18 Kasım 2015 Çarşamba

Ayrılmaz İkililerim...


Geçenlerde gördüğüm bir Facebook sayfasında “kasım ve aşk ayrılmaz ikilidir, siz de söyleyin ayrılmaz ikililerinizi” diyordu. Çok hoşuma gitti, yazmaya başladım hemen...

Pazar kahvaltımda kaymak ve bal, sonrasında gazetelerim ve bulmacalar, mutfağımda sevgi ile yaptığım yemekler ve huzur veren kavrulmuş soğan kokusu, dumanı tüten tarhana çorbası ve olmazsa olmazı karabiber, mahallemdeki köşe ve o köşedeki laz bakkal... Sabah günaydını ve içten gelen bir gülümseme...

Aslında hayatımda vazgeçemediğim o kadar çok ikili var ki, hangi birini anlatsam diğerleri eksik kalıyor...

Mesela kitaplar ve onları yazan yürekler olmasaydı, filmler ve onları yaratan sinemacılar, resimler ve ressamlar, şarkılar ve müzisyenler, yani sanat ve incelmiş ruhlar olmasaydı yaşam ne kadar tatsız tuzsuz olurdu...

photo by Naman Verma, inseparable love

Sevdiğimiz insanlar ve onların bizi sarmalayan güven verici duruşları olmasaydı, özlemlerimiz ve kavuşma anlarının yaşattığı coşku, sevgi ve emek olmasaydı; her şeyin ötesinde ya ne yapardık aşık ve maşuk olmasaydı?

Yazdıkça şaşırıyorum; sanki hayat ikililer üzerine kurulmuş gibi! Bazen kendisine benzer, kendisini tamamlayan ikililer, bazen de zıtların bütünlüğü, olmaması gereken ikililer! Düşünsenize silahlar ve bombalar olmasaydı, kin ve nefret, ego ve bencillik, küfür ve hakaret, haset ve kıskançlık, entrika ve dedikodu olmasaydı; politika ve siyasetçiler olmasaydı mesela!

Hayat ne garip değil mi? Bir elmanın yarısı gibiyiz bir şeylerle, ama bazen elmanın yarısı ekşi, yarısı tatlı çıkabiliyor!İçimiz de öyle değil mi; hem iyiyiz, hem azıcık da olsa kötüyüz; hem uygarız, hem ilkel huylarımız var; hem akıllıyız hem biraz deli, biraz çılgın; bazen derviş gibiyiz, bazen ise dizginlerinden boşalmış kızgın bir boğaya benziyoruz, burnumuzdan çıkan dumanlarla...

Nereye gitti şimdi bu yazı? Ne güzel beni etkileyen ikililerden bahsetmeyi planlamıştım oysa başlarken... Çiçek kokusu ve bahar mevsimi, dışarıda yağan kar ve Adile Naşit'li Türk filmi, Fransızca şarkılar ve loş mum ışığı, vanilya kokusu ve anne muhallebisi, sardunyalar ve vita yağı tenekeleri, gülümseyen bir çocuk yüzü ve elinde tuttuğu pamuk şeker, eski zaman fotoğrafları ve o fotoğraflardaki tüllü şapkalı zarif kadınlar; gramafon ve Münir Nurettin'den eskimeyen bir şarkı...

Galiba bugün pembe gözlüğümü taktım yine, sözü size bırakıyorum, sevgiyle...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder