10 Kasım 2015 Salı

Niyet ettim kitap fuarına gitmeye...


Evet nihayet yıllar sonra şeytanın bacağını kırdım ve kitap fuarına gittim geçen cumartesi günü, yani fuarın açılış günü. İstanbul'a ilk geldiğim zamanlarda kitap fuarı Taksim'de Tepebaşı'ndaydı, dolayısıyla fuar boyunca akşamları iş çıkışında giderdim, söyleşilere katılır, imza kuyruklarına girerdim kaygısızca. Yani dolu dolu yaşardım kitap fuarını. Tüyap'a taşındıktan sonra ise hiç gitmedim, kaç yıl oldu hatırlamıyorum bile! Sadece söyleniyordum her sene; kitap fuarı şehirden bu kadar uzak olur mu, kültür sanattan soğumamızı istiyorlar, zaten AKM'yi kapattılar, zaten özel tiyatrolardan desteği çekti devlet, biletler çok pahalandı! Sonra bu söylenme devam ediyordu, iyi güzel korsan kitap almayalım tamam da, neden pırlantadan vergi almayan devlet kitaptan vergi alır... vs. vs. Sanki bu söylenmelerim muhataplarının kulağına gidiyormuş gibi, hoş gitse de sanki umurlarında olacakmış gibi!

Bu sene, aslında tam olarak 1 kasım seçimlerinin ertesi sabahı, bu hali tavrı bırakmaya karar verdim. Zira sadece bana zararı olan bir yaklaşım bu; atı alansa Üsküdar,'ı çoktan geçiyor ve anlaşılan o ki, dört nala gidiyor o at! Madem öyle, madem hayat benim gibiler için zorlaştırılıyor;  o halde yakınmayı, söylenmeyi, eleştirmeyi, sinir olmayı, kendime zarar vermeyi bırakıp yeni duruma adapte olmalıyım dedim. Yani bıraktığım yerden hayatıma devam etmeye, hatta eskisinden daha dolu dolu yaşamaya karar verdim. Netekim 7 kasım cumartesi sabahı niyet ettim fuara gitmeye ve gittim...

Kitap Fuarında

9:30'da bindim metrobüs denen ucubik araca (pardon söylenme yoktu), Allahtan oturabildim ve yol boyunca kitap okudum. Yani yolculuğum fena geçmedi; tam bir buçuk saat sonra Tüyap'ın da olduğu Beylikdüzü son duraktaydım. Bir buçuk saat nedir ki, iki tane imza kuyruğuna girmeyiverirdim! Birbuçuk saatte insanlar şehir değiştiriyorlar ama olsun, burası İstanbul, ultra mega kent! Gökdelenler, rezidanslar, avemeler şehrine doğru hızla evrilen, öte yandan  nostaljisini yaşatmaya çalıştığımız...

Neyse efendim, gittim fuara, içim kıpır kıpır! Açılalı henüz bir saat olmasına rağmen oldukça kalabalıktı ortalık; ama rahat rahat gezebildim yine de. İndirim pek yoktu, %20-25 civarındaydı genel olarak. En güzeli ise bazı yayınevleri fuara özel 5-10 TL'lik kitaplar basmışlardı, bulabildiklerimi kaçırmadım. Size bir tüyo, Kırmızı Kedi yayınlarına uğrayın bence. Baba Evinde Bana Yer Yok- Asiya Cabbar -5 TL, Kendi Gecesinde- İnci Aral – 10 TL ve Bir Yalnız Adam- Tuna Serim – 5 TL, benim Kırmızı Kedi'den çantama sığdırabildiklerim oldu. Keşke tekrar gidebilsem ve tekrar bakınsam hiç uğrayamadığım stantlara!

Fuardan aldığım kitaplardan..

Girişte verdikleri, rehber niteliğindeki kitapçık bence hikaye! Zira labirent gibi bir yer inşa etmişler. 3 numaralı salonda gezinirken karşınıza alakasız bir şey, örneğin 10 numaralı salon çıkıyor, oradan geçiyorsunuz hoop yine misal 8 numaralı salona! Bir ara bir labirentin ortasındaymışım ve çıkamıyormuşum gibi hissettim kendimi. Koysanıza ey tasarımcılar salonlara “şimdi buradasınız, sonrasında şurası var!..” gibi ışıklı panolar! Eleştirmek ne haddimize, olsun yapmışlar ya o kadar, sağolsunlar, var olsunlar!

Ha bir de yürürken yere bakmazsanız, tökezleme hatta düşme tehlikesi yaşayabilirsiniz, demedi demeyin! Zira tümseklerle karşılaşıyorsunuz adım atarken, sarı işaretler koymuşlar oralara iyi güzel de, insan o kalabalıkta önüne nasıl baksın, ya da ya göremiyorsa!

 Yani çok övdükleri Tüyap binasını hiç ama hiç beğenmedim. Ama dediğim gibi önemli değildi bütün bunlar, ben mutluydum yine de... Belki şaşıracaksınız ama ülkemi, şehrimi 31 ekim gecesi öncesinden daha çok seviyorum artık! Her türlü engellenmeye ve zorlamaya inat, dolu dolu yaşamaya kararlıyım, özellikle de kültürel ve sanatsal faaliyetler anlamında. Zira ruhumun yorgunluğunu atıp nefes almaya, enerji toplamaya ihtiyacım var...


Yeterince yönlendirme ve bilgilendirme olmadığı için bilinçsizce fuar koridorlarında gezerken uluslararası bir salona dek geldim. Çinliler, Koreliler, Azerbaycan, İran ve fuarın onur konuğu olan Romanya vardı. Romanya standı eğlenceliydi, orkestraya denk geldim ve güzel bir şarkı dinledim, yemeklerini ve içkilerini de sergiliyorlardı ama ben hiçbir şeyin tadına bakamadım, ama siz deneyebilirsiniz.

Fuarın onur konuğu-Romanya
Saatler 13 olduğunda kalabalık artmaya başladı. Aşk romanları yazdığını tahmin ettiğim Sarah Jio'nun imza kuyruğu tıklım tıklımdı. Adlarını bilmediğim bestseller kitapların önünde yığınlar oluşmuştu. Genç wattpad yazarlarının televizyonlarda gördüğüm izdihamına denk gelmedim Allahtan! Bir şekilde öyle ya da böyle insanlar okuyor, bu güzel bir şey dedim kendi kendime...

Sonrasında sahafların ve derneklerin küçük küçük standlarının olduğu bir koridora denk geldim. Çok güzeldi o koridor. İnsanlar birşeylerle meşgul oluyorlar, var oluyorlar, kendi sığınaklarını inşa etmişler. Adına mücadele dedikleri, ama aslında bence ruhlarını arındırdıkları uğraşlar bunlar. Köy Enstitüleri Derneği, Çağdaş Yaşam Derneği, Çevre Gönüllüleri Vakfı, Kadın Yazarlar Derneği...


Bütün bu dernekler içime su serpti, var işe bir şeyler dedim, nefes alınacak bir yerler var yine de...

Aslında fuara giderken, aklımda en sevdiğim yazarlardan Vedat Türkali söyleşisine katılmak ve olabilirse kendisine kitap imzalatmak vardı. Hatta bende olmayan sanırım tek kitabı “Tek Kişilik Ölüm”ü ilk gördüğümde hemen almıştım da.. Söyleşi 16:45'de idi ve ben sırt çantam kitap dolduğu için çok yorulmuştum, dinlenme noktalarına gitmek bile gözümde büyümeye başlamıştı. Karanlıkta metrobüs eziyeti çekmeyi gözüm yememişti. Yani gidemedim söyleşiye, umarım bir etkinlikte denk gelirim Vedat Türkali çınarıyla...

Tam da böyle bocalama anında iken inanmayacaksınız ama bir mucize oldu, Çevre Gönülleri Platformu'nda soluklanırken derneğin gülen yüzü Ayşe Hanım'la sohbet ettik biraz ayak üstü. Kadıköy'e gideceğimi söyledim laf arasında.. Biliyor musunuz o güzel insanlar, “ seni bırakalım” dediler! İnanamadım! İstanbul'a ilk geldiğim yıllarda, en yakın arkadaşlarımdan birinin işi olduğu için beni köprünün ayağında arabasından nazikçe atması, aradan geçen yıllara rağmen dün gibi aklımdadır zira...

Bence bu fuarı anlamlı kılan en önemli an, o güzel insanların beni, yani hiç tanımadıkları birini arabalarına davet ettikleri andı... İyi insanlar vardı, o iyi insanlar özel arabaları ile yollarını değiştirerek bir insanı evine kadar bırakabiliyorlardı...

Yani demem o ki bahaneleri bir kenara atıp 15 Kasım'a kadar kendinize vakit yaratarak gidin Kitap Fuarı'na, belki okuyan güzel insanlarla sizler de değişik mucizeler yaşarsınız!

Hayatınızdan kitap sözcükleri ve onların mucizeleri eksilmesin...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder