13 Eylül 2014 Cumartesi

Benim Adım Gültepe'nin Karnesi: Otur sıfır!

Hatırla Sevgili'yi çok sevmiştim, Çemberimde Gül Oya'ya bayılmıştım, Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin özellikle ilk sezonu gayet güzeldi. Şimdi bu başarılı örnekleri izlemişken, ağır arabesk kokan, seksenli yıllarda geçmesine rağmen ilk iki bölümden anlaşıldığı üzere geri plandaki tarihi-politik gerçeklere hiç mi hiç dokunmayan, gergin ve acayip negatif karakterlerle dolu bir dizi dönem dizisi midir, bence değildir. Sevebilir miyim peki ben?
Üzgünüm sayın yönetmenim ve sayın yapımcı, sevemem; bünyeye ters, dokunur, ağır acılı arabeske alerjim var!

Benim Adım Gültepe dizisi


“Benim Adım Gültepe” adlı diziden bahsediyorum evet. İlk bölümü Ayça Bingöl (Gülümser) ve Mete Horozoğlu (Eşref) hatırına izledim ve onlarca karakteri tek bölümde anlamaya çalışarak oldukça ambale oldum. Hadi bir şans daha vereyim dedim, ikinci bölümü de izledim ama yok, sevmedim ne hikayeyi ne de karakterleri! Herşey çok abartılı, çok ağlak, çok gergin, çok negatif, yani çok ama çok arabesk! Zaten günlük hayatta yeterince sorun varken, pardon akşamları niye ekstra geriyorsunuz ki insanları televizyon karşısında? Bu ne biçim dizi böyle, korku filmi çekseniz daha iyi, bari bu çektiğiniz karmaşık acılı arabeskin adına “Dönem Dizisi” deyip de insanları kandırmayın!



Gülümser- Ayça Bingöl

Olmadı Cemile, otur sıfır!


Seni tiyatroda izlemiştim ilk, “Bana Bir Picasso Gerek” oyununda hayran olmuş ve sırf sen varsın diye Öyle Bir Geçer Zaman Ki'yi izlemiştim Ayça Bingöl. Şimdi fark ediyorum ki meğer sana Cemile olmak o kadar yapışmış ki, Gülümser olarak hiç kabul edemedim doğrusu. O uzun ve siyah saçlar olmamış bir kere, sanki peruk gibi iğreti duruyor.
Ailesini koruyan, özverili, dimdik ayakta duran Cemile'den sonra kocası hapiste yatarken, ergen oğlunun duygularını da hiçe sayarak mahallenin dolmuş şoförüyle kırıştırmak sana hiç yakışmamış! Dolmuşta Orhan Gencebay şarkısı söylediğiniz sahne mesela, yönetmen vakit doldurmak için bu sahneyi uzattı da uzattı, uzattı da uzattı, sense sırıtıyordun o sahnede üzgünüm. Cemile gibi bakıp Gülümser gibi davranmaya çalışan silik bir kadın olup çıkmıştın, neredeydi o Cemile'nin heybeti, sahne bitse de kurtulsak dedim, olmadı Cemile, sen Gülümser olamadın benim gözümde! Otur, sıfır!

Seyfi - Ekin Koç

Tek ayak üzerinde bekle Seyfi - Ekin Koç, cezalısın!

Gelelim sosyal medyada binlerce fanı olan ve benim ilk kez izlediğim Seyfi karakterindeki Ekin Koç'a.
Oyunculuğunu da oynadığı karakteri de hiç sevmedim, hayran kitlesi kusura bakmasın. Bu nasıl abartılı bir karakterdir arkadaş! Sanki sinir hapı almış bir kutu, içmemiş de yemiş gibi! Ona kızıyor buna kızıyor, herşeye isyan ediyor. Annesi babası yıllarca zengin bir ailenin yanında çalışmış, gidiyor bu Seyfi “çalışmayacaksınız burada” diye zengin evini basıyor. Sanki annesi “tamam çalışmayalım” dediğinde ne yapacaksa, nasıl para kazanacaksa! Annesi “herşey sen oku diye oğlum!” diyor ama bu isyankar ne idüğü belirsiz karakter ona da bağırıyor: “Abimi okutsaydınız, niye okutmadınız? Ben okumuycam” diyor. Hamallık yapan abisine de kızıyor hamallık yaptığı için, aslında belli ki utanıyor da O'nun ezik hallerinden. İçinde bulunduğu sınıfa bir isyanı var anladık da boş bir isyan, belli ki büyüyünce pis işlere dalıp para kazanacak, senarist de buna zemin hazırlıyor. Ama bu kadar da belli edilmez ki, böyle de kaba saba anlatılmaz ki!
Sanki yönetmen “sinirlen koçum, herşeye sinirlen!” demiş, bu Seyfi denilen Ekin Koç da ona buna dalıp duruyor.. Yahu daha ikinci bölüm, azıcık bu karakterin normal halini görseydik, ne bu şiddet bu celal! Olmamış, bu Ekin Koç da olmamış, çok sırıtık bir karakter, hiç sevmedim kendisini. Yine Öyle Bir Geçer Zaman Ki'den örnek vereceğim gerçi ama orada da Mete karakteri vardı mesela. O da sinirliydi, O da ota çöpe dalardı, kavga çıkarırdı kızınca ama zaman zaman güzel de bakardı, insani bir tarafı vardı, arada ağlardı, şarkı söylerdi. Bu Seyfi ise kinli kinli bakıyor her şeye, insanı varlığı ile geriyor, anlamsız bir isyanı var, kız arkadaşına bile sevgi ile bakmayı beceremiyor. Bence senarist eksik yazmış bu karakteri, tiner vermeliydi eline, ya da alkol şişesi olmalıydı elinde hep! Ayık kafa ile bu kadar sinirli olunmaz, hem de o yaşta!
Bu nedir böyle saatli bomba gibi karakter koyup izleyiciyi gererek ne yapmaya çalışıyorsunuz ey yönetmen ve senarist, acılı arabesk olur da bu kadarını Acıların Kadını Bergen bile yapmamıştır!

Sen de sıfır aldın Seyfi, derhal kendine biraz çeki düzen ver, cezalısın, tek ayak üzerinde bekle kenarda!



Eşref - Mete Horozoğlu

Alkışlarım Eşref karakterindeki Mete Horozoğlu'na gitsin!


Dizide beğendiğim birkaç karakterden biri Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin Soner'i, bu dizinin Eşref kabadayısı Mete Horozoğlu. Gerçekten de çok iyi bir oyuncu olduğunu yine kanıtladı. Davranışıyla, ses tonuyla, bakışıyla mahallenin ağır abisi Eşref'e tam oturmuş. Alkışlarım Mete Horozoğlu'na gitsin. Evet öyle bir mahalleye böyle bir ağır abi yakışırdı bence de, hikayesinde belli ki eski bir aşk da var, en azından balıklama dalıp anlatmadı şimdilik yönetmen. Bu tip olmuş, hikayede ayakları yere basan bir karakter olarak göz dolduruyor. Zaten başka da olan pek bir şey yok ya neyse..
My Oscar gooess toooo Eşrefff!

Halil- İlker Kızmaz

Gülümser'in sevgilisi dolmuş şoförü Halil - tam bir aptal aşık!

Sıra geldi Gülümser'in sevgilisi dolmuş şoförü Halil rolündeki İlker Kızmaz'a. Benim için hikayede olsa da olur, olmasa da olur kendisi. Neden mi? Hani bazı insanların yüzüne bakarsınız onları seversiniz, bazılarını da direkt sevmezsiniz.. Yani bir şekilde negatif ya da pozitif enerjileri geçer insanların size. Ama işte bir de üçüncü kategorideki tipler vardır ya, bakarsınız bakarsınız anlayamazsınız adamın iyi mi kötü mü olduğunu, yani sanki enerjileri yoktur bu tiplerin. İşte tam da böyle nötr bir tip benim için bu Halil'i oynayan İlker Kızmaz. Ne sevdim ne de sevmedim kendisini ve oyunculuğunu. Baktım baktım baktım yüzüne, bana hiçbir şekilde duygu geçiremedi.
Oyuncusu bir yana, Halil karakterinin aptallıklarına, ağdalı arabesk tavırlarına dizi izleyicileri bundan sonraki bölümlerde nasıl katlanır cidden yorum yapamıyorum. İlk iki bölümde Halil'e katlanamadım şahsen ben.
Örnek mi, ikinci bölümün başında uzadıkça uzayan Halil'in ilan-ı aşk sahnesi mesela, arabeskin dibine vurmuştu o sahne ve gerçekten de içim bayıldı. Bu sahnede bu Halil, Gülümser'in hapisteki kocası için “Refikabinin çok iyiliğini gördüm, ben de istemezdim O'nun karısına göz dikmeyi” gibi bir cümle söylüyor. Öyle bir mahallede hem delikanlı geçineceksin, hem de sana abilik eden adam hapse düşünce karısına aşık olacaksın! Bir kere böyle bir şey delikanlılığın kitabında yazmaz! Bu kadarını Ferdi Tayfur abimiz bile yapmadı zamanında, aşkını yüreğine gömdü hep. Gönül ferman dinlemez hesabı yapmış senarist, abartmış da abartmış hikayeyi. Bu Halil dedim ya biraz da salak, arıyor jetonlu kulübeden Gülümser'i, telefona Gülümser'in oğlu Gülali çıkıyor “Baba baba baba “diyor, belli ki cezaevinden babası arıyor da hat düşmüyor sanıyor. Bu Halil telefonu kapatıyor, iki saniye sonra bir daha arıyor ısrarla, sonra da telefona çıkan Gülümser'e “sensiz yapamam” diye ağlıyor. Yahu be salak Halil, liseli aşık mısın, belli ki Gülali denilen sevgilinin çocuğu babasını çok seviyor, belli ki telefonun yanında bekliyor ve babası aradı sanıyor, ya sevgiline fütursuzca ve gereksizce ilan-ı aşk ederken seni telefondan duyarsa! Nasıl olur da böyle saçmalarsın! Bu sahneden, ilerideki bölümlerde Gülümser'in oğlu Gülali'nin bu Halil salağına düşman olacağını anlamak için çok da düşünmeye gerek yok anlayacağınız. Yani ne diyeyim, gereksiz gereksiz ayrıntılardaki gereksiz gereksiz saçmalıklardan küçük bir örnek işte size..
Yani sonuç olarak ne diyoruz; otur Halil, sen de bütünlemeye kaldın!

Suna - Evrim Alasya

Sırıtan bir karakter daha, Suna - Evrim Alasya!

Bu Suna, anladığım kadarıyla kız kardeşinin aşık olduğu adamı bir şekilde entrika çevirerek elde edip evlenmiş, iki çocuk doğurmuş, nedenini bilmediğimiz bir şekilde kocası öldükten 40 gün sonra da kendine zengin bir sevgili bulup mahalleyi terk etmiş. Sonra da mahalleye hiç uğramamış. Aradan en az 17-18 yıl geçmiş ve nikah yapmadığı sevgilisine aniden kızıp yaşadığı ultra lüks hayatı terk ediyor ve bir kamyonete eşyalarını yükleyerek babasının iki göz odalı gece kondusuna geri dönüyor. Üstelik kocasını elinden aldığı, sonrasında yaşlı bir adamla zorla evlendirilen kız kardeşi o evde yaşarken ve kendisini istemezken! Hikayede aykırı tipler olsun diye yazılmış Suna karakteri belli ki ama saçmalığın böylesi az görülür gerçekten de! Zira 17-18 yıl ultra lüks hayat yaşayan bir kadının cüzdanında sadece 100 lira ile evden ayrılması abes değil midir? Öyle bir kadın, en azından çocuklarının geleceğini düşünerek kenara para koymaz mı? Kenarda köşede kötü günler için takısı pırlantası olmaz mı? Üzerinde ipekli giysiler, elinde abiye çanta, sivri burunlu pabuçlarla yıllarca kendine hizmetçilik eden kadının mahallesine taşınacaksın, biz de “vay be kadere bak!” diyeceğiz öyle mi? Sevgili hakimiyetinden baba hakimiyetine, daha doğrusu baba parası yemeğe gideceksin, bu kadar işe yaramaz ve kendine bakamaz zavallı bir kadınsın yani! Kül yutmaz seyirciye denk geldiniz bu sefer, yemiyoruz maalesef! A be Suna, onca sene bir arkadaş da mı edinemedin kendine, ara dönemde geçici olarak zengin arkadaşlarına gitmeyi de mi düşünemedin?  İlle de bir erkeğin parasını yemen mi icap ediyor? 17-18 sene aramayıp sonra baba evine nasıl dönersin? Kadın bu kadar aciz bir yaratık mıdır?

Bu karakterde senarist iyice saçmalamış bence. Hele ki Suna rolünü oynayan Evrim Alasya'nın şan sesiyle kızına bağırmasına hasta oldum. Gecekondu ortamı ile ne güzel tezat oluşturdu o ses, ne diyeyim ben izlemeyeceğim nasılsa bundan sonrasını, izleyenlere sabır diliyorum..
Suna'cığım üzgünüm senin o ipekli giysilerle Med Cezir'de olman gerekiyordu, yanlış dizidesin, setleri mi karıştırdın yoksa? Derhal özüne dön, sıfır aldın tabii ki!

Murat -  Tolga Sarıtaş

Suna'nın oğlu Murat – Tolga Sarıtaş, sen de olmasan ne yapardı izleyici?

Dizideki en pozitif karakter olduğu için kendisini kutluyorum. Suna'nın kitap tutkunu, yumuşak huylu, temiz bakışlı oğlu Murat, dizinin gergin, arızalı tiplerinden sonra insana ilaç gibi geliyor. Belli ki mahallenin bıçkın çocukları tarafından çok ezilecek, okulda dışlanacak, ama senarist eğer “iyiler hep kazanır” düsturuyla hareket ederse, yani bu karakteri harcamazsa ileride mahallenin saygın bir kişiliği olabilir, neyse izleyenler yorum yazar artık bana, dedim ya ben bu diziyi izlemeyeceğim.
Ne diyoruz, aman Tolga Sarıtaş aman diyelim Murat o mahallede bozulmasın, sen bizim sınavı geçtin, sen de olmasan dizi izleyicisi insanlıktan uzaklaşacaktı, seni de tebrik ediyorum, sen oturma gez dolaş, beş aldın..

Basri -  Hakan Kısrak

Hamal Abi Basri – Hakan Kısrak

Bir insan hamal olduğu için bu kadar mı ezik olur? Alın teriyle kazanılan her para insanın başını dik tutmasını sağlar diye biliriz biz. Oysa yönetmen Basri'yi öyle ezik göteriyor ki, acaba arkada başka bir neden mi var, çocukluğunda bir travma mı yaşamış bu karakter diye düşünüyor insan.. Hakan Kısrak daha önce Sultan adlı dizide de böyle ezik bir karakteri oynuyordu, bu kadar mı denk gelir üst üste? Olmamış yani, çok abartılmış bu abinin psikolojisi de.

Aslında dizide konuşulacak çok karakter var daha ama fazla da başınızı ağrıtmayayım şimdi. Mesela seksenli yıllara ayıp olmasın diye Şafak Başkaya'nın oynadığı Fuat Hoca karakteriyle azıcık solcu sos dökecekler belli ki diziye ama muhtemelen etliye sütlüye fazla karışmayacakları için Fuat Hoca karakteri de arada kaynayacak, daha doğrusu bir aşk üçgenine kurban olacak gibi görünüyor.

Benim bildiğim böyle içiçe geçmiş hayatların yaşandığı mahallelerde hayat zor da olsa neşe olur, ne bileyim kadınlar kapı önlerinde çekirdek çitleyip dedikodu yaparlar, sokak düğünleri olur, kızlar oğlanlar gizli aşklar yaşarlar. Bu dizide ise ağır bir “underground” havası var, mesela Ağır Roman'daki hayatlar daha zorluydu ama eğlenceliydi de. Benim Adım Gültepe'de ise herkes topluca intihar edecek gibi, zorla yaşıyor gibi, ağır ağdalı bir umutsuzluk hakim.

Umutsuz yaşanmaz sayın yönetmen Zeynep Günay Tan ve sayın senarist Vural Yaşaroğlu!

İnsanlara böyle karamsar tablolar göstererek, hayal dünyalarına karabasan gibi çökerek kazandığınız paraları yerken lokmalar boğazınıza dizilir sonra! Bu halk evinde akşamları televizyon izleyerek kafasını dağıtmaya çalışırken kabus senaryolar izleterek, reyting yapma kurnazlığına düşerek yanılıyorsunuz. Orhan Kemal de fakir hayatları anlatır, ama umudu da işler. Yaşar Kemal de fakir hayatları anlatır ama o öykülerdeki kavga sahicidir, böyle ucuz senaryolarla bu halkı uyutmaya devam etme çabalarınızın karşılıksız kalacağını umut ediyorum.

Kusura bakmayın, belki de çok yükleniyorum size, çünkü evet herkes bir Çağan Irmak olamıyor! Hayatın içinde elbet hüzün de var ama hayatın içindeki hüzün arabesk değil. Onu ağdalaştıran sizin bu hastalıklı bakış açınız, umarım sayın yönetmenim ve sayın senarist beni anladınız.

Dedim ya, bu halk bu kadar arabeski hak etmiyor!





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder