Samimi söylüyorum, ne zamandır bu kadar lezzetli bir kitap okumamıştım. Hani bazı romanları hem elinizden bırakmak istemezsiniz, hem de bittiğinde kahramanlardan ayrıldığınız için üzülülürsünüz ya, Ece Temelkuran'ın “Devir” romanı benim için tam da böyleydi.
O kadar güzel, akıcı, diyaloglara dayalı bir eser ortaya çıkarmış ki yazarımız, bir film izliyor gibiydim okurken. Şu anda hâlâda o filmin etkisinden kurtulmuş değilim. 493 sayfaydı kitap, bir 493 sayfa daha uzasaydı eminim keyifle okumaya devam edebilirdim. Hatta belki bu yazıyı okursa diye kendisine seslenmek de isterim:
“Ece Hanım, lütfen devamını da yazın, Ali ve Ayşe'nin sonrasını da anlatın bizlere...”
80 darbesi ilk kez bir çocuğun gözlerinden anlatılıyor;
Yıl 1980, aylardan mayıs. Sokaklarda her gün kanlı eylemlerin olduğu, sıkıntılı zamanlarda geçiyor roman. Sekiz yaşlarında iki arkadaş var kitapta. Annesi babası memur olan, orta sınıf bir hayatın içindeki Ayşe ile gecekonduda, çatışmaların ortasında büyüyen işçi çocuğu Ali. Bu iki çocuğun dilinden, bu iki çocuğun gözünden anlatmış Temelkuran hikayeleri, çok da güzel olmuş! Kitabı okurken kimi zaman Ayşe oluyorsunuz, kimi zaman Ali...
Ali ve Ayşe, öyle bir dönemde yaşıyorlar ki, onların kurmaca dünyalarında peri masalları yok, süper kahramanlar hiç yok. Onlar sadece Ankara'nın meşhur Kuğulu Parkı'ndaki kuğuları kurtarırlarsa, başları derde giren devrimci abla ve abilerini de kurtaracaklarını hayal ediyorlar. Hatta bunu planlıyorlar ince ince. Dışarıda dünya akıyor, her gün insanlar ölüyor, Ali ve Ayşe kendi gözlerinden tüm bu olan biteni anlamaya çalışıyor küçücük yürekleri ile. Onların anlattıkları gerçeklerden içiniz kararmıyor, çünkü algıladıkları dünya bazen “korkunçlu”, bazen de “gülünçlü”...
80 darbesi hakkında çok şeyler yazıldı çizildi bilirsiniz, bugüne kadar bir çocuğun gözlerinden anlatılmamıştı hiç o devir! Oysa en derin izler, o gün çocuk olan nesilde kalmadı mı...
Bir dönem romanı değil bu, devredilen umutlar ve acılar var içinde;
Roman çok yönlü kurgulanmış gerçekten de. 80'li yılların izlerini görüyoruz arka planda. Bülent Ersoy'un kadınlığa geçişinin ülke gündeminde büyük bir olay olmasından tutun, o dönemin en meşhur şarkılarına kadar incelikle işlenmiş detaylar var kitapta. Ama yine de geçmiş dönem kitabı diyemeyiz Devir'e; aksine o yılların bu güne nasıl evrildiğine dair ipuçları var yazarımızın anlattıklarında. 80'li yılları bilmeyen, hatta o dönemde henüz doğmamış olan gençlere özellikle tavsiye ediyorum kitabı. Okusunlar ki görsünler, içlerindeki muhalif duyguların kökeni ta nerelere dayanıyor! Her ne kadar bugün sesi parça parça ve cılız çıksa da, aslında ülkemizdeki sol gelenek ne kadar köklüymüş diyecekler muhtemelen.
Türkiye İstanbul'dan ibaret değil!
Kitabın diğer bir güzelliği de anlatılanların Ankara'da geçiyor olması. Bilirsiniz hikayelere genellikle İstanbul'dan bakılır, diziler genelde İstanbul'da çekilir, televizyonda hava durumunu anlatırken bile önce İstanbul'dan başlarlar. Oysa Ece Temelkuran, hikaye zeminini Ankara seçerek, cumhuriyetin başkentinin önemini anımsatmış bizlere.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder