30 Mayıs 2015 Cumartesi

Baba Evi, Avare Yıllar ve Orhan Kemal Müzesi



Mehmet Raşit Öğütçü nam-ı diğer Orhan Kemal ile Nazım Hikmet'in yolu mapusta kesişmiş. Orhan Kemal şiirlerini Nazım Hikmet'e okur o da pek beğenmezmiş. Nazım Hikmet bir gün Orhan Kemal'in bir öyküsünü dinlemiş ve şiirle uğraşmamasını mutlaka öykü yazmasını tavsiye etmiş. Orhan Kemal'in şiirlerini okumadım Nazım şiir meselesinde ne kadar haklıydı bir şey diyemem ama öykü anlatma konusunda Nazım haklıymış. Orhan Kemal iyi ki yazmış. Neden bu yaşıma kadar Orhan Kemal okumamıştım, neden kimse beni bu yüzden kınamamıştı bilmiyorum.

Orhan Kemal'i seven bir arkadaşımın övgüleri kulağımın bir köşesinde kalmış; artık bir romanını okuyayım dedim. Hem edebiyatını hem de onu tanımak için otobiyokgrafik romanlarından oluşan Avare Yıllar serisinin güzel olacağını düşündüm. Yazarın çocukluk yıllarını anlatan Baba Evi ve aynı baskıda yer alan, yazarın gençlik yıllarını anlatan Avare Yıllar romanlarını okudum. Küçük Adamın Romanı serisinin üçüncü kitabı Cemile'yi hemen listeye ekledim.

Baba Evi


Baba Evi Orhan Kemal'in Adana'da geçen çocukluk ve ilk ergenlik yıllarını anlatıyor. Önemli ve sert bir babanın ve merhametli bir ananın oğlu olan Orhan Kemal çiftlik hayatının keyfini sürerek başlıyor hayata. Babasından da az çekmiyor. Babasının siyasi faaliyetleri artık Türkiye'de barınma imkanı kalmayınca aile Lübnan'a göçüyor. Böylece hasretlik, yabancılık başlıyor. Zamanla aile elindekini avucundakini tüketiyor, yavaş yavaş fakirliği de aşan bir yokluk içine düşüyor. Önemli adamın çiftliklerde yetişen bey oğlu olmaktan, lokanta komiliğine boş gezenin boş kalfalığına kadar çeşitli hallere giriyor. En çok da top peşinde koşuyor Orhan Kemal.

Avare Yıllar


Avare Yıllar Orhan Kemal'in gençlik yıllarını, kendini bulma sancısını anlatıyor. Futbol peşinde koşarken fakirlkten, çaresizlikten, itilmişlikten bunalan ve Adana'ya dönerse eski günlere de dönebileceğini, daha da önemlisi babasının baskısından kurtulabileceğini uman Orhan Kemal zar zor Adana'ya dönüyor. O zamanlar edindiği güngörmüş bir arkadaşının söylediği gibi sorun kendisinde, zora gelememesinde, sebat edememesinde ama onun bunu anlamasına çok var. Önce ırgatığı beceremeyişini, işçiliğe cesaret edemeyişini görüyoruz sonra İstanbul'da şansını deniyor ama yine tutunamıyor. Fabrikada düşük ücretli bir memurluk ve daha önemlisi aşk küçük adamın hayatında yeni bir sayfa açıyor… Sanıyorum devamı Cemile'de.

İki romanda da yazarın diline bayıldım. Son derece doğal, akıcı diyaloglar beni hüzünlendirdi, güldürdü, sanki yanımda konuşuyorlarmış, seslerini duyuyormuşum gibi oldum. Güçlü anlatımıyla Orhan Kemal Adana'nın sıcağını da, aç bir midenin kazınmasını da, bir dükkanın arka bölümünde içilen şarabın mahmurluğunu da yaşattı. Anlattıkları zaten kendi başından geçen veya tanık olduğu, insancıllığı ve gözlem gücüyle kavradığı şeyler. O yüzden romanlarda kısalığından ve sade anlatımından beklenmeyecek bir derinlik ve doku vardı.

İşte bahsettiğim palto.
Kaynak: www.orhankemal.org

Orhan Kemal Müzesi


Bunun üzerine yapılacak en güzel şey Cihangir'deki Orhan Kemal Müzesi'ne gitmekti. Taksim'den yürüyerek 10 dakikada varabileceğiniz müze aslında 2 odalı küçük bir sergi. İlk bölümde fotoğraflar, Orhan Kemal'in romanları, bazı yaşızmaları ve özel eşyaları var. Bu odada göredüğüm fotoğraflar bana bunlar nasıl ortamlar dedirtti. Bir karede Haldun Taner diğerinde Halit Kıvanç  bir başkasında Nazım Hikmet. Nazım Hikmet'in hapisten Orhan Kemal'e yazdığı mektupla Orhan Kemal'in eşine yazdığı mektubu okumak çok güzeldi. İkinci oda ise yatak ve çalışma odası olarak tanzim edilmiş, Orhan Kemal'in meşhur paltolarına, kitaplığına, daktilosuna, plaklarına ve pek çok özel eşyasına ev sahipliği yapan bir oda. Burada da Orhan Kemal neler okumuş, el yazısı nasılmış, siyah-beyaz foroğraflarda gri görünen paltosu balıksırtı desenliymiş diye diye dolaştım. Yazdıklarıyla benim için zaten bir isim değil bir insan olan Orhan Kemal'in artık kanlı canlı bir adam olduğunu söyleyebilirim.

Baba Evi ve Avare Yılları okumuş olmak müzenin benim için anlamını kat kat artırdı. Keşke Cemile'yi de okumuş olsaydım dedim. Şimdi Cemile'yi okumak daha da zevkli olacak. Eğer Orhan Kemal'i okuyup sevdiyseniz müzeyi ziyaret etmenizi tavsiye ederim. Eğer müzeyi gezmeye niyetliyseniz Orhan Kemal'in hayatını şöyle bir araştırmanızı veya Küçük Adamın Romanı serisini okumanızı daha şiddetli tavsiye ederim. Ben makinamı yanıma almayı unutmuştum ama fotoğraf çekmek serbest. Müracaat müzenin alt katında bulunan İkbal Kahvesi ve Kitabevi'ne, giriş 5 lira.

Batum'u gezmeye devam ediyoruz...


Genel bilgiler:
Tarihi, Avrupa yada Türkiye gibi gezilecek çok yeri olmamasına rağmen Batum keyifle hatırladığım günler geçirtti bana geçen yaz. Hatta kısmetse bu yaz da gitmeyi planlıyorum. O günlerin güzel hatırlanmasına sebep olan şeylerden biri de eşimin iş bağlantılarının olduğu gürcü iş arkadaşlarının ve genel olarak gürcülerin içten ve sıcak davranışları da ayrıca.

Bir önceki yazıda bahsetmiştim. Batum'a daha doğrusu Gürcistan'a ya Sarp sınır kapısından karayoluyla yada uçakla İstanbul'dan gidebilirsiniz. Gürcistan türk vatandaşlarına vize uygulamadığı için nüfus cüzdanınızı kullanabilirsiniz. Pasaportla giriş yapmak isterseniz ise yanınızda harç pulunun bulunması gerekiyor.
Gürcistanın para birimi lari. 1 lari yaklaşık 1.6 TL. Ama ucuz bir ülke olduğu için bu ufak yükseklik pek etkilemiyor insanı. Batum düz bir şehir olduğu için yürüyerek gezilecek bir yapıya sahip. Yorulduğunuz noktada ise taksiler yetişiyor imdadınıza. Yol kenarında beklerken normal bir binek araba taksi tabelasını takıveriyor tepeye ve al sana taksi. Arabalarda taksimetre türü birşey olmadığı için pazarlık usulü yürüyor işler (bu arada Batum'da toplu taşımada var ama biz kullanmadık. Alfabeleri hiç anlaşılmadığı ve ingilizce bilen de pek olmadığı için riske atmak istemedik).
İnsanlar ise her konuda çok yardımcı ve genel olarak çok güler yüzlü. (Yalnız şunu eklemek isterim, bu sizin de davranışlarınıza ve görünüşünüze göre değişiyor. Benim hissettiğim başka amaçlarla -fuhuş vs.- gelen ve hafta sonu günübirlik çoluk çocuk gelen türklerden pek hoşlanmadıkları. Çünkü çöp atmayın, gürültü yapmayın türü uyarı tabelalarının çoğu türkçe. Gerçekten çok temiz ve düzenli olan şehir, pazar günü tam bir keşmekeş yaşıyor günübirlik gelenlerin artmasıyla...)


Bunun yanısıra Batum şu anda tam bir yenilenme sürecinde ve inşaat şirketlerinin neredeyse tamamı türk firmalar. Otellerin çoğu da türklere ait. Batum yemyeşil bir şehir ayrıca. Her yerde parklar, göletler var. Şehrin ortasındaki parklarda ceylanlar, midilliler, çeşit çeşit kuşlar son derece geniş ve rahat ortamlarda halka açık olarak besleniyorlar.
Biz her hangi bir sorun yaşamadık ama Batum'a ağrı kesici bile olsa reçetesiz ilaç ve bir iki paketin üstünde sigara sokmak yasakmış. Bilginize...

Batum'da yeme - içme


Haçapuri olsa da yesek

Eşim daha önceden de alışkın olduğu için gürcü yemeklerini çok sevse de ben pek hoşlanmadım açıkçası. Bunun sebebi ise daha çok et ağırlıklı olması. Benim gibi fazla et seven birisi değilseniz sizi biraz zorlayabilir yemekler. Bir de salata türü şeylerde kullandıkları yağ çok garip kokuyor. Ama Haçapuri gerçekten de lezzetliydi (üstüne yumurta kırılmış kaşar peynirli pide gibi bir yemek). Patates kızartmaları ise gerçekten çoook lezzetli. Et sevenler ise seçenekler bol. Özellikle parça et ve tavuk çok tüketiliyor. Türk yemeği yemek isterseniz eski Batum tarafında bulunan türk mahallesinde Deniz Restoran'ı önerebilirim. Her çeşit sulu yemek bulunuyor. Yine aynı bölgede Divan Otel'de de yemekler hem lezzetli, hem de uygun fiyatlı.
En ünlü restoranları ise;
Megreli Lazuri (Buraya gittim. Yemekler daha önce de dediğim gibi et ağırlıklı. En ünlü dediysem aklınıza bizim ünlüler gibi gelmesin. Daha çok bir taverna havasında. Canlı müzik eşliğinde bol bol dans edilen bir yer.)

Megreli Lazuri'den. Aşırı derecede sarımsaklıydı...

Yeni Batum bölgesinde bulunan White Restoran (burasının en önemli özelliği binanın ters inşa edilmesi. Yani çatı altta, zemin yukarıda. Entresan bir görünüşü var ama içine girmedim.)
Gorki caddesinde bulunan küçük cafelerde de yemek yiyebilirsiniz ama ben sevmedim burada yediğim yemeği (adını hatırlamıyorum). Daha önce yazdığım gibi garip bir koku ve tat vardı. Yağdan sanırım...
Eski Batum tarafında bulunan Piazza meydanındaki cafeler ise gerçekten keyifli. Hem kaliteli bir canlı müzik vardı. Hem de tatlı türü yiyebileceğiniz cafeler vardı (Gürcistan'da pek tatlı kültürü yok açıkçası. Kremalı, çikolatalı birşey bulmak zor biraz. En ünlü tatlıları ise bizim başka isimle bildiğimiz "Paklava".
Gürcülerde sofra kuralları ve adabı çok önemli. Yemekte çoğunlukla kırmızı şarap içiliyor (mutlaka alın seviyorsanız) ve kadehiniz asla boş kalmıyor. Herkes bir iki lokma birşey yedikten sonra kadehler kaldırılıyor ve iyi niyetler söyleniyor misafire (eşimle bana çok güzel dileklerde bulundular sağolsunlar ama durmaksızın içmek biraz ağır geldi doğrusu). Sonra birkaç lokma daha yeniyor ve başka birisi kadeh kaldırıyor ve her yudumda kadehiniz doldurulduğu için ne kadar içtiğinizi anlamayıp gümlüyorsunuz bir süre sonra. Bütün yemek boyunca da aynı ritüel devam ediyor. Şarabın yanında genellikle de armut suyu içiyorlar. Sonunda konuşmaya mecalin kalırsa içmekten teşekkür konuşması yapmak da hoş oluyor...

Batum'da alışveriş

Pazarda balcı..

Açıkçası Batum'da alışveriş yapabileceğiniz mağaza pek yok. En ucuz şey sigara, şarap ve peynir. Peynirleri gerçekten muhteşem. Kırmızı şarapları ise ayrı bir lezzet. Tatlı ve içimi çok rahat. (hatta bizi uzak yerlere gezdiren şoförümüz Edo ilaç bu ilaç diyordu. Eşimin iş arkadaşı ise gürcülerin neşesini ve yaşam sevincini şaraba bağlamıştı). Ben şarap olarak Kvanchkara'yı öneririm diğerlerine nazaran biraz pahalı ama güzel. Daha uygun fiyatlı birçok markada var yanısıra. Eğer güvenilir bir yer bulabilirseniz balları da çok lezzetli. Armut suyu ise gürcülerin çok severek içtikleri gazlı bir içecek. Belki hoşunuza gidebilir. Meyve ve sebze ise taze ve çok çeşitli. Hergün kurulan yerel pazarda çok çeşit bulabilirsiniz pazar gezmeyi severseniz. Gözünüzün önünde tavuk, kaz vs kestikleri için ve özellikle domuz satılan yer çok kötü koktuğu için ben pek hoşlanmadım buradan o yüzden tam yerini pek hatırlamıyorum. Bunun dışında pek alacak birşey yok Batum'da...


Batum birinci bölüm
http://tatilname.blogspot.com.tr/2015/05/gurcistan-batum-gezi-notlar-1-bolum.html

24 Mayıs 2015 Pazar

Ateş Yılları'nda gezinmek!

Geçmiş yıllardan izler taşıyan, o yılların hüznünü, mücadelesini, bakış açısını hissettiren kitaplar okumak isterim bazen. Belki de günümüzün kaotik ortamından kaçmak, azıcık nefes almak için bilinçaltım yönlendiriyordur böyle öykülere, kim bilir! Yerli edebiyatta Kurtuluş Savaşı öncesi ve tam sonrasını anlatan kitapları severim mesela. Kapitalizmin ön planda olmadığı o yıllarda, ilişkilerin de daha naif, daha insancıl olduğunu düşünürüm hep. Çılgınca tüketim nedir bilinmezken, daha bir incelikli ve dolayısıyla daha değerli gelir o dönemin insan ilişkileri ve öyküleri.

Ateş Yılları da o tarz kitaplardan.  Aldı beni fakir ama onurlu yaşanan yıllara götürdü. 1919'da başlayıp 1923'de biten 480 sayfalık macerayı sevdim.

Ateş Yılları, Hasan İzzettin Dinamo

Hasan İzzettin Dinamo adını duymuş, fakat hiç kitabını okumamıştım. Ateş Yılları'nı görünce hemen aldım Kabalcı Kitabevi'nden. Upuzun güzel bir romandı, kısa olanları sevmem zaten, öykü okumaktan keyif de almam hiç. Baştan söylemeliyim ki yazarın duru Türkçesine hayran kaldım. Giysi yerine kullandığı “giynek” sözcüğünden çok hoşlandığımı belirtmeden geçemeyeceğim.

1919'da Amasya'da başlıyor hikaye. İşgal altındaki İstanbul'u terk edip Amasya'ya gelen eğitimci Abbas Bey'in Müeyyet adındaki güzeller güzeli kızı, “kafes”in ardından bakarak geçirir günlerini. Pontus çeteleri her geçen gün etrafa korku salmaktadır. Ne jandarma vardır, ne de polis zaten. Herkes kendi güvenliğini kendisi sağlamak durumundadır. Zordur yaşamak...

Abbas Bey'lerin yaşamında önemli bir yer işgal edecek olan Mehmet Kemal ve Ahmet kardeşler ise Merzifon Amerikan Koleji'nde okumaktadırlar. Bu ikiz kardeşlerin babaları Türk'tür ve Rum olan annelerine aşık olmuştur zamanında. Mehmet müslümandır, Ahmet ise kolejde kandırılıp Hristiyan olmuştur. Anne tarafından dedeleri sıkı bir sosyalisttir öte yandan.
Rum ya da Türk fark etmez, insan hikayeleridir anlatılan. Mesela İngilizler tarafından üç duvarlı bir hücreye atıldığında Mehmet Kemal'e sigara veren, yardım eden işgalci asker karakterlere rastlamak oldukça etkileyicidir. 
Aşk, özlem gibi insana dair duyguları geri plandaki kurtuluş mücadelesi ile çok güzel harmanlamış yazar.

Ateş Yılları, arka kapak

Kitabın son sayfasını dün akşam kapattığımda “insanlar ne acılar çekmişler bu güzel topraklarda bir arada kardeşçe yaşamak için” diye düşündüm. “İnsan olmaya çalışmaktan başka ne amacımız olabilir ki!” dedim kendi kendime. Bütün savaşları, bütün güç ve gövde gösterilerini, o tepeden konuşan siyasetçi bozuntularını, egosu tavana vurmuş saçma yöneticileri hiç sevmediğimi bir kez daha anladım bu kitabı okurken.

İnsana yakışan hikayeler içinde, insancıl karakterlerle varolma özlemim, her kitapta daha da çoğalıyor sanırım..

Bu güzel kitap için yazarı Hasan İzzettin Dinamo'nun anısına saygılarımı sunmak isterim. Vikipedi'den alıntıladığım yaşam öyküsü şöyle:

Hasan İzzettin Dinamo (1909,- 20 Haziran 1989)
Babasını 1. Dünya savaşında kaybedince, Gazi Eğitim'deki öğrencilik hayatını bırakmak zorunda kalıp geçimini çeviri yaparak ve ders vererek sağlar.
Nazım Hikmet'in şiirleriyle tanışınca kendisini toplumcu çizgide bulur. Yedi ciltlik Kutsal İsyan, Savaş ve Açlar gibi önemli romanları vardır.
1977'de Kutsal Barış romanıyla Orhan Kemal roman ödülünü kazanır. Romanlarında genellikle savaş dönemlerini anlatan sanatçının şiir kitapları da vardır. Birçok şair ve yazarın hüküm giydiği meşhur 142. madde nedeniyle 4 yıl hapiste kalmıştır. 

22 Mayıs 2015 Cuma

The Wrinkles of The City, ISTANBUL by JR

Kolajı oluşturan fotoğraflar instagram/JR hesabından alıntıdır. Fotos by JR
Duyduk duymadık demeyin, İstanbul sokaklarında sanat var. JR şu sıralar IST.Festival kapsamında İstanbul’da ve fotoğraf tutkunlarını, sokak sanatı meraklılarını, macera perestleri ilgilendiren güzel bir projeye imza atıyor.

JR kimdir?


Şu anda o da kim? diyor olabilirsiniz ya da belki siz de çoktan JR’dan haberdar olmuş, hayranlıkla işlerini izliyorsunuzdur. Bilmeyenler için JR Fransız sokak sanatçısı ve fotoğrafçı. Kariyerine Paris duvarlarına graffiti yaparak başlıyor. Daha sonra Paris metrosunda bulduğu bir fotoğraf makinesiyle kendine farklı bir yol çiziyor. Duvarlardan yine de vazgeçmiyor, ama boyamıyor da, fotoğraflarını duvarlar vasıtasıyla geniş kitlelerle paylaşıyor.

Paris varoşlarında gençliği fotoğraflayıp duvarlara yapıştırdığı ilk projesi önce duvarlardan kaldırılıyor ama sonra yaptığı iş farkedilip belediye binası yakınlarında görücüye çıkıyor. Böylece sanatı yasallaşmaya başlıyor. 2007 senesinden itibaren pek çok projeye imza atıyor. Her yaptığı işte de toplumun sorunlarına bir yerlerden dokunuyor, hep anlamlı, hep etkileyici işler yapıyor.

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

17 Mayıs 2015 Pazar

Magazin özlemim kabardı!

Hepimizde magazin özlemi var, kimse itiraz etmesin. Hele ki politik magazin, dozunda alındığında insanı gevşeten, rahatlatan bir şey...
Ben sadece belgesel izliyorum, köşe yazısı okuyorum , magazin mi, asla ve kat'a! “ diyerek sıyrılmayın.

Bakın mesela İngilizlere, veliaht Prens William ve Kate Middleton'un ikinci bebekleri kız mı olacak erkek mi olacak diye bahisler açıldı, insanlar merakla bekledi, çocuk doğunca bu sefer isim bahisleri açıldı. Tatlı tatlı dedikodular dönmeye başladı. Hatta Rus kadınları olur mu canım, Kate hiç doğum yapmış kadına benzemiyor, bu bebek de bir günlük bebek olamaz, kesin taşıyıcı anne doğurdu bebeği diye ortalığı karıştırdılar. Eğlenmedik mi, eğlendik. İçinizden kaçınız Kate ile William'ın fotoğraflarına bakmadınız? Ben- ki kıyafet, stil, tarz marz konularına hiç mi hiç ilgi göstermem- Kate'in şapkalarına zevkle bakmaktan kendimi alamıyorum. Bu da politik magazin neticede. Zararsız ve dozunda...

Kate Middelton ve bebeği (netten alıntı)

Adamların ülke çapında sorunları yok ki! Para dersen paraları var, yargı dersen en güvenilen hakimler onlarda. Demokrasi kültürleri zaten oturmuş. Elbette arada sırada tatlısu magaziniyle ilgilenip eğlenecekler.

Obama'nın eşi Michelle, paskalya töreninde obeziteye ilgi çekmek için kameralar önünde bir dans grubuyla dans etti geçenlerde. Yüzümüzde gülümseme ile izledik, vay be dedik, kadın ne kadar formda, çok da güzel dans ediyor dedik.

Michelle Obama (netten alıntı)

Bu da magazin işte, hem de politik magazin! Dünyayı yöneten Amerika'nın först leydisi giymiş sıradan pantolon tişörtü dans ediyor. Tepeden bakmıyor, halkdan biri gibi rahat davranıyor.

Daha neler var neler! Mesela Katar'dan sonra dünyanın en zengin ülkesi olan Lüksemburg'un gay başbakanı erkek arkadaşı ile evlenmiş, yüzünde samimi bir gülücükle eşini tanıştırıyor topluma, şöyle diyor: “Herkes benim gibi mutlu olsun!” Bırakın kendi zihniyetlerini dayatmayı, herkes herkese saygı duyuyor anlayacağınız.

Bir de bizdeki politikacılara bakın, gündemlerinde neler olduğuna değinmeye niyetim yok merak etmeyin. Büyük çoğunluğu renksiz, sıradan olmanın ötesinde stresli ve sevimsizler zaten! Üst perdeden bağırıp çağırmayı, sanki kendileri uzaydan gelmişler gibi içinden çıktıkları halkı aşağılamayı biliyorlar sadece. Omuzları dik, gözleri ufukta uzaklara bakıyor, sanırsınız mitolojiden fırlayıp gelmişler, bir havaları var ki!
 Kendilerine aşıklar, bu aşikar!

Çok değil geçen seçime kadar kendimi bu gri adamların (aralarında kadın zaten çok az) stresli söylemlerine kaptırıyor, televizyon karşısında kendi kendimi yiyordum. Artık akıllandım, onlar yüzünden niye kendime zarar vereyim ki! Bunu yapmamaya başladığımdan beri inanın çok daha huzurluyum, tavsiye ederim.

İnsanların yüzünden ve özellikle bakışlarından aldığım elektriği önemserim. Mesela o gözleri kötü kötü bakan, samimiyetsiz ve etrafına kötü enerjiler yayan, hiç gülmeyen adam var ya, o çıkınca hoop kanalı değiştiriyorum. Olmadı televizyonun sesini kısıyorum.
Bir de sesi çatal çatal çıkan, oldum olası ne kendisini ne de düşüncelerini beğenmediğim o itici adam var, o çıkınca da aynısını yapıyorum. Hele bir tanesi var ki, yenilerden olur kendisi, bakışlarından bile “siz kimsiniz ya, ben üstün insanım” mesajı yayılıyor, hem de dalgacı dalgacı bakıyor. Konuşmuyor, adeta höykürüyor, halbuki kendisini pek kaale alan da yok! O'nu da es geçiyorum. Bir tanesi zaten kitleler için büyük hayal kırıklığı, çıkıyor sahneye hep aynı şeyleri söylüyor da söylüyor, söylüyor da söylüyor! Kısa cümlelerle hem de, sanırsınız okul müsameresinde şiir okuyor. O da hiç ilgilendirmiyor artık beni. Rahatım, ne yaparlarsa yapsınlar, ne derlerse desinler onlara hiiç kızmıyorum. Biliyorum ki hepsi tarihin tozlu sayfalarında silinip gidecekler. Kimler silinmedi ki!

Hollanda Başbakanı bisiklette (netten alıntı)

Ne kadar asık suratlı ve ne kadar samimiyetsizler... Konuştukları zaman etrafa ateş püskürüyorlar adeta, ağızlarından çıkan sözcükler ortalığı yangın yerine çevriyor. Oluşturdukları yangın kırmızı da değil, bildiğin gıpgri.. Oysa hayat renkli, bu kadar ağır değil, güzel tarafları da var. Olmalı... Birisi çıksın mesela Aleksis Çipras gibi yanında koruma olmadan halkın içinde dolaşsın. Hollanda Başbakanı Mark Rutte gibi bisikletle gitsin toplantılara... Michelle gibi kot pantolonla, sıradan giysilerle, günlük hayatıyla çıkabilsin kameralar karşısına!

Kate Middelton ve şapkaları (netten alıntı)


Bunlar hep magazin işte, sizi bilmem ama benim özlediğim magazin haberleri tam da böyle...Yoksa kim mitingde ne demiş, kim bol keseden atmış tutmuş duymuyorum bile, duymaya da niyetim yok seçim sonuçlanana kadar.

Sahi Kate'in şapkaları ne güzel değil mi, o tüllü olan var ya o tüllü olan...



13 Mayıs 2015 Çarşamba

Yazdım, oynandı, hissettim...


Önce çok heyecanlandım, oyun başlayınca bu heyecanım coşkuya dönüştü. Sahnedeki sanatçılarla benim aramda sanki bir sır vardı ve bu sır yavaş yavaş açığa çıkıyor gibiydi. Tam da öyleydi. Ben biliyordum ne söyleyeceklerini, onlar da biliyorlardı ve söyledikleri anda sırrımızı artık herkes öğrenmeye başlamıştı. Neydi bu sır, çok mu önemliydi, hayır değildi diyemeyeceğim, önemliydi elbette. İnsanların, kameraların, kayıt cihazlarının önünde açığa çıkıyordu, sadece bir kişinin kafasından geçenler, ne müthiş bir duygu!

Düş gücümle canlandırdığım karakterler ete kemiğe bürünüyor, sözcükler imgesel düzlemden adeta havalanırcasına uzaklaşıyor ve gerçek bir sese dönüşüyordu, kolay değildi elbette.. Televizyonlarda, sahnelerde bir hayal gibi gördüğümüz, sanki başka dünyalardan bizlere seslendiğini varsaydığımız sanatçılar aracı oluyordu bu dönüşüme... Ne müthiş bir duygu!

Oyun ilerledikçe şaşkınlığım biraz azaldı ve ben, daha da keyif almaya başladım. Çünkü oyunun yaratıcı süreci ikinci evresindeydi artık. Oyuncular, yazdığım metne kendi duygularını, kendi yorumlarını ilave ederken, sanatın ne kadar muhteşem bir olgu olduğunu bir kez daha anladım... Bu sürece kim elini uzatsa, kendinden bir iz bırakıyordu çünkü. Sonrası Edip Cansever'in dediği gibi:

...Derken karanfil elden ele...”

Hepimizin bir misyonu var bu hayatta; kimileri oynuyor, kimileri de anlatıyor. Ben anlatan tarafta görüyorum kendimi. Hele bu oyun sahnelendi ya, daha da yazasım geliyor artık! Hep yazayım, oyun olsun, film olsun, roman olsun istiyorum. İnsan kendisinin yöneticisi olarak hayal gücünü seçerse böyle oluyormuş demek ki, bir kere dizginleri ele alınca hiç bırakmıyor şakacı şey!

 Şaşkınlığım ve elimi kolumu nereye koyacağımı bilmezliğim giderek artıyor bu yüzden...

Sahi bundan sonra ne olacak?

...
Meraklısı için kitap burada:


kitap
Bu süreç nasıl gelişti yazısı da burada:
Sevgilerimle...

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Doğuş Otomotiv Trafik Hayattır!

Önemli olan ne kadar hızlı vardığınız değil, nasıl vardığınız...
Trafikte aşırı hız yapmayın! Çünkü Trafik Hayattır!



Aşırı hız son yıllarda kazaya sebep olan unsurların başında yer alıyor. Özellikle gençlerin yaptığı trafik kazalarının çoğu aşırı hız nedeniyle meydana geliyor. Doğuş Otomotiv’in kurumsal sorumluluk markası Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ı konusunu ana mesajları arasına alarak projelerini kurguluyor.
Dünya Sağlık Örgütünün raporuna göre trafik kazalarındaki ölümlerin yaş grubu analizinde diğer ölüm nedenleri arasında 15-29 yaş grubu birinci sırada yer alıyor.   Bu durum gençlere yönelik trafik güvenliği kampanyalarının acil olarak arttırılması gerektiğini gösteriyor. Trafik Hayattır platformu bu noktada çok önemli inisiyatifler alarak önemli projeler geliştirdi; 4 senedir devam eden Trafik Güvenliği Uzaktan Eğitimi projesinin üniversitelerde seçmeli ders okutulmasının yanı sıra, 2014 yılında radyolarda yer alan ‘aşırı hız’ radyo spotu da dikkat çeken bir diğer proje oldu. İki projede birçok önemli ödül aldı. Bu ödüllerden en çok gurur veren ise 2014 Birleşmiş Milletler Genel Kurultay’ın da iki projenin Avrupa’da trafik güvenliğiyle ilgili örnek uygulama seçilmesi oldu.


Trafik Hayattır, ‘aşırı hız’ ile  ilgili projelerine yenisini ekledi ve her birinde farklı trafik güvenliği mesajlarının verildiği bir animasyon serisi üretti. Aşırı hız konulu animasyonda her gün trafikte rastladığımız hatalar vurgulanıyor.  Çocuğunu almaya giden bir babanın trafikte kalmasını ve sonrasında hız yaparak girdiği emniyet şeridinde kaza yapmasını anlatan animasyondan hepimizin çıkaracağı dersler var.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

Gürcistan - Batum gezi notları: 1. Bölüm

Gürcistan'a geçen yaz gittim ama araya giren çeşitli seyahatler, işler vs. sonunda bu zamana kısmet oldu yazmak. İtalya ve Fransa'yı yazmayı henüz bitiremedim ama yaz tatili planı yapanlar için bu yazıyı öne çekmek istedim.



Öncelikle belirtmem gerekirse Avrupa yada Türkiye gibi gezip, görecek  çok yer olmasa da ben Gürcistana bayıldım. Hatta bu yaz tekrar gitmeyi bile düşünüyorum. Şunu yedim, buraya gittim kısmına gelmeden önce biraz Gürcistan daha doğrusu Batum hakkında genel bilgiler vermek istiyorum...

Batum komşumuz Gürcistan'ın en bilinen ve popüler şehirlerinden birisi (diğeri de Tiflis). Yakınlığı ve sınırdan nüfus cüzdanıyla geçebilmenin verdiği rahatlık sonucu da ülkemizden çok sayıda uzun süreli yada günü birlik çok sayıda turiste de ev sahipliği yapıyor. Sarp sınır kapısından sadece 20 km. içeride. Batum yada onların deyişiyle Batumi Acara özerk bölgesinin başkenti ve bir deniz kenti. Gürcistan'ın resmi dili gürcüce ama Batum'da rusça ve türkçe de yaygın. İngilizce bilenler çoğunlukla otel çalışanlarıylı sınırlı maalesef. Uyarı ve açıklama tabelalarında bu üç dil de yer alıyor (enteresan olanı çöp atmayın, kilisede ses yapmayın gibi uyarı levhaları sadece türkçe!). Bu arada gürcü alfabesi çok enteresan bir alfabe. Latin harfleri yok, harfler resimlere benziyor (bana biraz sanskritçeyi andırdı. Ama çok estetik görünüyor). Büyük küçük harf ayrımı yok ve dünya üzerinde yaygın olarak kullanılan 14 alfabeden birisi. Ama günaydın ve teşekkür ederim gibi basit şeyleri demek bile bence zor.Unutuyor insan (Günaydın: Dilemşudovisa teşekkürler: magloba gibi birşey yanlış hatırlamıyorsam). Bu arada Batum'la aramızda 1 saat fark var...



Batum'a nasıl gidilir?
Uçakla İstanbul'dan direkt Batum'a uçabilirsiniz. Ankaradan direkt uçuş olmadığı için biraz da geze geze gitmek için biz Trabzon'a kadar uçakla gittik, eşim iş için çok sık Gürcistana gittiği için havaalanından daha önceden tanıdığı bir şoför bizi aldı ve Sarp sınır kapısına götürdü. (Trabzon Sarp arası yaklaşık 1.5 saat. Şoförümüzün adı Koba ve çok az türkçe biliyordu. İletişim bilgilerini ilerki bölümlerde yazacağım). Açıkçası bir dahaki sefer uçakla gideceğim çünkü sınır kapısı tam bir felaket. Saatlerce bekletecek araba kuyrukları var ve sıcak yaz aylarında çekilecek dert değil. Arabamız lüks vs. olsa da o kadar kargaşa ve sıcak var ki beklenmez orada. Bu beklemeyi atlatmak için bizim akıllı karadenizli gençlerimiz de bir yöntem bulmuş. Şöyle ki; aralara kendi arabalarını koymuşlar ve her ne kadar polisle bu konuda tartışsalar da 30-40 tl karşılığında sizi araya sokuveriyorlar. Normalde böyle şeylere çok karşı olsam da sonuçta dayanamadık ve araya girdik bizde. Sınır kapısından biz pasaportlarımızla geçtik ama daha önce de yazdığım gibi nüfus cüzdanıyla da geçebiliyorsunuz vize olmadığı için (pasaportla geçecekseniz yanınızda harç pulu olması gerekiyor). Koba sık sık giriş çıkış yaptığı için görevlilerin çoğu onu tanıyordu sınır kapısında fazla beklemeden hatta neredeyse arabadan bile inmeden işlemleri hallettik ve ver elini Batum...

Batum'da nerede kaldık?
Batum yeni yeni gelişmeye başlayan bir şehir. Sheraton gibi birçok büyük otel zinciri burada otel açmış yada inşaat halinde. Biz Radisson Blu'da kaldık ve ben çok memnun kaldım otelin herşeyinden. Old Batumi denilen eski şehire çok yakındı, kendi plajı vardı (zaten Batum sahil şeridinin her yeri plaj ve tertemiz) ve geceleri cıvıl cıvıl olan bulvara da yürüyüş mesafesindeydi (Oteller kısmında ayrıntılı yazacağım ve linkini buraya ekleyeceğim). Bu arada Radisson'un sahibi türk bir iş adamı olduğu için kahvaltısı bize çok yakındı. Ki benim gibi fazla et sevmeyenlerdenseniz Gürcistan'da işiniz zor ve kahvaltı en önemli öğün oluyor.

Batum'da ne yapılır?
Detayları sonraki bölümde yazacağım ama öncelikle şunu söylemeliyim ki bol bol denize girilir. O kadar güzel ve temiz ki. Kumar oynamayı sevenler için casinoları da birer cazibe merkezi. Ama aklınıza Kıbrıs yada diğer ülkelerdeki lüks yerler gelmesin. Buradakiler biraz daha mütevazi. Müze gezerim diyorsanız benim gibi müze manyağı birinden tavsiye müzeleri boşverin gitmeseniz de olur. En güzel zaman geçirilecek yerlerden birisi ise sahildeki parklar ve su gösterileri. Herkes neşeli, cıvıl cıvıl.

Bir sonraki yazıda detaylı Batum incelemesine başlıyoruz...

Batum ikinci bölüm
http://tatilname.blogspot.com.tr/2015/05/batumu-gezmeye-devam-ediyoruz.html


3 Mayıs 2015 Pazar

Şimdi Oyun Zamanı, #görmesendeolur!


Bu haftasonu özel bir festivaldeyiz. 
Günde 12 saatten toplamda 24 saat oyun izleyeceğiz. 11 oyunla 11 ayrı dünyaya gideceğiz, aslında tam bir ruh detoksu olacak bu etkinlik.


Güncel politikanın, seçimlerle ilgili gergin gündemin uzağında kalacağız iki günlüğüne.  Gören-görmeyen zihinlerin amatör kalemlerinden dökülen sözcükler, profesyonel oyuncularla hayat bulacak.

Ne kadar heyecan verici!

Daha önce sizlere #görmesendeolur adlı bu özel atölye çalışması hakkında bu yazımda bilgi vermiştim. Artık söz bitti, şimdi oyun zamanı!

Gösteri zamanı geldi çattı, program netleşti.

9 Mayıs cumartesi sabahı eşinizi dostunuzu, komşunuzu alın, Caddebostan Kültür Merkezi'ne gelin, hatırlatayım etkinlik ÜCRETSİZ.

Herkesin sanata ihtiyacı var, hatta bu aralar her zamankinden daha çok!

Bu arada belirteyim, oyunlardan bir tanesini de ben yazdım naçizane, heyecanlıyım çok...



Oyuncular:
Algı Eke, Bennu Yıldırımlar, Birce Akalay, Can Yaman, Deniz Türkali, Deniz Uğur, Elif Erdal, Furkan Palalı, Galip Erdal, Kerem Alışık, Levent Can, Levent Ülgen, Mine Tugay, Oktay Kaynarca, Sarp Levendoğlu, Savaş Alp Başar, Seda Güven, Sercan Alben, Serhan Alben, Serkan Alben, Sezgi Mengi, Songül Öden, Tolga Güleç, Tuba Ünsal, Uygar Özçelik, Yeliz Şar, Yunus Emre Yıldırımer