30 Temmuz 2014 Çarşamba

"Kurt Seyt ve Shura" kitabı mı, dizisi mi?

Kurt Seyt ve Shura kitabı ve dizisini harmanlayıp yorumlamak istiyorum. Bakalım altından kalkabilecek miyim..

Diziyi ilk bölümden itibaren izledim. Dönem dizileri ilgimi çeker, bunda da  kostümler şahaneydi bana göre, hikaye de güzeldi. Ama bir şeyler rahatsız ediyordu yine de dizide beni, özellikle ilerleyen bölümlerde iyiden iyiye sıkılmaya başlamıştım. Yok yok bu böyle olmayacak dedim, ille de kitabı okumalıyım diye düşündüm. Ne kadar da haklıymışım; 513 sayfalık kitabı tatilimin ilk 5 gününde bitirdim. Kitap o kadar sürükleyiciydi ki, elimden bırakıp havuza girmek, yemek yemek, dolaşmak bile istemiyordum; o derece yani.. Kitap gerçekten de dramatik bir belgesel olarak nitelendirilebilir; mekanlar, olaylar, dönem detayları mükemmel aktarılmış. Kitabı okumanızı baştan şiddetle tavsiye ederek hikayenin kısaca özetini yapayım:

su gibi akan bir kitap..
Kurt Seyt, geniş toprakları olan Kırımlı köklü aile Eminofların 1892 yılında Aluşta'da doğan oğludur. Babası gibi kendisi de Çarlık Rusyasında subaydır; hatta Çar'ın muhafız alayında görev yapar. Çapkındır ve de çok yakışıklıdır.
1916 yılında Kurt Seyt 24 yaşında iken, sapsarı saçları beline kadar uzanan, masmavi gözleri ilk balosuna çıkacağı için heyecandan pırıl pırıl parlayan, henüz 15 yaşındaki Alexandra Julianovna Verjenskayayani Shura ile tanışır. Hikaye de böyle başlar. Geri planda tarihi gerçeklikler ile bezenmiş romanda, Kırım Aluşta'dan 1924 İstanbuluna kadar uzanan tam 8 senelik bir aşk hikayesini anlatıyor Nermin Bezmen. Öz dedesinin hikayesidir hem de anlattığı.. Sonu acıklı biten gerçek bir aşktır.. Şahane bir kurgu, muhteşem kıvrak bir dil var romanda. Nedense bugüne kadar Nermin Bezmen kitaplarına bir türlü ilgi duymayan beni kıskıvrak yakaladı kitap.. Edebiyat uyarlaması diziler, hele de arka planda tarih varsa ilgimi hep çekmiştir. Her ne kadar hayal kırıklığı da olsa, beni Nermin Bezmen'le tanıştırdığı için dizi yapımcılarına yine de teşekkür etmek istiyorum.


Kitabun tadı bir başka!
Dizide, “Yok artık, gerçek yaşamda böyle bir insan olamaz!”dedirtip beni izlemekten soğutan karakterlerin başında, Birkan Sokullu'nun canlandırdığı Petro Borinsky vardı. Kitabı okuyunca, senaristlerin dizilerde olmazsa olmaz unsur(!) gibi düşündükleri entrikacı karakteri yaratmak için, Petro'yu nasıl da gerçeğin dışında abartarak anlattıklarına tanık oldum. Boşuna rahatsız olmamışım meğerse Petro'dan.. Senariste ve yönetmene kızdım elbette.. Cânım hikayeyi yapay bir hale getirmeyi başardıkları için tabii ki!..


Dizideki kötü adam Petro
Petro Borinsky, Kurt Seyt'in çocukluk arkadaşıdır. Askeri okulda beraber okumuşlar, beraber cepheye gitmişlerdir. Buraya kadar sorun yok. Mesele, dizide Petro'yu hikayenin kötü karakteri yapmak için senarist ve yönetmenin abartılı saçmalamaları..
 Güya cephede savaşırken Petro yanlışlıkla kendi asker arkadaşını bir savaş suçu oluşturacak şekilde vuruyor. Bunu gören Kurt Seyt, askeri disiplini gereği Petro'yu istifaya zorluyor. Petro askerlikten istifa ediyor ama o saatten sonra Kurt Seyt'in baş düşmanı oluyor. O'nu hep kıskanıyor, Seyt'in yüzüne gülüyor ama hep arkasından iş çeviriyor.
 Bakışlarının sinsiliği oyuncu Birkan Sokullu'da o kadar iğreti durmuş ki, Petro sahnelerinin çoğunu seyrederken ne yalan söyleyeyim sıkıntıdan kanal değiştirmişimdir. Senarist ve yönetmen o kadar şişirmiş ki Petro karakterini, Seyt'in başına gelen her kötülüğünün altından O çıkıyor.
 Mesela Seyt cepheden mektup gönderir Shura'ya, ne hikmetse Petro'nun eline geçer mektup, mektubu vermez elbette ve Seyt'in öldüğüne inandırır Shura'yı.  Shura'yı elde etmeye çabalar dizi boyunca Petro, tabii ki sıkıcıdır bütün bu çabaları..  Abartı öyle üst boyuttadır ki, Seyt'in küçük kardeşi Osman'ı da Petro'ya öldürtürler. Edebiyat uyarlaması yaptıklarını unutup Petro'yu İstanbul'a da getirten, kusura bakmasınlar ama “hikaye katili”demek istediğim senarist ve yönetmen ikilisi, Petro'ya Seyt'in parasını da çaldıracak kadar saçmalamışlar. Hızlarını alamayıp Petro'ya İstanbul'u işgal eden İngiliz askerleriyle işbirliği yaptırıp tam Shura ve Seyt'in evlenecekleri düğün gecesi Seyt'i kaçırtıp Rusya'ya giden gemiye hapsettirirler.  Bu kadarla da kalmaz muhteşem ikilinin hikayeden sapması, entrikacı karakter buldular ya, abartır da abartırlar; taa ki biz izleyicilere “Bu ne ya, böyle dizi mi olur?” dedirtene kadar! Seyt bin bir türlü zorlukla, hapsedildiği gemiden kurtulur ve İstanbul'a döner. Bilin bakalım gelir gelmez kiminle karşılaşır? Evet bingo! Tabii ki Petro ile karşılaşır. O sırada Shura da kuzeninin koluna girmiş bir yere gitmektedir. Petro Seyt'e, “Bak işte, Shura başkasını buldu, seni unuttu” der, Seyt de buna inanıp gidip kendisini bir başka kadının kollarına atıverir!.. Bunlar dizide olanlar, kitapla tahmin ettiğiniz gibi alakası bile olmayan zırva bölümler.. Kitapta ne Seyt gemiye hapsedilip geri gönderiliyor, ne de Petro'nun her dediğine bir çocuk saflığı ile inanıyor...

Oysa romanda ailesini İstanbul'da tesadüfen bulan Shura, Seyt ile birlikte yaşadıklarını ailesine söyleyemediği için Şeref Otel'den ayrılmıştır ve eczanede çalışmaktadır. Bir gün eczaneden kuzeninin kolunda çıkarken Seyt O'nu görür ve kıskançlıktan gider çamaşırhanede çalışan kızlardan biri ile beraber geçirir geceyi. Sabah kız tam çıkarken Shura kızı görür ve  Seyt'le aralarına ciddi bir mesafe girer. Yani ortada Petro Borinsky ile ilgili hiçbir şey yoktur. Dizideki bıkkınlık veren, izleyicileri kaçırtan senaryo saçmalıklarından biridir karşımıza çıkan durum. Senaristin abartısıdır, rahatsız edicidir..

Gerçek hikayede Petro, babasının zoruyla subay olmuştur, askerliği sevmediği için kendi isteği ile istifa etmiştir. Kitapta Shura'ya değil, Seyt'in yakın arkadaşı Celil'in sevgilisi Bolşoy'un baş balerini Tatiana Tchoupilkina'ya aşıktır. Evet dizideki gibi Rus bolşevik devrimcilerine katıldığı doğrudur. Ama dizide senarist ve yönetmen akıllarınca entrika izleteceklerdir ya, Seyt'i ve arkadaşı Celil'i tabiri caizse salak yerine koyarlar ve Petro'nun bolşeviklere katılmasını Seyt'in bilmediğini anlatırlar. Aslında Rusya'dan ayrılmadan önce Seyt ve Celil Petro'yu yakalamış, Rusyaya ihanet ettiği gerekçesiyle kendi mezarını kendisine kazdırarak O'nu öldürmüşlerdir.

Shura ne güzel kadınmış!

Yok dizinin çok reklamı yapıldı da ondan tutmadı, yok dizi sezona geç başladı da ondan tutmadı, yok Rus tarihi bize ağır geldi, yok Shura'yı oynayan Farah Zeynep Abdullah ile Seyt'i oynayan Kıvanç Tatlıtuğ'un kimyası tutmadı diyenler, neden yönetmenin ve senaristin bu saçmalıklarına değinmediler anlamış değilim! Evet kitabı okuduktan sonra ben de Shura'yı başka birisi oynamalıydı diye düşündüm, aklıma ilk gelen de Tuba Ünsal oldu. Zira son dönem aktrisleri içinde gerçek sarışın olmadığını fark ettim. Belki de bir Rus aktris Shura için Farah Zeynep'ten çok daha uygun olacaktı, yani en azından gerçek sarışın ve mavi gözlü biri olsaydı.. Ama oyuncu seçimindeki bu hata, bence senaryodaki saçmalıklar yanında çok önemsiz kaldı, hatta lafını bile etmeye gerek yok diye düşünüyorum.


Sizce de Tuğba, güzel bir Shura olmaz mıydı?

Bir yaşam öyküsünün, zaten kurgulanarak yazıldığı şahane bir kitaba bu kadar ihanet ettikten sonra dizi tutmayınca hatayı kendilerinde aramış mıdır senarist ve yönetmen bilemiyorum tabii ki.. Bunu yeni sezonda hep birlikte göreceğiz.

Beni diziden soğutan ikinci karakter ise Ayşe'yi oynamaya çalışan Melisa Aslı Pamuk'tu. Kendisi Türkiye güzeli imiş; oyunculuğu, bakışları, konuşması o kadar yapmacıktı ki.. Çok ama çok sıkıldım kendisini izlerken..

Hain Ayşe!
Kurt Seyt ve Shura'nın İstanbul'da kaldıkları Şeref Oteli'nin sahibi Ali Dayı'nın kızıdır güya Ayşe. Seyt'e sürekli göz süzer, oteldeki bütün kadınlara sivri diliyle laf sokar. Hele çevirdiği entrika akıllara zarardır, senariste söyleyecek laf bulamıyorum gerçekten de!

 Shura'nın olmadığı ve Seyt'in çok içtiği bir gece Seyt'e tabiri caizse asılır Ayşe; Seyt kendisini reddedip dışarı çıkınca da Shura'nın dolaptaki gelinliğini giyip onların yatağına uzanır, sabah da Shura Ayşe'yi kendi yatağında görünce iyice Seyt'ten nefret eder, bu aptal entrikaya inanır. Senarist ve yönetmen böyle saçma abartılarla hikayenin naifliğine, temizliğine, doğallığına darbeler vurdukça, yazar Nermin Bezmen kim bilir ne kadar da üzülmüştür. Zira kitapta Ayşe diye bir karakter de yoktur!!

Çok yazık ettiler güzelim hikayeye! Daha çok reklam almak için, dizide bol entrika olsun dediler muhtemelen ve izleyici bu ucuz numaraları yutmayarak cezayı kesti. Oysa bu hikayeden çok güzel bir film, çok güzel bir dizi gerçekten de çıkardı.
Diziyi izlerken “Ah şimdi bu diziyi Çağan Irmak çekecekti, ne kadar mükemmel olurdu”dediğim çok oldu itiraf edeyim.
Ekşi Sözlük'ten öğrendiğim kadarıyla yönetmen Hilal Saral, Aşk-ı Memnu'yu da çekmiş, ben o kadarını izlemediğim için yorum yapamıyorum. Ekşicilerden biri Hilal Saral için “Ülkemizde herkesin isterse dizi yönetmeni olabileceğinin canlı kanıtıdır” demiş, yorum da size kalmış..

Senaryoyu Ece Yörenç yazmış, bir kitabı bu kadar basitleştirdiği için kendisine de söyleyecek söz bulamıyorum. Saçma uzun diyaloglar ve saçma entrika kurguları yapmak için kitapların ismini lekelemelerine ne gerek var ki, uydursunlar kendi öykülerini, kitaplara dokunmasınlar bence!
Yaprak Dökümü, Aşk-ı Memnu, Fatmagül'ün Suçu Ne, Kuzey-Güney gibi çok ses getiren dizileri Melek Gençoğlu ile birlikte yazmış kendisi. Bu dizilerin hiçbirini seyretmedim, Fatmagül'ü ise biraz izlemiş, sonrasında konunun geldiği noktayı yine çok saçma bulmuştum. Ya bende bir sorun var, ya da Ece hanımda! Kitabı terazinin bir gözüne koyuyorum, öbür gözüne de diziyi koyuyorum, “bu ne lahana turşusu, bu ne bahama kuşkusu!”demek istiyorum sadece..

Romanları dizilere kurban etmeyin...

Geçenlerde okuduğuma göre yeni sezonda 13 bölüm daha sürdürmek istiyorlarmış diziyi, çünkü Araplara zaten satmışlar.. Günah keçisi olarak Shura'yı oynayan Farah Zeynep Abdullah'ı seçtikleri için yeni bir başrol oyuncusu kadın ekleyeceklermiş. “Kurt Seyt ve Murka” kitabına da geçiş yaparak Murka karakteri diziye dahil olacak, Shura geri planda kalacakmış. Devam kitabı olan, benim çok severek okuduğum ve hatta burada da anlattığım kitaba ne kadar sadık kalacaklar gerçekten de merak ediyorum.

Son söz olarak diyorum ki, çok güzel bir kitap bu; Nermin Bezmen'in emeklerine sağlık ve umarım dizi senaristleri ve yönetmenler, kitapları katletmekten artık vazgeçerler..

Keyifli okumalar efendim..






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder