15 Kasım 2015 Pazar

Ayşe Kulin'den Tutsak Güneş'i okudum...

Kitabı Ayşe Kulin'den distopik roman diye tanıttılar. Açıkçası çok merak ettim ve çıkar çıkmaz gidip aldım ben de. Zira iyi kurgulanmışsa distopik öyküler ilgimi çeker.
Mesela Orwel'ın 1984'ü bu anlamda gerçekten de sarsıcı muhteşem bir kitaptı. “Distopik de ne ola ki?” diyenleri daha yazının başındayken Google'a geri göndermemek için kısacık bir açıklamayı görev biliyorum bu arada. (sözcüğü bilenlerden af dileyerek)
Edebiyat ve sanatta kullanılan distopya terimi, ütopyanın tam tersidir. Yani distopik bir dünyada herşey kötü, otoriter-totaliter, baskıcı bir yönetim söz konusu diye düşünebilirsiniz.

İşte böyle bir beklentiyle okumaya başlayınca açıkçası ilk sayfalarda hayal kırıklığı yaşadım ne yalan söyleyeyim. Çünkü kurgunun distopya tarafında bana göre boşluklar vardı, yani ben Ramanis ortamını pek canlandıramadım hayalimde... Mesela gök cismi ülkeyi karartıyor ama tam değil, nasıl olduğu net değil, insanların iklimsel anlamda yaşantı biçimleri pek belli değil, kadınlara çalışma yasağı var ama bazılarına yok, gibi gibi... Birkaç bölüm ilerledikten sonra ise kitabı yanlış bir gözlükle okuduğumu fark ettim. Distopya ve bilim-kurgu beklentilerini bir kenara bırakıp bildiğim, kitaplarını bir çırpıda okuduğum Ayşe Kulin'in gözünden günümüz Türkiyesine bir eleştiri olarak okumaya başladığımda, inanın çok daha fazla keyif aldım kitaptan. Bugünün biraz egzajere edilmiş haliydi bana kalırsa anlatılanlar. Her ne kadar yazar Ramanis Cumhuriyeti dese de, ben o hayali ülkeyi kendimizden soyutlayamadım. Çoğumuzun ülkemiz adına yaşadığı kaygıları cesaretle dile getirmiş Ayşe Kulin, bu anlamda kendisini tebrik etmek lazım. Zira cesur olmak zor zanaattır bilirsiniz. “Sen bu anlamda cesur musun?” diye soranlara vereceğim yanıt bellidir zaten: “Hayır değilim!”

Tutsak Güneş - Ayşe Kulin
Kulin'i okuyanlar bilir, müthiş akıcı bir dili vardır. O'nun kitaplarını okurken sinema filmi izler gibi olursunuz, terapi gibidir bir anlamda. Okursunuz, iyi vakit geçirirsiniz, bir süre sonra da unutursunuz. Yine öyleydi, zaten kitabın başındaki bana göre oturmamış olan o kurgu dünyanın anlatımı birkaç bölüm sonra bitip de asıl hikaye başlayınca kitap daha sürükleyici oldu.

Kitapta düşünmenin, konuşmanın ve hatta hatta hatırlamanın bile yasak olduğu bir ülke var... Beş çocuk yapan kadınlara madalya takılıyor. Sınıf ayrımcılığı alenen yaşanıyor; taktığınız atkının rengi belirliyor haklarınızı. İnternet yok, haberlerde dış dünya sürekli kötüleniyor, seyahat özgürlüğü yok, her an takip ediliyorsunuz ama aşk var, insanın olduğu her yerde aşk var çünkü.. .

Benim kitaptan süzdüğümse şu oldu:

Kendilerine sunulan ayrıcalıklı hayatta mutlu mesut yaşayan bilim adamları ve profesörler bile olan bitenin, baskının farkında değiller. Ramanis Cumhuriyetinin başkanı Oğulhan'a sevgi ve minnetle bağlı kalarak muhalif seslere nefretle bakabiliyorlar, taa ki zulmün ucu kendi ailelerine dokununcaya kadar...

Bugünlük de benden bu kadar, keyifli okumalar efenim, sevgiyle...








...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder