14 Temmuz 2015 Salı

Herşey dahil otellerde eşitlik ve özgürlüğü satın almak!

Ne zaman tatile gitsem kafamda tuhaf fikirlerle dönüyorum. Günlük keşmekeşten, haberlerden, sosyal medyadan uzak olunca demek ki insan başka konulara yoğunlaşabiliyor.
Bu tatilde de eşitliğe ve özgürlüğe takıldım. Ama tabii ki bu kavramların tatil versiyonlarıydı benim düşündüklerim.
Tezim şu:
Herşey dahil oteller, yani tatil köyleri, parayla eşitliğin ve özgürlüğün satın alındığı ütopik mekanlardır.Hatta Ultra Herşey Dahil Oteller'de buna bir de aristokratik sınıfsal tanımlamalar da dahil olur. Nasıl mı? Herkes“dük”ve “düşes”gibi muamele görür de ondan...

Hadi canım, olur mu öyle şey, amma saçmaladın!” demeyin. Bakın şimdi size anlatıyorum.


Orada tatil yapan herkesin yanında cüzdan taşımadan yaşaması eşitlik ve özgürlük değil midir? Dediğim gibi özgürlüğü satın almışsınız zaten baştan.. Mesela susadınız, dolaplardaki buz gibi soğutulmuş sulardan, ayranlardan ve hatta envai çeşit kokteyl ve içeceklerden canınızın çektiğini alıp içebilirsiniz, kimse size para sormaz! Acıktınız, açık büfeden istediğiniz kadar yemek yiyebilirsiniz. Canınız dondurma ya da pasta çekerse gidersiniz tatil köyünün pastahanesine, açar dolabı istediğinizi alırsınız. Kimse size “ne yapıyorsun!” demez...

Gerçek hayatta ne olduğunuzun, nasıl bir gelire sahip olduğunuzun hiçbir önemi olmaz orada! Zira son model arabanız varsa, otelin dışında park etmişsinizdir. Arabanız yoksa da zaten orada herkes arabasız dolaştığı için hiç eksiklik hissetmezsiniz. Kimin ne kadar para kazandığının önemi yoktur herşey dahil otellerde, herkes eşittir. Herkese aynı lüks hizmet sunulur. Ultra Herşey Dahil bir otele gittiyseniz zaten hepiniz dük'sünüz, hepiniz düşes... Hemen hemen her ihtiyacınız sorgusuz sualsiz karşılanır çünkü...
Birileri kendi egoları bu muamele ile yetinmeyeceği için, kendisine daha da özel davranılması için, tatil köyü çalışanlarına bahşiş dağıtır, siz ise gizlice “tip” kutusuna bahşişi atarak onlara içten içten gülümser ve düşes olmaya devam edersiniz; sonuç rüşvetle pek de değişmez anlayacağınız...


Eşitlik para kullanmayarak sağlanırken özgürlük de giyim kuşamda ortaya çıkar. Bir minyatür kenttir orası ve herkes yarıçıplak dolaşır! Markete, doktora, kuaföre, yemek salonuna, bara da aynı kıyafetle gidersiniz. Üstünüzde bir mayo ve ayağınızda şıpıdık terliklerle takılırsınız yani! İster güzel olun ister çirkin, ister yaşlı olun ister genç, ister bir firmanın patronu olun ister çalışanı, mayonuz ve terlikleriniz sizi diğerleriyle eşitler ve aynı zamanda özgür kılar. Belki içinizden birileri mayosunu semt pazarından almıştır 20 liraya, birileri de 1200 lira vererek lüks mağazadan almıştır. Ne fark eder ki! Sonuçta herkesin mayosu ıslaktır, çünkü herkes suya girmektedir. Kimileri daha zengin ve daha özgür ve daha eşit olduğunu göstermek için mayosuna swarovski taşlar takmış olsa da ne gam! Güneş gözlüğünün yanında yazan markaya kim bakar ki orada!


Eşitlik bununla da sınırlı kalmaz. O ütopik tatil köyünde Alman, Rus, Kazak, Türk, Kürt, Fransız ya da İngiliz olmanızın da bir önemi yoktur. Milliyetçi damarlarınız istediğiniz kadar kabarık olsun, kendinizi diğer halklardan istediğiniz kadar üstün görün hiç fark etmez. Herşey dahil tatil köylerinde millet farkı gözetilmez, herkes aynı muameleyi görür. Dedim ya çünkü oralar gerçekten de ütopya gibidir. Thomas Moore bile tatil köylerinde azıcık yaşasaydı, “İşte böyle bir şey!” derdi bence...

Dahası da var. Eşitlik kültürel anlamda da kendini gösterir. Zira herkes aynı şeylerle eğlenir orada. Fazla seçenek olmadığı için biraz da mecbur kalırsınız gerçi ama emin olun insan zaman içinde alışır. Evet ilginçtir ama gerçektir. Mesela normalde “ayy ne iğrenç!“ dediğiniz pop müziklerle dans ederken bulursunuz kendinizi Herşey Dahil Otel'lerde! Bir animatör “şimdi eller havaya!” diye komut verince robot gibi herkes aynı anda ellerini kaldırarak dans etmeye başlar yalan mı? Çünkü beynimizi eğlenmeye kodlamışızdır. Dansöz de seyrederiz,Lambada dansı da yaparız öyle otellerde. Çünkü herkes eşittir, kim ne der gibi kaygılarımız yoktur, ve dedim ya amaç sadece eğlenmektir. Havuzda nasıl ki birbirimize su sıçratarak çocukça mutlu oluyorsak, diskoya gidip seksenli yılların müzikleriyle dans etmek de o kadar normal gelir tatil köylerinde...


Her şey pırıl pırıldır. Her gün çarşaflarınız değişir, her gün havlularınız yıkanır, yerlerde bir çöp yoktur, hatta sinek bile gezinmez! Her yer yemyeşildir, herkes güler yüzlüdür, tanıyan tanımayan herkes birbirine gülümseyerek “günaydın” der, ne bileyim siz “Alice”'sinizdir, orası da Harikalar Diyarı! Bütün hayatınızın böyle bir köyde geçtiğini düşünsenize! Bu ütopya değil de nedir....



Ama işte dedim ya bu bir ütopyadır nihayetinde. Yani sözlük anlamıyla “aslında olmayan, gerçekleşmesi imkansız, tasarlanmış toplum modelidir.” Yani tatil bitince bütün atlar kabak olur, kül kedisi olmaya devam edersiniz siz de. Ama beyninizin kıvrımlarında çook güzel anılar birikmiştir, o anılar da normal hayatınıza daha güzel bakmanızı sağlar, kül kediğilinden sıyrılmaya başlarsınız ufak ufak. Öyle ya, kısa süreliğine de olsa “düşes” olmanın tadını almışsınızdır bir kere!

Bir de bu güzel masalın görünmeyen kısmı vardır tabii ki! Zira o çarşaflar kendi kendine temizlenmiyordur, o yemekleri yapan usta eller, siz mutlu mesut tatil yaparken kan ter içinde çalışmaktadır. Garsonlar, işçiler, bahçıvanlar, housekeeper'lar...


Sanırım marifet, o tatilden dönünce de eşitlik gözlüğünü çıkarmamakta olsa gerek...

Sevgiyle...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder