Bir zamanlar ülkenin birinde bir kurucu lider varmış. Savaşın yıkıntıları arasında yoktan var ederek kurduğu ülkesinde her türlü imkansızlığa rağmen başarılı öğrencileri yurt dışına gönderir, iyi eğitim alıp dil öğrenmelerini sağlar, sonra ülkelerine dönüp hizmet etmelerini şart koşarmış. Beyin göçü dediğimiz şey o zamanlar tersine işliyormuş; o imkansızlıklar içinde değerli bilim adamlarını ülkesine davet edermiş o öngörülü büyük lider.. O lider ki resmi kayıtlara göre 3997 tane kitabı varmış. Hasta yatağında yatarken bile üçüncü yabancı dili öğrenmek için çalıştığı söylenir bu liderin. Başarılı bir asker, dünyanın saygı duyduğu büyük bir komutan, büyük devrimci, çağının çok ilerisinde düşünen, kitaplar da yazan bu insanı siz zaten biliyorsunuz. Yakın arkadaşlarından birine “Çocukluğumda elime geçen 3-5 kuruşu kitaplara vermeseydim bütün bunları gerçekleştiremezdim” dediği de söylenir kendisinin.. Zaten görünen köy de ortada, söze ne gerek..
Ülkesindeki küçük adamların cehaletleriyle övündüklerini, küçük küçük laflar ederek popülist olmaya çalıştıklarını duydukça, göçtüğü boyuttan, belki de bulutların arasından kıs kıs gülüyordur zannımca bütün bu olan bitenlere.. Bence hiç sinirlenmiyordur bile, bu insan(cık)ların, kendi yarattıkları, altından gümüşten bile olsa neticede cehaletle dolu çukurlarında boğulmalarına tanık oldukça mutlu bile oluyordur.
Ben de sinirlenmiyorum artık, en azından sinirlenmemeye gayret ediyorum!
Bir zamanlar yerlere göklere sığdırılamayan bir türkücü şahsiyet vardı aklıma geldi şimdi, kazandığı paraları nereye koyacağını bilemezken, bol bol lahmacun dükkanları açmış, çocukluğunun kentine hayrına bir okul yaptırmak aklına bile gelmemişti. Üstüne üstlük “Urfa'da Oxfort vardı da ben mi gitmedim?” demiş ve cehaletine kendince methiye düzen bu sözleri, yandaşları, daha doğrusu kendinden çıkarı olanlar tarafından büyük alkış toplamıştı. Gel zaman git zaman, kendi küçük dünyasında, kendi gibi küçük dünyalı adamlar tarafından silahlı saldırıya uğradı, parası yetmedi hayatının düzenini kurtarmaya.. Artık eskisi gibi değildir muhtemelen yaşantısı, en azından öyle büyük büyük laflar edemez haldedir, sahi öyle midir?
Bir de iktidarın sarhoş ettiği tipler var. Aynı bu türkücü gibi onlar da “tercüman varken dil bilmeye ne gerek var” falan diyorlar.. Çıkar ilişkisi temelinde milyonlarca da alkış alıyor bu sözleri.. Ama işte dünyası küçük olunca, insanın etrafı her ne kadar kalabalık olsa da alanı küçük olur, ∏r² meselesi yani.. Çap küçükse karesini de alsan sonuç belli, matematik ortada.. Çıkar ilişkisi bir sekteye uğramaya görsün, şaşaa denilen şey fısss diye sönüverir aniden balon gibi..
Bu işler böyle, yani yarıçapın neyse, çevren de 2∏r'dir, ötesi yoktur.. Ne kadar değer verirsen o kadar değer görürsün ve sonunda saatler gece yarısını vurduğunda bütün atlar kabak olur, arabacı da bir fareye dönüşür.. Kalakalırsın külkedisi halinle.. Gerçek hayatta camdan ayakkabılar yoktur ki zaten, çook beklersin prens gelse de, camdan ayakkabı ayağıma uysa da, kurtulsam diye..
Ne diyorduk; sahne 13, tekrar 666!
Biter elbet, biter bir gün.. |
Ne diyorduk; sahne 13, tekrar 666!
Bu film de bitecek elbet.
Sabırla bekleyelim ve görelim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder