23 Kasım 2015 Pazartesi

Öğretmenlerim vardı...

İlkokul öğretmenimden aklımda kalan şey nedir biliyor musunuz? Kırmızı ojeleri ve bakımlı elleri... Ödevlerimi imzalayıp “aferin” yazarken hafızama nasıl kazınmışsa artık, O'nu sanki hep tek renk oje sürülmüş ama hep bakımlı elleriyle anımsıyorum... Aferin alabilmek için ne çok hırs yapar ve ne çok çalışırdım...

Evet çoğu çocuk gibi ben de kendisine hayrandım. Disiplinli bir kadındı, gülümsediğini anımsıyorum ama ağız dolusu kahkaha attığı hiç aklıma gelmiyor. Kendime, makyajıma çok dikkat etmesem de ojelere, tırnak bakımına merakım belki de ilkokul öğretmenimin bende bıraktığı iz nedeniyledir kim bilebilir... “Koskoca beş yıl okumuşsun, kala kala aklında kırmızı ojeler mi kaldı, ne yani ilkokul öğretmenin sana oje sürmeyi mi öğretti ?”demeyin. Bunlar önemli şeyler. Hiç unutmam, lisenin ilk sınıfındayken coğrafya öğretmenimiz de “Kız ya da erkek olmanız fark etmez, deodorant kullanın, her zaman temiz kokun!” demişti ve ilk deodorantımı bu sözün üzerine almıştım. O gün bugündür buna önem veririm, insanları rahatsız etmeyecek bir temizlik koksun isterim üzerimde... Belki coğrafya dersinden okul hayatım boyunca pek haz etmedim ama temiz kokmayı öğretti bana o öğretmenim, az şey mi; dağ ve ırmak adlarını bilmekten daha değerli değil mi?

photo by: https://www.pinterest.com/bferdem/
Üniversite sınavına hazırlanıyorduk lise sonda, iyi bir kimya hocamız vardı, adı Arif Bey'di. Hiç unutmam, “Sınava girerken yanınızda hırka gibi bir şey götürün. Olur da tuvaletiniz gelirse, utanmayın yapın altınıza, yanınıza götürdüğünüz hırkayı belinize bağlar çıkarsınız. Orada biraz sıkılırsınız ama bu sınav daha önemli!” demişti. Aslında kimya öğretmenliği mükemmeldi ama düşünüyorum da şimdi insan ilişkileri bence pek başarılı değilmiş... Zira bu söylediği şeyden ürkmüştüm, ya sınavın ortasında tuvaletim gelirse ne yapardım! Kendisinin eğitim anlayışı korkutma üzerineydi, bazen işe de yarıyordu. Lise 1'de ilk kez fen dersimize girdiğinde “O tarih sizden uzaklaşmıyor, siz her dakika o tarihe yaklaşıyorsunuz, şimdiden sınava hazırlanmazsanız son sınıfta yetiştiremezsiniz hiçbir şeyi!“ demişti. Ben yine korkmuş, lise 1'deyken o dönemin en meşhur test dergisi olan Aşama dergilerini almaya başlamıştım. Konuları işledikçe, testleri Arif Bey'in dediği gibi çözmüş, lise sona sadece lise son konularını bırakmıştım.

Biz küçük bir kasabada yaşıyorduk, dershanemiz yoktu, hafta sonları sadece tebeşir parası toplayarak üniversiteye hazırlık kursu veren özverili öğretmenlerimiz vardı. Onlar için gerçekten de öğrencilerinin başarısı tatmin edici bir şeydi. O zamanlar çocuklar henüz yarış atı olmamıştı. Adı sürekli değişen sbs, teog, abc gibi yığınla sınav yoktu! Belki bilgisayar nedir bilmiyorduk ama, biz bence bugünün çocuklarından daha şanslıydık, zira çocuk gibi çocuklardık!
photo by: https://www.pinterest.com/selimea/
Türkçe öğretmenime hayrandım. Bize kitap okumayı sevdirmişti. Silahlara Veda'yı, Gazap Üzümleri'ni ve birçok klasik eseri ortaokulda okumuştuk. Bugün eğer kitap okuyorsam, kendisi de öğretmen olan ve çok okuyan babamın, bir de o Türkçe öğretmenimin sayesindedir. Öyle ki lisenin sonunda herkes dersleri bir kenara bırakıp elinde test kitaplarıyla okula gelirken, sonradan Edebiyat öğretmenim olan Türkçeci'nin verdiği ödevleri yapmak için gece yarılarına kadar ansiklopedilerden şairlerin yazarların hayatlarını araştırdığımı dün gibi anımsıyorum. Neticede o testleri ben de çözdüm, ben de kazandım sınavı ama benim bir farkım var, çünkü okuma alışkanlığım o gün bugündür hala devam ediyor!

Yurdumun kasabasındaki devlet okulunda nasıl bir İngilizce öğrettiyse solcu bilinen Sevgi öğretmenim, yıllar sonra gittiğim kursun seviye tespit sınavında “intermediate” çıkınca hayretler içinde kalmıştım. Ya müzik hocamız Burhanettin Bey'e ne demeli, bize piyano çalardı, okulun klasik müzik korosu vardı düşünsenize! Okulumuzun bir seramik fırını bile vardı, devrimci Hüseyin öğretmen soyut çalışmalar yaptırırdı yetenekli gördüğü öğrencilerine... Bugün ben bensem, gerçekten onların izlerini taşıyorum ufak tefek de olsa...

Ben biraz inektim evet, ortaokulda da lisede de okulu birincilikle bitirdim. Ama tuhaf ineklerdendim. Mesela lisede arkadaşlarım eve gelir, benim onlara ders anlatmamı isterlerdi, ben de anlatırdım, ödevlerine yardım ederdim. Mahallede ders anlatmadığım komşu çocuğu neredeyse yoktu. Sanırım genlerime işlemişti öğretmenlik. Babam, ablam, dayım, yengem... Bizde öğretmen çoktu. Ben olmadım, itiraf ediyorum, o zamanlar burnum biraz yükseklerdeydi, öğretmenlik gibi az puanlı bir okulu kendime yakıştıramamıştım! Çocukluk işte, “bir bayan için en ideal meslek” diyorlardı bir de, buna da karşı çıkıyordu muhalif ruhum. Nasıl yani, ben erkeklerin mesleğini yapamaz mıydım! Çok iyi bir puanla gittim tekstil mühendisi oldum sonra. Ben kırdım zinciri ama neyse ki ailede sonradan gelen kuşak öğretmenliğe devam etti. Üç tane yeğenim pırıl pırıl genç öğretmenler olarak eğitim ordusuna katıldılar, evet kpss yi geçip atanabilen şanslı azınlıkta yer alıyorlar ...

Madem kendimden, özel anılarımdan anlatıyorum bu gün, size bir itiraf daha yapaym. Aslında ben de öğretmenlik yaptım, hem de 6 ay... Okulu bitirmiş ve özel nedenlerle doğduğum kasabaya dönmüştüm bir süreliğine... O zamanlar ücretli öğretmen denilen kölelik sistemi yoktu, “vekil öğretmenlik” denilen bir şey vardı. Ben de mezun olduğum lisede birçok derse girmiştim; edebiyat, fen, matematik, fizik, kimya... Hangi ders boşsa hepsine girdim, ee serde ineklik vardı ya, her şeyden anlıyordum az buçuk, bir de yeni mezun pırıl pırıl bir mühendis beyni olunca... O öğretmenlik günlerimde biriktirdiğim küçük paralar ile İzmir'e gidecek ve mühendislik yaparak kuracağım hayatın ilk temellerini atacaktım...

Madem o günlere kadar gittik, bir de üniversiteden unutamadığım hocamı da anlatayım. Bertan hocam, kapısı ardına kadar öğrencilere açık olan odasında antika eşyaların ortasında oturur, klasik müzik dinleyerek piposunu içerdi. Sınavlarda dışarıya çıkar, notun hiçbir şey olmadığını anlatırdı aslında... Bizi fabrikalara gezmeye götürür, hepimize iş bulurdu.. Evine gider, elleriyle yaptığı kabak tatlısını yerken O'nun o engin entelektüel dünyasından feyz alırdık. Hatta İstanbul'a taşınmam da O'nun sayesindedir, bugün arayıp öğretmenler gününü kutlayacağım uzun listenin içinde elbette müstesna bir yeri vardır kendisinin.

Çok duygusallaştım farkındayım, hep söylerim bir kez daha tekrar edeyim. Hayatta iki kutsal meslek biiyorum ben, biri tıp hekimliği, diğeri de öğretmenlik... Birisi insan hayatını kurtarır, ötekisi ise insana hayat verir.. Gerisi laf-ı güzaftır...

Yaşlarınız ne olursa olsun, ruhunuzda öğretmenlik ateşi varsa hepinizin o kutsal ellerinden öpüyorum sevgili öğretmenlerim. Baş Öğretmen Mustafa Kemal Atatürkümüzün açtığı ışıklı yolda bizleri aydınlatmaya devam edin, 24 Kasım Öğretmenler Gününüz kutlu olsun...



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder