” diye bir kavram olmayacak.. Yeterince ifade edemedim sanırım, Murathan Mungan'ın müthiş sözleriyle söyleyeyim yeniden, çünkü
“Biz büyüdük ve kirlendi dünya..

Artık çoğu iş yerinde ramazan ayında yemek çıkmıyor, insanlar işten atılmak korkusuyla oruç tutmasa da tutar “mış!” gibi yapıyorlar. Başkalarının dinsel hayatına müdahale etmek artık yükselen değer, ve artık kadınlar akşamları “maksi” eteklerini giyerek teravih namazına da gitmiyorlar pek. Sokaklar daha tekinsiz çünkü, insanlar daha çok zarar veriyor artık birbirlerine.. Bu konulara hiç girmek istemiyorum, içim acıyor..

Ne diyorduk, evet samimiyeti hemen hissediyorum, anlıyorum insanın gözüne bakınca ne kadar “kalpten” olduğunu.. İtiraf edeyim, televizyona çıkıp “ramazan, din, oruç, Allah, sadaka yardım, mümin kardeşlerimiz...vb.” gibi şeyler söyleyen o adamların çoğunun gözlerine bakamıyorum bile, samimiyetsizlikleri o kadar belirgin ve o kadar çirkinler ki...

Çocukluğumun temiz insanlarını, balkonda iftar topunun atılmasını bekleyişimizi, bir de dumanı tüten tarhana çorbasını çok özlüyorum; gerisi lâf-ı güzaf ( boş söz)


Mutlu bir ramazan dilerim oruç tutana da tutmayana da, sevgilerimle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder