31 Ocak 2012 Salı

Taht Oyunları'nın Hiç mi Kötü Tarafı Yok?


Dünyanın bir yarısı George R. R. Martin'in Taht Oyunları'nı (TO) okudu, diğer bir yarısı izledi... Milyon kere yazıldı, arkadaş arasında bolca konuşuldu... Fantazi edebiyata ilgi duymayan, sadece Tolkien'in Hobbit'ini ve Le Guin'in Yerdeniz Öyküleri'ni okumuş, Harry Potter hakkında tek bildiği "Büyücü bi çocuk var, gözlüklü..." olan  biriyim. Öte yandan iyi bir okuyucuyum... Fantezinin kardeşi bilimkurguyu da yalayıp yutmuş sayılırım. Buradan aldığım güçle Taht Oyunları'nı hunharca eleştirmeye başlıyorum... (Bundan sonrası ağır "spoiler" içerir.)

Kitapla ilgili birinci derdim yaratıcılık sorunu. Bir noktada kitapları türlerine göre değerlendirmek gerektiğini biliyorum. Fantazi diyince de benim aklıma yukarıda saydığım iki kitap geliyor ve TO'nın şanssızlığı burada başlıyor. Bu iki kitapta dünyamızdan bambaşka yeni bir evren kuruluyordu: yeni bir kültür, dil, sosyal düzen, yeni bir coğrafya hatta yeni bir değerler sistemi. Sadece bir harita, bir iki değişik isim ve birkaç garip adet koyunca yeni bir evren yaratmış mı oluyoruz? TO orta çağ Avrupasından devşirme asil aileler, şövalyeler, taçlar, kıyafetler, kılıçlar ve adetlerle dolu. Kilise yerine sept, Keven yerine Kevan, Erward yerine Eddard diyince, Krallıklar Diyarı'ndan doğuya(!) yelken açınca varılan zengin ticaret limanlarına Doğu Akdeniz değil de Özgür Şehirler denince, Özgür Şehirlerden yani Doğu Akdeniz limanlarından sonra göçebe barbar toplumlarla karşılaşınca, hele bunlar atla yaşayıp kesik kısrak sütü (kımız!?) içerek sarhoş olunca benim aklım başımdan gitmiyor. Kitabın en fantastik yeri Targaryenler ve ejderhaları mıydı? Ejderha mı? Ooo dostum, bu kimin aklına gelirdi? Yoksa bunlar ağzından ateş saçan iri yarasa-kertenkele kırmaları mı? Belki başka bir efsane olan zombiler de kullanılabilirdi o zaman. Ah evet zombiler yani "Ötekiler" de var kitapta. Aynen zombiler gibi öldürdüklerini kendilerine katıyorlar; onlar da zombileşip canlılara saldırıyor.Yine dağlar tepeler var, yine kuzey soğuk güney sıcak... Ama kışlar çok uzun sürüyor derseniz Alaskalılara sormak lazım derim. Bence kitabın tek orjinal yeri Kartal Yuvası'nın (çok orjinal bir isim gerçekten!) mimarisi ve gök zindandı. O kısımları okurken gerçekten hayal gücümü kullanmak zorunda kaldım ve zevk aldım.

İkinci sorun cinsellik ve kadın meselesi... Aslında sevgili George fantazinin yepyeni bir dünya kurmak olduğunu biliyor ve bunun yolunun "Hımm burda kışlar 9 yıl sürüyor, - 40 filan oluyor" demekle olmayacağını da hissediyor. Yeni bir sosyal değerler düzeni gerek, belki binlerce yıldır süren şu ataerkil toplumu, onun cinselliğe bakışını değiştirerek gerçekdışı bir evren hissi verebilirdi...denemiş de. Ama insanın binlerce yıl içine işlenen bir şeyi değiştirmesi kolay değil. Sevgili George'da vermiş ensesti; vermiş teşhirciliği... Hiçbirine itirazım yok ama fantastik ya da gerçekdışılık hissi veren bir yanı olmadığını da söylemek zorundayım. Habire erkeklerin kadınların "üstüne binmesinden", erkeklerin zevk noktasına varmasından (Neden kadınlar da zevk almıyor? Neden kadınlar çiftleşecek erkek seçip onun için dövüşmüyor?) kadınların çocuk doğurarak mevki kazanmasından, karakterlerin babası nereliyse oralı olmasından bahsedersen bu iş olmaz. O zaman, Lysa'nın (Lisa?) 9 yaşındaki oğlunu emzirmesi, Catelyn'in çıplak olarak mektup okuması veya Dany'nin memelerinin ve bacak arasının her fırsatta konu edilmesi gereksiz bir hal alıyor. Örnek: Dany kocasının cenaze töreni için yıkanıyor, sonra parfümleniyor, parfümü süren köle bacak arasına da parfüm sürüyor ve bu Dany'ye serin bir öpücük hissi veriyor. Dany'nin ne banyosunun ne de parfümünün hele de parfümün sürüldüğü yerin ve verdiği hissin hikayenin geri kalan kısmında en ufak bir rolü var. Zaten roman boyunca Dany sıcaklığı ve ağırlığı bacak arasından hissediyor, terler bacak arasından akıyor, yumurtayı bacak arasına koyuyor. Ne bacakmış ne arasıymış arkadaş!? Sanki 14-17 yaş arası ergen gençlerin ağzına bir parmak bal çalınıyor, tüm amaç bu.

Zaten kitaptaki 6 temel kadın karakterden de kadınların durumu anlaşılıyor. Kadınlardan, biri baş kötü ama karizma filan değil yine akıllı, cesur ve karizmatik olanlar onun babası ve erkek kardeşi (Cersei); diğeri kitabın en sünepe, en mıymıntı, en gizli hain karakteri (Sansa); öteki onun kardeşi çok zeki, azimli, dürüst ve onurlu çünkü erkek gibi (Arya); öbürü yarı deli, korkak, kardeşini ve ailesini önce belaya bulaştırıp sonra yarı yolda bırakan bir anne (Lysa); beriki onun kardeşi kocası öldüğü için kurgu gereği bazı iyi işler yapıyor ama hataları da var, ne zaman güçlü olması gerekse kocasının soyadından bahsediyor, en önemli özelliği çocuklarının anası, kalesinin kadını olmak (Catelyn); sonuncusu ise habire memesi ve bacak arası gündeme gelen, evlenerek ve doğurarak güç ve mevki elde eden, en sonunda da hayatta kalmak için fantastik yaratıkların varlığına mecbur olan bir genç kız (Dany). I rest my case!

Sürükleyicilik ve kurgunun sarması açısından sözüm yok, gayet başarılı. Yoksa 830 sayfa nasıl okunurdu? Tasvirler güzel, ne insanı bezdirecek kadar çok ne de bilmediğimiz bu dünyayı hayal etmemizi engelleyecek kadar az. Anlatımın sahneler halinde gitmesi ve eşzamanlı olarak bir çok olayın gerçekleşmesi akıcılık/sürükleyicilik açısından harika. Aksiyon açısından son derece doyurucu ama sürprizlerin pek de sürpriz olmadığını söylemek zorundayım. Örneğin aptal sarışın Joff'un Kral Robert'ın değil Jaime Lannister'ın oğlu olduğunu çocuğun ilk tasvir edildiği an, Dany'nin ejderja yumurtalarının canlı olduğunu ilk ısındıkları an anlıyorsunuz. Yine de durumun karmaşıklığı ve ilginçliği okuma zevkini devam ettiriyor. Kafamda tam olarak olay örgüsüne oturtamadığım yerler var ama bu bir serinin ilk kitabı olduğu için ileride bir yerden bağlanır diyerek susuyorum.


Dil fantazi edebiyatta önemli bir nokta çünkü fantastik hissinin verilmesinde uydurma kelimeler, bozuk dilbilgisi ve benzeri çarpıtmalar kullanılıyor ve bu işi komik olmadan yapabilenler "high fantasy" yazmış oluyor. Ben Türkçe çeviriyi okuduğumdan en azından çeviride bu tekniğin sınırlı görüldüğünü söyleyebilirim. Çeviriyi Sibel Alaş yapmış, ben isim benzerliği sanmıştım ama Adam'ın Sibel Alaş'ıymış. Hatta güzel de bir söyleşi yapılmış, işte burda.

Amma çeviri canımıza okumadıysa bu sefer de edisyon/düzeltme bitirdi işi. Ey Epsilon, 30 TL fiyat çektiğin, 3. baskısını yaptığın bir kitabı "proof-reading" yaptıramıyorsan dükkanı kapat! Çeviriyi yaptığınız metinde kaç tane noktalama, yazım veya anlam hatası vardı? Ben okumadan hiç yoktu diyorum. Çünkü bugüne kadar onlarca İngilizce kitap okudum hiçbirinde tek hata görmedim. Oysa TO'da elimde kalem olsa edebiyat hocası gibi üstünü çizeceğim hatalar vardı: "olarak" yerine "olacak", "Robb" yerine "Rob" (iki defa), "yıldızlara dokunsa uzanabilecek" yazmak ve diğerleri gibi. Demek ki MS Word Check'le kitap basılmıyormuş.

Bir de aklıma şu takıldı: Bu kitap aslında önceden Türkçeye çevrilmiş ama satışlar iyi gitmediğinden serinin diğer kitapları çevrilmemiş. Şimdi dizisi yapılan her şey popüler olduğu için satışlar patlamış ve 2 kitap daha piyasaya sürülmüş. Peki ya dizi çekilmeseydi? İlk kitabı okuyanlar sonunu bilmeden hatta esas hikayeyi bilmeden öylece kalacak mıydı? Bence böyle bir şey okuyucuya saygısızlık. Seri kitaplarda ya bütün seriyi yayınlayın ya da yayınlamayın.

Çok uzayan bu yazıma özet geçerek son veriyorum: Çoğunluk kitabın hastası ama eleştirilecek yanları da var. Benim için "masalsı tarihi roman" ya da "büyüklere masallar" kategorisinde bu kitap. Bu nedenle devam kitaplarıyla zaman öldürmeyi düşünmüyorum (ara sıra diziden olayları takip ederim). Epsilon'a tekrar "Olmamış!" diyorum. Yorumlamam bu kadar.

27 Ocak 2012 Cuma

David Lodge'un En Sevdiği Kitaplar

Kaynak: birmighampost.net

David Lodge, Türkiye'de de birçok kitabı yayınlanmış, önemli ödüller kazanmış, edebi eserlerinin yanı sıra akademik kişiliği ve sosyal/siyasal aktivizmiyle de saygı duyulan bir yazar, bir edebiyat profesörü, bir eleştirmen ve bir Birminghamlı. 1935 Londra doğumlu İngiliz yazar, Birmingham Üniversitesi'nde 1960 yılında doktora öğrencisi olarak başladığı akademik hayatına 1987 yılında emekli oluncaya kadar devam etmiş. Hala üniversitenin ana yerleşkesinin bulunduğu Edgbaston semtinde oturuyor. İkinci Dünya Savaşı'nın zorluklarıyla geçen çocukluğu, savaş sonrasında yaşanan ekonomik ve sosyal sarsıntılar ve belki de sanayi-işçi şehri Birmingham'da geçirdiği uzun yılların etkisiyle eserlerinde sosyal sınıf bilincine, akademik yaşama ve sosyoekonomik konulara yer veriyor. İşte "alumni" olmaktan gurur duyduğum bu edebiyat adamının Birmingham Üniversitesi'nin yayınladığı "The Birmingham Magazine"de yer alan yazısı...

"En Sevdiğim Kitaplar

“Harika bir kitabın sınaması, tekrarlanmış yeniden okumalara dayanmasıdır” diye açıklıyor Profesör David Lodge, 16 önemli roman yazmış olan ödüllü ve seçkin yazar. Burada da en çok tavsiye ettiği 5 okumadan bahsediyor.

Emma, Jane Austen

Kitaba başladığında ‘Hiç kimse değilse bile benim çok seveceğim bir kadın kahraman seçeceğim.’ dedi Jane Austen. Emma’nın çeşitli sevilemeyebilecek kişisel özelliklerinin olduğu doğru ama aslında yaratıcısı gibi Emma da iyi niyetli, nüktedanlık ve zekâ bahşedilmiş biri ve kişisel özellikleri sonunda onun nihai mutluluğunu istememize neden oluyor. Sonraki okumalarda hikâyedeki hiç sonu gelmeyen yeni ironi ve ince tarafları takdir ediyoruz. Bu Jane Austen’ın en mükemmel romanı.

Ulysses, James Joyce

Bu roman, genel okuyucunun gözünü korkutur ama yazarların en sevdiği kitaplar listesinde de değişmez şekilde yerini alır. Bu, Homeros'un kahramanı Ulysses'in (Odysseus olarak da bilinir) maceralarını genelde komik ve parodivari bir tarzda yeniden canlandıran bir grup Dublinlinin hayatındaki bir günün, 16 Haziran 1904, hikayesidir. Çağdaş bir hikayeyi ilk klasiklerden birinin üstüne oturtma fikri benim de aralarında olduğum birçokları tarafından taklit edilmiştir. Joyce'un bilinç akışını temsil etmedeki yenilikçi tekniği ve cinsellik konusundaki daha önce görülmemiş açık kâlpliliği de eşit derecede etkileyicidir. Bu kitabı dikkatlice ve iyi bir rehber eşliğinde okumak kendi içinde bir eğitimdir.

Bleak House, Charles Dickens (Kasvetli Ev)

Bu, Dickens'ın dehasının unsurlarını örneklendiriyor: Viktorya dönemi toplumunun eleştirisindeki destansı kapsam, hatırda kalıcı karakterler, kahkaha attıran komedi, güçlü melodram, karmaşık olay örgüsü içinde kendi kendine yolunu bulan bir hak edilmiş ceza hissi; kişi, yer ve havaya ait harika betimlemeler. Ayrıca çalışmalarında sadece burada görülen şekilde iki anlatı yöntemi (birinci şahıs ve anlatıcı) iç içe geçiyor. Lord Chancellor'un Londra'nın yağmur, çamur ve sisini sembolik olarak yönettiği açılış bölümünden başlayarak dayanılmaz bir çekicilik ortaya koyuyor.

Vile Bodies, Evelyn Waugh

Waugh 20. yüzyılda medeni değerlerin giderek hızlanan parçalanışı olarak algıladığı şeye saplantılıydı ama bu görüşü mit ve sembollerle ifade etmek yerine, bunu karakterleri saldırganca, havalı bir umursamazlıkla birbirini aldatan, ihanet eden ve yaralayan komik pikaresk romanlara yansıttı. Bunun etkisi hem eğlenceli hem şok edici. Ben on beş yaşımdayken, önce 1920'lerin "Bright Young Things"inin* aşırıkları hakkında olan Vile Bodies'i okumuştum. O zaman keyif vermişti ve ondan beri de hep öyle oldu.

Slaughterhouse 5, Kurt Vonnegut (Mezbaha No.5)

İkinci Dünya Savaşı sırasında ben dört ila on yaşları arasındaydım ama savaş hatıralarımda ve tutumumda bazı romanlarıma da yansıyan izler bıraktı. Kurt Vonnegut çok daha dramatik ve tehlikeli bir kişisel deneyim üzerinden eser veriyor; 1944 yılının sonundaki Bulge Savaşı'nda ele geçirilen genç bir Amerikalı asker ve müttefik güçlerin son hava saldırından biriyle mahvolan Dresden'de bir savaş esiri olma deneyiminden. Vonnegut bu ürkütücü konuya tuhaf bir bilimkurgu tavrıyla cesurca yaklaşıyor. Vonnegut'ın kendisi de gerçeklik ilüzyonunu yapıp bozarak romanında görünüyor. Bu kendi süreçleriyle olduğu kadar dünyayla da ilgili bir roman - eğlenceli, dokunaklı ve zihin açıcı."

Benim bu yazıyı hazırladığım gün (28 Ocak) aynı zamanda Lodge'un doğum günüymüş. İşte bu güzel oldu:)

*Dejenere, zengin ve bohem aristokrat gençler ve onların yaşam tarzını özetleyen kavram.

Sunum&Çeviri: BA     Kaynak: The Birmingham Magazine, sayı 23 2011-12, sayfa 28.


25 Ocak 2012 Çarşamba

Distopyalar: Yaptığınızı (İdeal Düzeni) Beğendiniz mi?

Edebiyat güçlü...edebiyat sanatı, fikri, duyguyu bir arada taşıyan bir asa. Asa, aşıkların kalbini sızlatmak için de, eskilerin gücünü ve asaletini anlatmak için de, insanları güzel şeylere inandırmak, eğlendirmek veya bilgilendirmek için de kullanılabilir. Bazen de bu asa içinde bulunulan toplumu eleştirmek, hakim düşünce yapılarını kırmak, bambaşka bir düzen mümkün ve olmalı demek için de kullanılır. Bunun - benim en çok sevdiğim - yollarından biri de distopyalar.

Distopyaların bazı ortak özellikleri: utopik olma iddiasındaki bir düzen, baskıcı otoriter/totaliter devlet, sınıflara ayrılmış bireysellikleri bastırılmış kişisel/özel ilişkiler kurmaları önlenmiş insanlar, ileri teknoloji/teknik ve doğadan soyutlanmışlık. Baştan bir dünya kurmayı gerektiren bu eserlerin ön hikayelerinde kötü bir durumdan (savaş, doğal afet, yokluk, terör) ani ve keskin biçinde ayrılarak (savaş, devrim, isyan) yeni bir toplumsal düzen kurulması yatar.(Kaynak: okuduklarımdan anladıklarım.)

Distopyaların lafı dolandırmadan doğrudan eleştiri kılıçlarını çekmesine ve bunu yaparken insanın hayal gücünü harekete geçiren kurgular kullanmasına bayılıyorum. İşte bayıldıklarım:

Zaman Makinesi - Herbert George Wells

Wells, Jules Verne ile birlikte bilim-kurgunun babalarından biri. Bu adam nasıl bir adamki sanki bir edebiyat türüne öncülük etmesi yetmiyormuş gibi Zaman Makinesi ve şimdi hatırlayamadığım başka bir kitabıyla birlikte distopyanın da ilk örneklerini vermiş. Ben bu kitabı okuduğumda henüz ortaokuldaydım, henüz sınıf, evrim, güç gibi kavramların pek farkında değildim. Geleceğe giden başkahraman ne zaman ki kısa boylu, hantal, tembel, tombul ve uykucu üst sınıfla onlara bu refahı sağlamak için yer altında karın tokluğuna (!) sürekli çalışan atletik, güçlü ve beyaz tüylü alt sınıfı gördü (gerisini söylemiyorum; 'spoiler'a girer); ben aklımı kaçıracak gibi oldum. Ben bu kitabı bir daha okuyayım en iyisi.

Biz - Yevgeni Zamyatin

Resimde görüdüğünüz kitabı kendime yeni yıl hediyesi olarak aldım. Bu kitap Orwell, Huxley ve Le Guin'in etkilendiği, bildiğimiz anlamda distopyayı başlatmış olan kitap. Başkahramanımız ideal düzenin ideal üyesi olarak başlıyor hikayeye, bir kadına aşık oluyor (ama o bunun aşk olduğunun farkında değil, kitapta aşk lafı hiç geçmiyor), birey olmaya, bazı isteklere sahip olmaya başlıyor... Sonunda kahraman özgürlük mü mutluluk mu diye sorakalıyor. Ben kahramanın adım adım dönüşümünü çok beğendim. Bülent Somay'ın önsözünü mutlaka okuyun! Kitaptan anlacağınız verimi ikiye katlayacak bir önsöz! Mutlaka!

Kitap iki İngilizce baskıdan çevrilmiş. Biliyorum, kitap ilk olarak İngilizce basılmış, biliyorum Rusça ilk baskısı da İngilizceden çeviriymiş, tamam biliyorum. Ama artık itibarı iade edilmiş olan bu yazarın bu en önemli kitabının bir Rusçası da vardır değil mi? Neden bundan çevirmek yerine hala İngilizce? Kitap zaten günlük formunda yazıldığı için - yani içsel konuşmalar, yüzleşmeler içerdiği için -  sık sık yarım, örtük cümleler var. Zaten bilmediğimiz bir dünyadan bilmediğimiz, bir jargonla konuşuyor kahramanımız. Kısaca zaten kolay anlaşılmıyor, neden bir de çevirinin çevirisini okuyoruz?... Beni ikna edecek tek neden Rusça orjinalinin artık kayıp olması olabilir. Ayrıca 5 tane de bariz yazım hatası vardı. (3. Basım? 203 sayfa? Hadi ama dostum!?) Sevgili Ayrıntı Yayınları, sana önsöz - (çeviri + yazım) = 3 buçuktan 4 (iyi) veriyorum.

Cesur Yeni Dünya - Aldous Huxley

Bu kitap benim açımdan biraz araya gitti, maalesef, çünkü lisenin başında İngilizce dersi için okumamız istenmişti. Yalnız kendimi kitaba o kadar kaptırdım ki, sınav mı olduk özet mi çıkardık hatırlamıyorum. Bendeki bu distopya merakına da bu kitap neden oldu. Kitabın bazı çarpıcı sahneleri hala aklımdadır. Kitap ironik bir şekilde mutsuzluktan ve acıdan kaçarken ve tam kurtuldum derken insanın bunun göbeğine düşmesini anlatıyor gibi geldi bana. Hiç adetim olmadığı halde kitabın ilk sayfasına şöyle bir not düşmüşüm: "Life is nasty, brutish and short. - Hobbes".

Huxley'in Zamyatin'den esinlenip esinlenmediği şüpheli. Distopyaların paylaştığı yukarıda bahsettiğim bazı özelliklerin dışında, korunaklı medeniyetin dışında yaşayan bir grup 'vahşi'nin varlığı gibi benzerlikler varken Huxley'de edebiyat ve sanat ortadan kalmış, Zamyatin'de ise düzenin emrine amade olmuş. Ayrıca İngilizce kitap okumaya cesaret edemeyenler Longman hala bu kitabın sade versiyonunu basıyorsa edinip okusun; ilaç ilaç!

Bin Dokuz Yüz Seksen Dört - George Orwell

Bu kitap iskelet olarak Biz'i andırıyor: kesintisiz kamu gözetimi, başkahramanı düzene karşı çıkmaya teşvik eden bir kadın ve kahramanın adım adım değişimi. Hatta ben Biz'in kahramının alkolle ve 1984'ün kahramanının gerçek çikolatayla esas kızın elinden tanışması gibi daha minor benzerlikler de gördüm. Öte yandan Orwell daha hırçın (işkence sahneleri), daha karamsar (kaçış yok), daha imalı (1948-->1984). Bu kitabı okurken de yazarın içinde bulunduğu tarihi dönemeci bilmekte fayda var. Kesinlikle okumaya değer ama Biz ile arasına biraz zaman koymak lazım yoksa doz aşımı olabilir.

Mülksüzler - Ursula K. Le Guin

İşte bu en sevdiğim, en beğendiğim, en önerdiğim, en en en... Şimdiye kadarki distopyaların askine yeni kurulmuş ideal olma iddiasındaki dünyayı değil, onun karşı tezi olduğu eski dünyayı da anlatıyor; ikisini karşılaştırıyor. Yukarıda saydığım distopyalara göre daha ümitli, daha iyimser. Yine diğerlerinin aksine kitapta sadece sisyasal düzen, toplum vs gibi temalar yok; kadın var, aile yapısı var, cinsellik var, yemekler var, sanat ve bilimin üretim süreci var... Neyse beş yıldız verdiğimi belirtmekle yetiniyorum çünkü çok sevdiğim Le Guin ile ilgili yeni bir yazı yazmaya karar verdim şu an.

Genesis - Bernard Beckett

Yayınevi 21. yüzyılın Cesur Yeni Dünyası dese de tabiki öyle bir şey yok. Buna rağmen yeni çıkmış olması ve yukarıda saydıklarım gibi ezberden adı geçen bir distopya olmaması hasebiyle (bu kelimeyi de cümle içinde ilk kullanışım) buraya ekledim. Çok sürükleyici ve bilimkurgu yönü de kuvvetli güzel bir kitap. Detaylı değerlendirme için buradan buyrun.

Bu ay 2 haftada 2 distopya okumuş biriyim. Kanımdaki distopik değerler normale dönünce hedefimde Fahrenheit 451 ve Metro 2033 var. (Kafiyeyi ben de yazınca fark ettim.)

19 Ocak 2012 Perşembe

Kendime Not: 2012 Kitap Fuarları


Bursa 10. Kitap Fuarı      10-18 Mart 2012
TÜYAP Fuar Kongre Merkezi
Detaylı bilgi için>>


Ankara 6. Kitap Fuarı     23-31 Mart 2012      
Atatürk Kültür Merkezi
Detaylı bilgi için >>


İzmir 17. Kitap Fuarı       14-22 Nisan 2012     
İzmir Fuar Alanı
Detaylı bilgi için >>


Kocaeli 4. Kityap Fuarı      12-20 Mayıs 2012
Uluslararası Fuar Merkezi
Detaylı bilgi için>>


İstanbul 31. Kitap Fuarı   17-25 Kasım 2012    
TÜYAP Fuar Kongre Merkezi



Not: Nedense bu tarihleri derli toplu bir yerde bulmak çok zor.
Not 2: Bursa ve Kocaeli istek üzerine eklendi.

18 Ocak 2012 Çarşamba

Sanal Kitapçılar

Kitap fiyatları sinema, konser ve özel tiyatro biletleriyle karşılaştırılınca ucuz kalıyor olabilir ama iki günde bir kitap okuyup kenara koyan ve  kitabı özellikle seçerek okuyan biriyseniz çok ama çok para harcayabilirsiniz. Ben kitap seçmiyorum, eşin dostun kitaplığını, evdekileri ve kütüphaneyi aktif şekilde sömürüyorum ve hızlı bir okuyucu da değilim ama yine de güzel para harcıyorum kitaplara. Daha da güzel meblağlar harcamamamın nedeni sanal kitapçılar. 

İnternetten bir şeyler almak, alışık olmayana tekinsiz gelebilir. Zaten güvenmedik sitelerden alışveriş yapmamak lazım. Sacede kredi kartınızı kopyalarlar iliğinize kadar alırlar gibi kabus senaryolarını düşünerek demiyorum bunu. Daha basit ve sinir bozucu şeyler de var karşılaşabileceğiniz: kitap temininde gecikme veya temin edememe, geç kargolama, hasarlı kitap, sipariş takibi yapamama, olmayan müşteri hizmetleri.... Bu yüzden ben de ilk kez bir siteden alışveriş yapacaksam önce o site hakkında yorumları okuyorum, müşteri hizmetleri sayfalarını iyice karıştırıyorum. Şimdi yorumları aktarma sırası bende.

İnternet Kitapçıları

Kitap Yurdu Buradan yakın zaman önce bir kez alışveriş yaptım. Herkesin defalarca söylediği gibi çok kötü bir arayüzü var, sitenin dizaynı insana tam 'kredi kartı kopyalayan kolpa internet sitesi' intibası veriyor ama güvenilir bir site. Ben siparişi gecikenler duydum ama benim siparişim 3-4 gün içinde elimdeydi. Kitap çeşidi çok fazla, fiyat olarak da burada bahsedeceğim siteler içinde en hesaplılarından biri. En takdir ettiğim özelliği kimisi yalan yanlış olsa da bolca okuyucu yorumu içermesi ve çoğu kitabın ilk 10 sayfasının erişilebilir olması. Bu özellikler insana neredeyse gerçek bir kitapçıda kitabı inceliyormuş hissi veriyor, karar vermeyi kolaylaştırıyor. Kargo çeşitli firmalarla gönderilebiliyor. 5-6 lira arası bir bedeli var.

Promosyonlar: Kitaplara yorum yazarak, alışveriş yaparak ve siteyi tavsiye ederek  puan toplayıp katologdaki kitaplardan birini alabiliyorsunuz. Yalnız hediye kitapların onay süreci çok uzun sürebiliyor, hatta peşine düşmezseniz kaynayabilir. Bazı kitap ve eşantiyonları alınca veya sipariş bedeli 75 tl'yi geçince kargo bedava.

Bir de şöyle bir durum olmuş: Kitapyurdu'nun Emeği Yok Sayması Dilerim yolunuz müşteri hizmetlerine düşmez. Benzer şeyleri ben de yaşadım; o yüzden ben bu yazıya inanıyorum.

Aralık 2013 güncellemesi: Puanlarla alınabilecek ödüllerde artık eskisi gibi romanlar yok. Neredeyse liste tamamen eşantiyonlardan oluşuyor. Puanlarınızla kargo bedelini ödeyen çek alabiliyorsunuz.

İdefix Türkiye'de internetten kitap satma işini geliştirip yerleştiren İdefix oldu sanırım. 2009'da buradan farklı seferlerde 8 kitap almışım. Kargo 2-3 işgünü içinde elime geçti. Kullananlardan kargonun hala hızlı olduğunu duydum. Arayüzü yenilenmiş daha da güzel olmuş, özellikle arama motorunu beğendim. Kitap çeşitliliği de güzel. Uzun süredir buradan alışveriş yapmamamın sebebi fiyatları: diğer sitelerden 1-2 tl mutlaka daha yüksek burda fiyatlar. Kargo ücreti 5,5 tl civarında ve ancak 150 tl (!) tutarında alışverişle bedava kargo hizmeti var. Kısaca fiyat ve kargo konusunda daha makul olsalar iyi olur. 

Öte yandan klasikler, set kitaplar, belirli yayınevleri gibi kategorilerde bazen müthiş indirimler yapıyorlar. Sanal kitap fuarını hem fikir olarak hem de uygulama olarak çok beğendim. Söyleşi, imza günü gibi etkinlikleri de duyuruyorlar, yıl sonunda en iyileri seçiyorlar, Sabit Fikir'de bir sürü tanıtım, kritik... kısaca parayı verip kitabı aldığınız bir kitap bakkalından fazlası olma çabasını takdir ediyorum.

Aralık 2013 güncellemesi: İdefix'in sanal kitap fuarı aralık ayında oluyormuş. İki yıldır iş yerindeki örgütleyip bir sürü kitap aldırıyorum. Bu yıl İdefix, D&R bünyesine katıldı. Bir süredir de kargoların geç ulaşmasından dolayı şikayetler duyuyorum.


İnternetten de Satan Kitapçılar

Ama neden İngilizce?
D&R Şu sıralar açık ara farkla favorim. Birincisi kitaplar ucuz. Hatta manasız şekilde etiket fiyatı 20 tl olan kitapları 3-4 tl'ye bile satıyorlar. Son dönemde buradan 2 sefer sipariş verdim. Siparişlerimden ilki 2 günde elime geçti. İkincisi ise 3 postada gönderildi sırasıyla teslim süreleri 3 gün, 4 gün ve 8 gün. Yalnız yılbaşı olduğu, temin ettiklerini bekletmeden gönderdikleri ve son postada gönderilen bir belgesel dvd'si olduğu için (çok satılmadığından zor bulunmuş olması normal) onları affettim. Öte yandan kitaplardan birinde bir sayfanın kenarı yırtık çıktı. yazılı kısma denk gelmediği için değiştirmeye üşendim. (Ama bir hoşnutsuzluk da oldu ne yalan söyleyeyim.) 25 tl üzeri alışverişe kargo bedava. Çok makul bir sınır olduğu için ben iki siparişimde de kargo parası ödemedim. Zaten ödeseniz de 3,5 tl. Bu açıdan da avantajlı.

Kitap skalası biraz sınırlı. Popüler kitaplar var ama referans kitaplar (ders kitapları, akademik yayınlar vs) hemen hemen yok. Zaten D&R'ın kitapçıları da böyle bu yüzden şaşırmamak gerek ama en azından internetteki portföyü genişletebilirler. D&R kartınız varsa puan da toplayabilirsiniz ama kuruş kuruş birikiyormuş puanlar o yüzden ben uğraşmadım.

Aralık 2013 güncellemesi: D&R hala ilk tercihim. Özellikle İngilizce kitaplarının çeşitliliği ve fiyatları çok iyi. Hem yabancı hem de Türkçe ktaplarda acayip kampanyaları da oluyor. Yalnız buranın da siparişi kargoya verme süresi uzadı ve 5 güne çıktı.

Mephisto Burası İstanbul'da bir kitapçı. Bir kere sipariş verdim. O zaman almak istediğim ürünler en uygun fiyatla buradaydı. Bariz şekilde her üründe ucuz olduğunu söyleyemem (en ucuz DVD'ler burada ama); bakmakta fayda var ucuzu yakalarsanız gönül rahatlığıyla alışveriş yapabilirsiniz. Şimdi baktım da siparişi pazartesi akşamı vermişim, salı günü kargoya vermişler, perşembe de teslim almışım. Bence gayet başarılı. Kargo ücreti 4,5 tl, 75tl ve üzeri tutardaki siparişlere kargo ücretsiz.

Gazi Kitabevi Ders kitapları konusunda mutlaka bakılması gereken bir site. İki kez sipariş verdim buradan; kitabeviyle aynı şehirde olmanın verdiği avantajla ikisi siparişim de ertesi gün elimdeydi. Kargo 5 tl, ama 75 tl üzerine ücretsiz. Ders kitapları, akademik yayınlar, araştırma ve benzeri kategorilerde geniş bir ürün yelpazesi var. Kendi kitapları dışında yine akademik konulara yoğunlaşmış yayınların kitaplarında güzel indirimler var. Bu önemli çünkü en ucuz sitelerde bile akademik kitaplar %5 gibi sembolik indirimlerle satılıyor. Siparişlerle puan biriktirme sistemi var. 50tl'lik siparişimden 1,25 tl'lik puan kazanmışım ve bunu sonraki siparişimde harcamışım. Belki az ama alt/üst limit vs şartlar olmadığı için kullanmak kolay. Ben beğendim.

Uluslararası 

Amazon Burdan birkaç defa İngiltere'deyken, 2 defa da Türkiye'deyken sipariş verdim. İngiltere şartlarında indirimleriyle, alt limit olmaksızın tüm siparişleri hızlı kargoyla göndermesiyle kalbime taht kurmuştu. Türkiye'den ise burada bulamadığım İngilizce kitaplar sipariş ettim. Maalesef Türkiye Amazon'da "overseas" kategorisinde bu yüzden kargo (standard international shipping) ücreti 8$. Türkiye'de İngilzce kitap satan bir kitapçıya gitseniz klasik edebiyat dışında kitapları (özellikle referans kitaplar) zaten Amazon fiyatlarının iki katına bulabilirsiniz. Bu yüzden bana yine de hesaplı geliyor. Öngörülen teslim tarihi yaklaşık 1 ay sonra diyor ama ben siparişimi 2-3 haftada aldım. Tabi paraya kıyarsanız 4 günde de elinizde olabilir.Yakında bir İspanyolca dilbilgisi siparişi vereceğim sanırm...

Better World Books aslında bir kitapçıdan çok bir sosyal sorumluluk projesi. İnsanların ve kurumların bağışladığı kitapları satıp geliriyle de okur yazarlık projelerine destek oluyorlar. Yeni kitap da satıyorlar ama onlarda pek indirim olmadığı için ben tercih etmedim. İngilizce (ikinci el) kitap almak için ilk tercihim burası. İkinci el kitapların durumunu doğru olarak veriyorlar ve ''iyi'' dedikleri kitaplar gerçekten çok temiz. Buradan şimdiye kadar 3 seferde 8 kitap aldım, hepsinin de durumundan menunum. Üstelik iki sürekli avantajı harika: Beş ikinci el kitap 30 dolar ve bir kitap bile sipariş etseniz posta ücreti yok! Posta PTT ile 2-3 haftada ulaşıyor ama kaygınız olmasın posta elinize geçmezse paranızı sorgusuz sualsiz iade ediyorlarmış.

İkinci El

Nadir Kitap Burası sahafların üye olarak ürünlerini satışa çıkardıkları, popüler yeni kitapların da bulunabileceği bir site. Öncelikle koleksiyon parçaları, çok zor bulunacak kitaplar arayan veya yaşadığı şehirde ikinci el kitap piyasası kısıtlı olanlar için güzel düşünülmüş bir imkan. Site yalnızca aracı bu yüzden kargo parası, kitabın özellikleri, sipariş takibi gibi konularda sahafla doğrudan mesajlaşmanız gerekiyor. Her sahafın sayfasında ondan alışveriş edenlerin yorumları var. Buradan da sahafın hizmeti hakkında fikir edinebilirsiniz. Gördüğünüz gibi memnuniyetiniz sahaftan sahafa değişeceği için bir şey demiyorum ama sitenin müşteri memnuniyeti için gerekli önlemleri aldığını söyleyebilirim.

Buradan bir ders kitabı almıştım. Kargo hızlı geldi. Kargo ücretini kapıda ödedim. Kitabın durumu hanesinde "iyi" yazıyordu ama kitabın kapağında 2cm'lik bir yırtık ve kırıklar, içinde bolca karalama saçma sapan şiirler maniler filan vardı. Ben de sahafa yorum olarak, "Kitap 2 günde elime geçti ve satıcıdan sorularıma net yanıtlar aldım AMA kitap belirtildiği gibi temiz değil; her boşlukta şiirler notlar karalamalar desenler var. Kitap için orta denmeliydi." diye yazdım. Aldığım cevap fiyatından belli değil miydi, bu kadar az paraya böyle bir şey çıkacağını tahmin etmeliydin mealinden bir şeydi. (kitap emsallerine göre 2 lira ucuzdu!) Baskısı bitmiş bir ders kitabı içinse başka bir sahafa 3 kere mesaj atmama rağmen hiç cevap alamadım. Kitap çeşidi daha fazla olabilir. Bir de dikkatli olun kimi sahaflar ikinci el kitapları yenilerinden pahalıya satıyorlar! Zorda kalmadıkça buradan alış veriş edeceğimi sanmam. Zaten sahaflardan yana çok dertliyim, bunun için ayrı bir yazı lazım.


Sonuç olarak D&R şu aralar gözdem, İngilizce kitaplar için de Better World Books'tan şaşmıyorum. Önerilere de açığım.

15 Ocak 2012 Pazar

İktisadın Yumuşak Yüzü

'Eğlenerek iktisat öğrenelim; haydi biraz da bir ekonomistin gözüyle dünyaya bakalım!' temalı kitapları okudunuz, şimdi biraz ciddileşmek istiyorsunuz, gazetelerin ekonomi sayfalarını okuyorsunuz ama daha geniş bir bakış açısı, daha akademik bir çerçeve arıyorsunuz...İşte yüksek matematiğe ya da iktisadi düşünceler tarihinin derinliklerine dalmadan iktisat:

Türkiye İktisat Tarihi (Korkut Boratav)

Kitap 1908-2009 yılları arasını 9 bölüme ayırarak Türkiye ekonomisinin geçirdiği değişimleri anlatıyor. Kitabı okuyup anlamak kuvvetli bir ekonomi bilgisi gerektirmiyor. Dili o kadar yalın ki bir hikaye kitabı gibi akıp gidiyor. Yazar yeri geldikçe kimi kavramların tanımlarını ve neden önemli olduklarını belirtiyor.

Boratav'ın sol görüşle, devletçi-müdahaleci bir bakış açısıyla yazdığı kitapta gelir dağılımına ve bağımsız ekonomiye özel vurgu var. Kitabın geneli ise Türkiye'de demokrasiye giden yolu açacak burjuva devriminin tamamlanamamış oluşunun hikayesi. Bu teorik altyapı nedeniyle kişilere, iktidarlara, isimlere değil ekonomideki sınıflara (köylüler, işçiler, küçük sermaye, büyük sermaye ve uluslararası kapital) yer verilmiş. (Hatta iktidarların değişmesiyle ekonomik politikaların değişmediği zaman zaman vurgulanmış.) Keynesyen ve sol teoriler hakkında genel bir bilgi okumadan alınacak faydayı ve zevki artırabilir

100 Soruda Ekonomi El Kitabı (Sadun Aren)

Yazar Türkiye'nin özellikle Marksist iktisat alanında en önemli akademisyenlerinden. Marksist dedim diye hemen korkmayın. Maalesef ülkemizde "kızıllar, anarşikler, kominikler!" diye galeyana geliniyor oysa Marksizm kendi halinde bir iktisadi düşünce okuludur. Bu kitap hem bu okulun önemli analiz araçlarına yer veriyor hem de soru-cevap şeklinde gitmesiyle farklı kullanım imkanları sunuyor. Ben zamanında bu kitabı iktisatla doğrudan ilgili olmayan bir lisans ödevim için kullanmıştım. Yani o derece de anlaşılır bir dili var. İsterseniz baştan sona sırayla okuyabilirsiniz; isterseniz de aradan ilginizi çeken soruları seçip cevaplarını  incelersiniz. Özellikle istihdam, ki sokaktaki vatandaşı en çok ilgilendiren iktisadi kavramdır, konusunda çok doyurucu. Tek kötü yanı örneklerin 1983 yılından kalma olması. Keşke hoca dünyadan ayrılmadan güncellenseydi. 

Ekonomi Politikası: Teori ve Türkiye Uygulaması (Mahfi Eğilmez & Ercan Kumcu)

Bu kitap makroekonomi, dış ticaret ve maliye konularının "ekonomi politikası" çerçevesindeki bir karması. Yazarlar inanılmaz sade bir dil kullanmış. Kullanılan her terimin hem metin içinde hem de kitabın sonundaki mini sözlükte karşılığına yer verilmiş. Cümleler kısa ve net. 

Temel formüller ve hesaplamalar dört işlem bilgisinden fazlasını gerektirmiyor. Zaten bir çoğu basit sayısal örneklerle desteklenmiş. Hemen hemen bütün temel makroekonomik grafikler açıklanmış. Yalnız bir yerde manasız bir takım matriksler çizilmiş, gerçekten çok havalı ama kitabın genel çerçevesine ne katmış, buna ne ihtiyaç varmış ben anlamadım.

Her bölümün sonunda da sözel sorular ve kaynak önerileri verilmiş. Bu kısım gayet iyi bir yol gösterici. Bunları da konuyla ilgili yazarların daha önce yayınlanmış köşe yazıları takip ediyor. Ben bu köşe yazılarının bazılarını bölümün kendisinden daha faydalı ve ilginç buldum ancak genel olarak metin ile köşe yazıları birbirini tekrar mahiyetinde. Bana köşe yazıları biraz sayfa sayısını (ve fiyatı) artırmak için konulmuş gibi geldi. 

Kitabın arka kapağında üniversitelerde ders kitabı olarak okutulduğu yazıyor. Belki bir yardımcı kaynak olarak kullanılmış olabilir ama temel ders kitabı olmaktan çok uzak, orası net. Ama bizim işimizi rahatlıkla görür.

Şimdi ben bu kitapları da okudum, o grafikleri ben çizmek istiyorum, o denklemleri ben kurup ben çözmek istiyorum diyenler olabilir. O zaman sizi iktisadın gerçek yüzüyle tanıştırmanın zamanı geldi...Bir dahaki yazıya.

Bkz: İktisadın Gülen Yüzü
Bkz: İktisadın Gerçek Yüzü

13 Ocak 2012 Cuma

Genesis: İnsansak Ne Olmuş Yani?!

Bir "geek" olduğumdan yeni yıl hediyesi olarak kendime kitaplar aldım. Bunlardan biri de Bernard Beckett'ın Genesis adlı kitabıydı. Kitap bir distopya/bilim-kurgu.Roman hiç de kurgu olmayan günümüz şartlarında başlıyor: ABD Orta Doğu'da savaşa giriyor, ilkim değişimi ve çerve kirliliği artıyor, ülkeler/toplumlar/insanlar arasında güvensizlik had safhaya çıkıyor... Plato(!) isimli çok zengin bir iş adamı felaketi öngörüp parasını bir adaya kaydırmaya başlıyor, dünyadaki büyük savaşın sonuna kadar bu adaya yatırım yapıp kendi kendine yeten bir ülke kurmayı başarıyor, adına da Devlet (Republic!) deniyor. Adaya dış dünyadan sadece radyo dalgaları ulaşabiliyor. Savaş ve salgın hastalık tehlikesiyle karşı karşıya olan Devlet adaya yaklaşan her yabancıyı yok ediyor. Bir gün son radyo dalgası da kesiliyor. Dışarıda ne olup bittiğini bilmeyen halk artık bir zamanlar onları kurtarmış ve onlara hizmet etmiş olan Devlet'e hizmet etmeye başlıyor. Birçok distopyadaki bireyselliği kaybolmuş insanlar, baskıcı yönetim için yaşayan bir toplum, sınıflar, pozitivizmin çarpıtılması burada da ortaya çıkıyor. Ama Adam (!) adında biri sistemi atlatıyor, bir birey olarak vicdanını dinliyor ve insiyatif alıyor. Sonra bir başkahramanımız var: Anaximander. O ülkesinin tarihinden bir sınava giriyor. Uzmanlık konusu Adam ve neden oldukları. Sözlü sınav 4 saat sürüyor. Sınav bitince kitap da bitiyor.

Sonra başlıyorsunuz düşünmeye; insanı insan yapan nedir, bu özellikler en sevmediğimiz, en çok yok etmeye çaıştığımız taraflar olabilir mi, yoksa bizi diğer canlı ve cansızlardan ayıran bilincimiz midir, peki bilinç nedir, kendimiz ve toplumumuz hakkındaki algılarımız aynı zamanda sınırlarımız mı, yapabileceğimizi bilmemekle yapamamak arasındaki fark nedir, sınırlarımızı çizme hakkı kime ait, devlete mi bireyin iradesine mi yoksa doğaya mı? Tabi yine en önemli soruya geliniyor: insanı hayvandan, yapay zekadan, bitkiden ayıran nedir? Aslında gerçekten ayrı mıdır?

Eflatun'un Devlet'ini bilenler için söylüyorum; kitap sadece Plato, Republic, Aristotales gibi isimler veya devletin "filazoflar" sınıfınca yönetilmesi gibi unsurlarıyla değil şeklen de bu kitaba benzerlik gösteriyor. Kitap boyunca Anax-Sorgucular, Adam-Art/Joseph, hep sokratik bir şekilde cevaplar arıyorlar, akıl yarıştırıp fikir yürütüyorlar. Bu sade bir dille de birleşince kitaba müthiş bir akıcılık kazandırmış. Ben bir gecede bitirdim kitabı ki bu pek adetim değildir. Böyle olması iyi de oldu çünkü ne kadar ilgi çekici olaylar da olsa esas mesele yarıştırılan görüşlerde olduğu için bütünlük hiç bozulmamış oldu ve kitabın verimi arttı. 

Kitap bir sürpriz sonla bağlanıyor. 168. sayfada bu sonun bir kısmını tahmin etmiştim. Yani böyle bir şeyin geldiğini görseniz dahi bu finali daha az etkileyici yapmıyor. Sona mutlu son denemez ama 20. yüzyılın ilk yarısında yazılmış distopyalar gibi karamsarlığa, çaresizliğe bulanmış bir kitap değil. Son satırlarında vurguyu yenilemez bir virüse, hep var olan bir güce yapıyor; umut taşıyor. Genel olarak ise çokça işlenmiş bir konuyu taze bir şekilde sunmayı başarıyor.

Kitabın internetten seçtim. Seçiminin en önemli nedeni distopya merakımdı. Arka kapak yazısında 21. yüzyılın Cesur Yeni Dünya'sı denmesi tuz biber oldu. Dostum April Yayıncılık, 21. yy'ın CYD'si demişsin ama bu bildiğin kalbur üstü bir bilimkurgu! Üstelik bu iddiana kaynak gösterdiğin Amazon.com'a ben de baktım böyle bir şey göremedim; onun yerine çok daha mütevazı "2009 Nisan ayının en iyisi" ünvanını vermiş. Ne güzel iri puntolarla neredeyse (!) yazım hatasız bir baskı yapmışsın, hoş kapak tasarımı (orjinali kadar değil ama olsun) çeviri de birkaç cümle dışında gayet başarılı, neden bu gençlik bilimkurgusunu çağımızın klasiği diye iteliyorsun? Daha 11 yılı geçmiş olan bir yüzyılı ipotek altına almasan ben daha çok seveceğim kitabı...yine beğendim yani düşün!

Son olarak da yazar hakkında iki satır döşemek istiyorum. Beckett, Yeni Zellandalı bir lise hocası, gençlik kitapları yazıyor (bu kitap da o kategoride ama yetişkinlere de hitap ediyor) yazarın resmi internet sitesine göre bu kitabı DNA mutasyonları konulu bir araştırmaya katılırken yazmış. Yazar belki insansak ne olmuş yani siye sormuş ama ben "Peki bizim neden böyle lise hocalarımız olmadı?!" diye sormak istiyorum. Neden?


 
Kitabın tanıtım videosu


8 Ocak 2012 Pazar

Pembe Kitaplar

Benim depresyon ilacı olarak kullandığım ve gerçekten acı çekmiyorsam elimi sürmediğim kitaplar bunlar. Katiyen bu gruba para da harcamıyorum - oysa kitap sözkonusu olunca bonkör sayılırım. Şimdi bazı özelliklerini sayınca hangi kitaplardan bahsettiğimi anlayacaksınız.

* Kitap kapağı canlı renklerdedir. Puntolar süslü, kapak resmi sevimli ve konuyla doğrudan ilgilidir. Mutlaka yaldız kullanılmıştır.
* Tanıtım yazılarında bu kitabın best-seller olduğu vuruglanır, bu kitabı genelde x gazetesi, y dergisi veya z bilmemnesi best-seller seçmiştir. Sözkonusu seçicilerin best-seller olup olmadığı önemli değildir. Bunun yanı sıra mutlaka kendimizden bir şeyler bulacağımız iddia edilir. Bu kitaplar sevginin ve ...'nın müthiş öyküsüdür.
* Ana konu aşktır, baş kahraman kadındır. Konunun "hayat" ya da başka bir naif konu olduğu iddia edilebilir; ama mutlaka olaylar gönül ilişkileri etrafında döner. Bu yüzden sahnede bir de erkek vardır ama o yancıdır. Olaylar başkadının/kadınların tarafından aktarılır.
* Bu romanlarda bir takım zorlukların aşılması gerekir. Bunlar genelde insan ilişkileriyle ilgilidir (aile, sevgili, iş arkadaşları) az da olsa hafif sağlık problemleri (genelde ikinci planda) de olabilir. Zorluklar asla ciddi sağlık problemlerini, suçu, toplum baskısını, işsizliği, doğal afetleri içermez.
* Sonları mutludur. Kahramanımız hedefine ulaşır. (Genelde aşkı bulur.)

Diyebilirsiniz ki "Hani okumuyordun, böyle maddeler döktürecek kadar bilgiyi nerden edindin?". Bunun için 3 kitap okumam yetti. (Pembe kitaplara burun kıvırmamın bir nedeni de 3 kitapla türlerinin ortak özelliklerini böyle sayıp dökebilmem olabilir.) İşte o 3 kitap ve 3 depresyon halim.

İtalyanca Aşk Başkadır - Meave Binchy

Pembe kitapların en meşhuru! Kafamı boşaltmak istediğim bir dönemdi, en yakın arkadaşıma ne kadar bunaldığımı ve çaresizliğimi anlatmak için "Artık İtalyanca Aşk Başkadır filan okumak istiyorum" dedim. (O zamanlar o popülerdi.) Birkaç hafta sonra doğum günümde o da bana bu kitabı gönderdi. Bence kitabın en değerli kısmı onun yazdığı not. Bunun dışında kabaca konu kırgın kalplerin rehabilitasyon amaçlı İtalyanca öğrenmeye başlaması ve İtalya'ya gitmeyi hedeflemesi, sonrasında ver elini buluşan kalpler, dayanışma, dostluk, neşeli anlar. Kitap kesinlikle benim okuma amacım açısından hedefine ulaştı. Kalınca da bir kitaptı böylece kürü tamamlamama yetti. Arada "O paraya nasıl İrlanda-İtalya uçak bileti aldınız? Birkaç ayda dilek-şart kiplerini nasıl söktünüz?" gibi şeyler aklıma takıldı tabi ama o benim suçum. Ayrıca arka kapak yazısından: "son beş kitabı en çok satanlar listesine girdi."!

The Ex-wife's Survival Guide - Debby Holt

Bu kitabı okuduğumda tez bitirme ve iş bulma stresi altındaydım. Kütüphanedeki "BookCrossing" rafından aldım. Sonra da Amsterdam'da bir bankın üstüne bıraktım. Başlık konuyu yeterince özetliyor; kocası tarafından aldatılıp terk edilmiş bir kadının yeniden sahalara dönme serüveni. O zamanlar siteye şöyle bir yorum yazmışım: "i got it 2 or 3 weeks ago...little left to be finished.
full of cliches, funny thoguh.
good to kill time... " (yazım hatasına dokunmadım:)) Kitap Türkçeye de çevrilmiş. Hem buradaki hem de Türkçe baskısındaki kapak yukarıdaki kriterlerime gayet uyuyor bence.

Evlenmek İstiyorum Ne Olur Terk Et Beni - Olivia Goldsmith

Bu kitabı yukardaki kitaptan 2-3 ay sonra okudum. Yeni mezunun işsizlikle imtihanı gerçekten zordu. Kitabı bir internet sitesi promosyon olarak gönderdi. 30 yaşına gelip evlenememiş ve bu yüzden sıkıntıda olan kahramanımız güçlü ve özgür bir kadın (nasıl hepsi bir arada oluyor demeyin). En iyi arkadaşı da nişanlısından ayrılıyor; evlenebilmek için de çareyi her gönül eğlendiği kadın terk edilir edilmez evlenen bir yakışıklıda arıyor. Esas kız tabiki buna karşı...Sonunu tahmin ettiniz değil mi? Gay çift çok eğlenceliydi ama; güldüm okurken. 

Üç kitap demiştim ama bir de çoook eskilerden pembe kitap katagorisine girebilecek, hatta pembe kitapların atası sayılabilecek bir kitapla karşılaştım. Çirkin Bir Genç Kızdım - Annemarie Selinko (1973) Bu kitabı orta okulda okumuştum sanırım. Size elime geçen her kitabı okuyabileceğimi söylemiştim! Çirkin denilerek dışlanan bir kızın Yeşil Çam filmlerindeki gibi bir kuğuya dönüşmesi, platonik aşkını elde etmesi ama adamın bir gün kadını makyajsız görmesi üzerine kadını terk etmesi ve bir şeyler daha; ama sonu mutlu son. Arka kapak yazısında "...genç kızlar bu romanda kendi yaşantılarının bir parçasını bulacaktır." diyor. (!?) Bu kitaba da para vermedim, annemin kitabıydı. O da kitabı neden hala elden çıkarmadığına şaşırmıştı.

Şu aralar yine iş arıyorum... Hayat biraz daha üstüme gelirse bir Küçük Mucizeler Dükkanı patlatabilirim!

5 Ocak 2012 Perşembe

Aslında Tarihi Roman İyi Fikir

Şu tarih mevzusuna bir girdim, çıkamadım... Bu sefer bugünkü kitapçı ziyaretimde "Bu ne renk cümbüşü böyle!?" diye yanaştığım stantta gördüğüm envai çeşit "Osmanlı" romanları neden oldu. Adettir bir Türk klasiği dizi olur hemen kitaplar arka arkaya baskıya girer, bir dönem dizisi çekilir derhal o dönemle ilgili kitaplar moda olur. Hatta şaşırtıcı şekilde hemen yeni yazılmış kitaplar ortaya çıkar. Özellikle Ecevit'in ölümünden sonra onlarca Ecevit kitabının raflara çıkmasını şaşkınlık içinde izlemiş, buna akıl erdirememiştim.

Şimdi de aynı şey malum dizi nedeniyle Osmanlı haremi konusunda yaşanıyor. Henüz bu kitaplardan hiçbirini okumadım. Aslında tarihi sevmesem de (bkz: Tarihi Sevmem) tarihi romanları severim ancak bahsettiğim kitaplarda beni iten bir şey var. Dizisi çok tuttu bu konuda ne yazsak satar diyerek yazılmış olmasından korkuyorum. Absürd bir örnek vereyim; eğer kitabın bir yerinde kahramanlardan birinin salçalı patlıcan yediği geçerse ben oraya takılır kalırım, daha da okuyamam. Beteri tarihi planın olabildiğince sönük tutularak aşk-entrika romanı yazılması ihtimali. İyi bir aşk romanı bile olsa ben aman Osmanlı aman padişah diye havaya giriyorum; iki tane Farsça kökenli kelime, birkaç da Osmanlıca saray terimiyle tatmin olmam. Diyebilirsiniz ki "Amma mesele ettin, dene gör altı üstü bir kitap!". Cesaret edemiyorum çünkü o kapak tasarımları (dekolteli kızlar, süslü puntolar, yaldızlı baskılar!) o iddialı arka kapak yazıları beni korkutuyor. Ucuz tatil kitaplarına benziyorlar. Elimde değil.

Boleyn Kızı filminde kullanılan
kostümlerden biri
Oysa Philippa Gregory'nin Boleyn Kızı öyle miydi? 2007 yılının yazında Datça'nın esintili el değmemiş koylarında denizin rengini bile görmeden bu kitabı okuyordum. Beni misafir edenler alınma noktasına gelmişti. Yemeden içmeden, konuşmadan yüzmeden okumuştum. Hatta yatarak okumak zor diye güneşlenememiş; oturmuştum. Kitabın anlatımdaki ve kurgudaki başarısının yanında, sonraki aylarda sık sık İngiliz kraliyet tarihini araştırmama vesile olmuş güçlü tarihi planının da bunda etkisi oldu. Sanıyorum yazarın eğitiminin bir yansımasıydı bu. (Gregory 18. yy. edebiyatı üzerine doktoralı, tarih eğitimi almış bir kişiymiş) Sonraki araştırmalarımda romanın kurgu amacıyla ana tarihi olayları değiştirmemiş olduğunu takdirle gördüm. Örneğin önemli konuşmalardaki sözler gerçekten tarihte kayıtlı olduğu şekliyle kitapta yer almıştı. Bu kitap Londra ziyaretlerime de tat kattı. London Tower'da Anne Boleyn nerede kaldı diye dört döndüm, Webminister Abbey'de ise Jane Saymour'a kötü kötü baktım.

Gregory kadar takdir ettiğim bir başka yazar da Amin Maalouf. Maalouf'un Işık Bahçeleri'ni ve Semerkant'ını okudum. Okuduğum edebi gücü en yüksek tarihi romanlardı diyebilirim. Tarihi arka plan kesinlikle güçlüydü. Bunun sağlanması için bol yan karakterler ile dönemin siyasi ve ekonomik ortamının betimlemelere yer verilmiş. Bunun biraz tempoyu düşürdüğünü itiraf edebilirim, ama kesinlikle sıkıcı değil! Ben Semerkant'ı biraz daha çok sevmiştim sanırım.

Ve Diğerleri...

Troia Surların Ardında - Clemence McLaren: Troya hikayesinin feminist versiyonu. Akıcı bir dil. Özenli bir baskı. (Ama tabi ki birkaç yazım hatası yok değil.)
Spartacus - Arthur Koestler: Çok sürükleyici, aynı zamanda gerçekçiydi. Zaten tarihi roman tabi gerçekçi olacak demeyin; bu antik dönemin olaylarına tanrıçalar, kehanetler, büyücüler filan karıştığı için bu isyanın böyle hayatta kalma ve iktidar mücadelesi olarak anlatılması hoşuma gitti. Güneş Devleti'nin bir ütopya değil bir destansı başarısızlık olması da önemli.
Fedailerin Kalesi Alamut - Wladimir Bartol: Her şeyden önce konusu çok enteresan: Hasan Sabbah ve Haşhaşiler. Kurgusu o kadar güçlü ki sanki tarih kitapları bu romana göre yazılmış gibi geldi. Yan karakterler de çok sağlamdı.