31 Mayıs 2012 Perşembe

Almanak


"ALMANAK a. (orta ç. lat. almanach; ar. el-manah; gelecek yıl anlamında Süryanice l-manay'dan). Yılda bir yayımlanan ve ve her türden bilimsel ve pratik bilgiler veren takvimli kitap." Büyük Larousse, cilt 1, sy. 410

Bilinen ilk örneği olan, 15. yüzyıl sonunda basılan le Calendrier des Bergers'ten başlayarak almanaklar halkın severek okuduğu temel kültür kaynağıydı. 19. yüzyıla kadar kültür ve bilgi edinme alanındaki tekelini sürdürdü. Bu dönemden sonra okulların yaygınlaşması, kitap dağıtımının gelişmesiyle temel kaynak olmaktan çıktı ama önemini hiç yitirmedi. 

Türkiye'de ilk almanak örnekleri 19. yüzyıl sonunda Ebüzziya Tevfik'in yayımladığı Takvim-i Ebüzziya ve Takvim-i nisâ adlı takvimlerdir. Şüphesiz daha sonra da  birçok önemli almanak yayınlanmıştır. Günümüzde en önemlisi değil belki ama benim aklıma ilk gelen NTV Almanak (Türkiyeden ve dünyadan fotoğraflarla bir yıl).

Girizgâh sanırım almanağın ne denli mühim bir kültür hizmeti olduğunu açıklamıştır. NTV 2011 Almanak'ı okuyunca sadece önemli değil son derece keyifli bir hizmet olduğunu da anladım.

Kitap büyük boy resimler ve köşelerindeki kısa açıklamalardan oluşuyor. Her biri bir haberi özetliyor. Tarihler 2010 Aralık ayından başlıyor. Tahminimce yıl başını saran alışveriş çılgınlığından pay kapmak için almanak Aralıkta baskıya giriyor ve her seferinde o yılın aralık ayında yaşananlar bir sonraki yılın almanağına kalıyor. Ben tüm senenin aynı kitapta olmasını tercih ederdim.

2012'in ortasına geldiğimiz şu günlerde bir buçuk sene öncesine gitmek değişik bir his. Almanakta ne kadar çeşitlilik olsun diye yer verilmiş hayvan ve doğa olayı haberleri olsa da birçoğu önemli. Mesela ÖSYM'de şifre skandalı, Japonya'daki büyük deprem, sayısız kadına karşı şiddet vakası, Tahrir Meydanı'ndaki gösteriler, Kütahya'da çöken siyanür setleri, Radko Mladiç'in yakalanması, FC Barcelona, News of the World gazetesinin telekulak skandalı ve kapanışı, Deniz Feneri davasında tutuklama talep eden savcıların HSYK'ya sevk edilmesi, Güney Sudan'ın bağımsızlığı, ABD'nin kredi notunun AA+'ya indirilmesi, MİT-PKK görüşmesi, Dersim özrü ve tabii ki N.Ç. davasından çıkan utanılacak sonuç...

Keyifli demiştim ama şimdi kendimce önemlileri gözden geçirip yazarken içim karardı. ÖSYM skandalı, siyanür setleri, Deniz Feneri davası ve yüz binlerce (abartı yok) şiddet mağduru kadının hali ne oldu? Neden medyada bunlar yer bulamıyor? Bu meseleler nasıl unutuldu?

İşte unutulmaması gerekenlerin zamanın sularında tamamen kaybolup gitmemesi için almanak büyük hizmet; okuyunuz efendim.

Akdeniz'in 300 günü güneşli kenti, MARSILYA



Annecy'den sonra direksiyonumuzu Güney Fransa'ya yani Provence-Alpes-Côte d'Azur bölgesine çevirdik. Akdeniz'in 300 günü güneşli şehri, Marsilya’ydı bu sefer hedefimiz…

Kimi zaman yağmurlu kimi zaman güneşli yolculuk boyunca (kullandıgımız yolun adı Autoroute du Soleil  - Günes yolu idi), güneye doğru ilerledikçe tanıdık ve bir o kadar da görülmesi gereken yerler birer birer tabelalarda kendini gösteriyordu; Grenoble, Orange, Avignon... Hatta bir ara tamamen taş evlerden oluşan kücük bir yerleşim dikkatimizi çekti, o kadar ki dönüş yolunda uğranmalıydı. Sonradan öğrendik ki burası Mornas'mış. 

YAZININ DEVAMINI okumak icin TIK TIK TIK»

27 Mayıs 2012 Pazar

Endüstriyel Roman

Durun, hemen edebiyatın ticarileşmesi, satış rakamlarının kalitenin önüne geçmesi falan gelmesin aklınıza. (Tabi aslında konunun onunla da ilgisi var ama çok uzaktan*.) "Ne olacak bu İngiltere'nin hali?" (Condition of England) romanları olarak da bilinen endüstriyel romanlar, Viktorya dönemi edebiyatının parçası, sosyal roman türünün bir alt dalı. 19. yüzyılda sanayi devriminin getirdiği sarsıcı değişimin ağır sosyal ve ekonomik etkilerini işleyen ve çalışan sınıfın sıkıntılarını yansıtan bu romanların en önemli örneklerinden biri de Dickens'ın Hard Times romanı. Yalnız Hard Times dahil, endüstriyel (sanayi) romanların savunulanın aksine çalışan kesimin sıkıntılarını değil, yeni düzende aristokrasinin yeri ve sorunları üzerine yoğunlaştığı da eleştirilerden biri. David Lodge'un Nice Work adlı romanı ise bu türün çağdaş temsilcisi. 

Hard Times (Zor Günler) - Charles Dickens

Dickens hayattayken okuyucularından büyük ilgi görmüş, çağımızın değimiyle üst üste "best-seller"lar patlatmış bir yazar. O günler de şimdikinden pek farklı değilmiş ki belki de popülaritesi yüzünden eleştirmenden ve edebiyat çevrelerinden pek takdir görmemiş; edebiyatçılar ona burun kıvırmış. Dickens'ın o günlerden bugünlere, hem okuyucu sayısını katlayarak hem de yoğun edebi övgülere mazhar olarak klasik mertebesine ulaşmasını ustalık dönemi romanlarına bağlayabiliriz. Hard Times, işte Dickens'ın o ustalık eserlerinden biri. Dickens meşhur alaycılığının ve tasvirlerinin en yetkin örneklerini sunuyor bu romanında. Bu romanı ustalık eseri - ve ciddi sanat çalışması - sınıfına sokan sade onun üslubunun ustalığı değil, aynı zamanda yüksek dozlu sosyal eleştirisi.**

Roman, Dickens'ın da yaşadığı 19. yüzyılın ilk yarısında, İngiltere'nin sanayi devriminin dişlileri arasında yeniden şekillenip şekillenirken de derin acıların çekildiği dönemde geçiyor. Mekansa yazarın Hard Times'ı yazmadan önce ziyaret ettiği Preston'dan esinlenerek yarattığı duman, kömür tozu ve beton kaplı, hayali Coketown. Çağın (ve günümüzün) faydacı zihniyeti özellikle de insanı insan yapan ve mutlu eden unsurları nasıl yok saydığı sert şekilde gözler önüne serilip, vahşi bir mizahla yerden yere vuruluyor. 

Kitap üç bölümden oluşuyor: ekim (sowing), hasat (reaping), depolama (garnering). Bu bölümler anlaşılacağı üzere romanın giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini teşkil ediyor. Ekim bölümünde Bay Gradgrid'le tanışıyoruz. Şehrin önemli adamlarından, sadece akla itimat eden, gerçeklerden (facts!) ve matematiğin kesin sonuçlarından başkasını şiddetle reddeden, işlevsel olmayan her türlü heves ve zevki hor gören, soruları değil tek ve kesin cevapları önemseyen, hem okulundakileri hem de kendi çocuklarını bu disiplinle yetiştiren bir adam. Onun çok saygı duyduğu arkadaşı Bay Bounderby ise gençliği fakirlik içinde geçmiş fakat sonra Coketown'da bir banka, fabrikalar ve mülkler edinmiş, incelikten ve empatiden yoksun, kendini beğenmişliğin doruklarında, Grangrid'in faydacı zihniyetini aynen benimseyen bir sermaye sahibi. Lousia ve Tom, Bay Grangrid'in demir yumruğu altında eğitilmiş çocukları...

Öte yanda, sevdiği kadınla burjuvaların hukuku yüzünden kavuşamayan ve önyargılarla hırpalanan emekçi Stephen Blackpool, zengin bir aileden gelme havai ve zevk adamı James Harthouse, sosyal sınıf takıntılı, geçmişte yaşayan, sinsi Bayan Sparsit, bir sirkte fakirlikle büyümüş, istatistikleri değilse de empatiyi, sevgiyi ve hayal kurmayı öğrenmiş Sissy... Romanın büyüsünü bozmadan burada bırakıyor, faydacı sistemin ne hallere düştüğünü ve zenginlerin adaletinin iki yüzlülüğünü görmek için sizi kitabı okumaya davet ediyorum.

Bu noktaya kadar birçok İngilizce kelime kullanmam ukalalığımdan değil, kitabın İngilizcesini okumuş olmamdan. Benim için tam bir sınama (challenge?:)) oldu ve Dickens'ın ince betimlemelerinden ve karakterlerin diyaloglarda hayat bulmasından müthiş zevk aldım. Adım Yayınları'ndan çıkan çevirinin birkaç bölümünü okudum ve aynı tadı alamadığımı gördüm. Bu yüzden okuyabilenlere İngilizce metni yeğlemelerini tavsiye ediyorum. Israr edemiyorum çünkü orta derece İngilizce bilenlere bildiğini unutturacak "she don't mind", "four and fourty year of age" gibi kullanımlar ve "Thou'rt not fearfo' " gibi yazımlar var. Yalnız vurgulamadan edemeyeceğim eğer kitabı Türkçe okur ve anlamaz/zevk almazsanız üzülmeyin, nedeni çeviridir bunu bilin.


Nice Work (İyi İş) - David Lodge


Bir edebiyat profesörü roman yazarsa nasıl olur? Çok şahane oluyormuş. Yukarıdaki tarifimden endüstriyel romanı nedir anlamadıysanız bu kitaptan anlayabilirsiniz. Hatta edebiyatla ve teorisiyle ilgili birçok bilgiyi de bulabilirsiniz.

İki baş rolümüz var. Victor Wilcox, bir fabrikanın genel müdürü. Pazar ekonomisi kafasıyla düşünmeye alışmış, her şeyi verim hesabıyla değerlendiren, sürekli "bunun parası kimden çıkıyor?" diye düşünen, çalışmaktan başka hobisi olmayan, çalışarak çocukluğunu zorluklarından şimdiki lüks bir hayatına ulaşmış, üç çocuk babası bir adam. Robyn Penrose ise bir İngiliz edebiyatı doktoru. İş bulmakta zorluk çeken, üniversitelerin bütçelerinin hükumet tarafından kesintiye uğratılmasıyla iş bulmakta müthiş zorluk çeken ve geçici bir okutmanlık görevinde çalışan, 19. yy. endüstriyel romanı üzerine uzmanlaşmış, kızıl saçlı, uzun boylu, özgür, feminist, sol eğilimli biraz da pasaklı... (Belki Robyn daha çekici geliyordur ama ben kitap boyunca Vic'e sempati duydum. Ayrıca isimlerin açıklaması için buradan.)

Kahramanlarımız Sanayi Yılı etkinlikleri kapsamında uygulamaya konan ve üniversiteler ile sanayi arasındaki anlayışı geliştirmeyi hedefleyen bir "gölge programı" vesilesiyle bir araya geliyor. Haftanın bir günü Robyn, Victor'u gölge gibi takip ediyor. Kaçınılmaz olarak tartışmaya, birbirlerinin işine burunlarını sokmaya ve çekişmeye başlıyorlar.

Kitabın ilk bölümü karakterlerin ikinci bölüm ise ortamın (fabrika ve üniversitenin) tanıtılmasıyla geçiyor. Sonraki üç bölüm ise eğlenceli ve sürprizlerle dolu. Final bölümü olan altıncı bölümün öncekilerden tek farkı daha da çok sürpriz barındırması.

Sürpriz dedim ama müthiş bir kurgu beklemeyin. Olaylar iki dünya/iki insan arasındaki farkları, etkileşimi ve sonunda geçirdikleri değişimi göstermek amacıyla bir taban olarak kullanılmış. Hatta finalin çarçabuk toparlanmış görüntüsü vermesi, Charles'ın geçirdiği ani ve bence manasız değişim ve finalde her şeyin yağdan kıl çeker gibi çözümlenmesi, kurgu bakımından beni tatmin etmedi.

Öte yandan, kitabın gücü karakterlerinde saklı. Onlarla birlikte eğlenip, onlarla birlikte geriliyorsunuz. Diyalogların da bunda katkısı büyük. İnce bir mizah var. Tasvirleri ayrıca beğendim. Uzun betimlemelere dayanamayanlar için müthiş. Tam dozunda ve kritik detaylar hem okuma temponuzu bozmuyor hem de anında mekânların ve insanların gözünüzde canlanmasını sağlıyor.

Hem bu mizah ve tasvir gücünü hem de karakterleri besleyen gözlem yeteneğini detaylarda görmek mümkün. Mesela hangimiz duşa girerken suyun soğumaması için sifonun çekilmemesini istemeyiz veya hangimiz sabahın köründe uyansak da yataktan çıkmayıp kafamızda düşünceler uçuşurken alarmın çalmasını beklemeyiz?

Kitabın Ayrıntı Yayınları'ndan basılma Türkçesinin de olduğunu belirteyim. Ama ona hiç bakamadım, çeviri nasıldır bilemiyorum. Yalnız genel olrak Ayrıntı bu işte iyidir gibi bir kanım var.

Son olarak da şunu söylemeliyim; kitaptaki karakterlerin yaptıklarını tasvip edersiniz veya etmezsiniz ama  Robyn gibi bir karakteri yaratan ve cinsel özgürlüğün böyle yansıtıldığı bir kitabın 80'lerin başında  İngiltere'de yazılmış olması ama Türkiye'de hala ataerkil, muhafazakar klişelerle dolu kitapların yazıldığını görmek düşündürücü.

Sözün özü iki kitabı da öneriyorum; yakın aralıkla okunmalarını daha çok öneriyorum. Ekonomi, sosyoloji, siyaset bilimi gibi alanlarla uğraşanlara iki kat öneriyorum. Öneriyorum, öneriyorum...




* Konunun en başına dönmek gerekirse evet çağımızın hızlı tüketim edebiyatı ile tüm bunların iki bağlantısı var. Birincisi bu romanlar da anlatılan kapitalizm kitapları tüketim malı formuna sokan kapitalizmle aynı. İkincisi günümüzde satış rakamlarını artırmak için, reklam yapılması, kitapların seriler halinde basılması, tutulan bir romanın devamının yazılması gibi uygulamaları icat eden ve ilk uygulayan da Dickens'tır.


** Hard Times aynı zamanda bol bölümlü romanlarıyla tanınan Dickens'ın en kısa romanı :)


*** Nice Work'ün 249. sayfasında "collection" yerine "collecton" yazılması beni hayal krıklığına uğrattı. Penguin de bunu yapıyorsa kimseye kızmaya hakkım yok!

22 Mayıs 2012 Salı

Hayatın Anlamını Anlatanlar

Hayatın anlamı kitaplarda mı gizli? İki açıdan da bu mümkün; kimileri için kitaplar hayatın anlamı olabilir, kimi kitaplar da hayatın sırrını verebilir. İlk anda aklıma gelenler: Martı Jonathan Livingstone, Ölü Ozanlar Derneği, Simyacı, Yüreğinin Götürdüğü Yere Git...

Martı Jonathan Livingston - Richard Bach

"...kendin olma, gerçek kimliğini bulma özgürlüğüne sahipsin, burada ve şu anda ve hiçbir şey engelleyemez seni. "
Jonathan Livingston adlı martının sürüden ayrılma, farklı ve kendisi olma serüveni. Jonathan'ın üyesi olduğu martı sürüsündekiler uçmayı sadece hayatta kalmak için bir araç olarak görmektedir. Jonathan'a göreyse uçmak kendi içinde bir hedeftir. Daha hızlı, daha yüksek ve daha estetik uçmak için içinde bastırılamaz bir arzu duyar. İçinden gelen sesle sürüsünün onu eleştiren, küçümseyen, aşağılayan, dışlayan sesi sürekli çarpışmaktadır. 

Martı Jonathan kendi olmaya çalışırken, bunun için risk alıp çok çalışırken hayatın anlamını da bulur. Kimileri bu uzun öyküyü çocukça bulabilir. Çocuklar ve gençler için ufuk genişletici olsa da bu kitap sadece onlara değil her yaştan okuyucuya seslenir. Çünkü insanın parçası olduğu sistemden kopup özgür ve kendisi olmak, hayatının anlamını bulup onu yaşamak istemesi her yaşta karşılaşabileceği bir sınavdır. 

Ölü Ozanlar Derneği - N. H. Kleinbaum
"Şimdi bu adamlar çiçeklere gübre oldular ama eğer dikkatle dinlerseniz size fısıldadıklarını duyarsınız. Hadi yaklaşın. Dinleyin, duyuyor musunuz? Carpe, carpe diem. Yaşadığınız günü kavrayın çocuklar."
Kitaplardan filme aktarılan pek çok eser vardır ama Ölü Ozanlar Derneği gibi filmden kitaplaştırılan azdır. Ölü Ozanlar Derneği işte bu akışı tersine çevirecek denli etkileyici ve esin vericidir. Nasıl ki kitaplardan filmlere aktarılan eserlerin metin halleri daha yetkin bulunuyorsa, burada da rahatlıkla filmin, üslup açısından zayıf olan kitaba göre çok daha etkileyici olduğu söylenebilir. 

Kitap -ve film- saygın ve disiplinli Welton Akademisi'nin yeni eğitim dönemi açılış töreniyle başlar. Yeni dönem, kimse bilmese de, öğretim kadrosuna o yıl katışmış olan İngilizce öğretmeni Keating'in etkisiyle dramatik olaylara gebedir.

Öğrencilerin aileleri saygın, zengin ve güçlü; Welton ise disiplinli, katı ve prestijlidir. Bu şartlar mükemmel gibi görünse de gençlerin mutlu olmak, hayatlarının amacını bulup onu gerçekleştirmek için daha çok ihtiyaç duydukları şeyler eksiktir. Öğrenciler, ailelerinin beklentileri, çevrelerinin anlayışsızlığı ve okulun yoğun ve katı temposu içinde esir gibidirler. Özgürlüğe ulaşmalarını sağlayacak anlayış, cesaret ve esini Keating'de ve edebiyatta bulurlar. 

Keating de Welton mezunudur ve zamanında onun da üyesi olduğu bir şiir kulübüne, Ölü Ozanlar Derneği'ne, öğrencilerce tekrar hayat verilmesi herkesin hayatında sarsıcı değişimlere yol açar. Bize de birçoklarının hayat düsturu olarak bellediği bir deyişi bırakır: Carpe diem.



Simyacı - Paulo Coelho

"Ve tıpkı daha önce simyacının da söylediği gibi mutluluğun, çölün küçük bir kum tanesinde bulunabileceğini söyledi. Çünkü bir kum tanesi Yaratılış'ın bir anıdır ve Evren onu yaratmak için milyonlarca yıl uğraşmıştır."
Simyacı çok satanların çok satanı, çok okunanların en çok okunanı olabilir. İlk yayımlandığından (1988) bu yana asla baskıdan kalmayan, 70'ten fazla dile çevrilmiş ve 160 ülkede 65 milyondan fazla kopya satmış olan bu kitabın sırrı herhalde hayatın anlamına ve amacına ilişkin göndermelerinden saklıdır.

Santiago eğitimli ve maceracı bir çobandır. Bir rüya görür ve sürüsünü satıp rüyasının peşinden bir hazine bulmaya Mısır yollarına düşer.

Kitap boyunca birden fazla hayat dersi çıkarılabilir. Santiago'nun yanında bir yıl çalıştığı billuriyeci için hayatın amacı varmak, yapmak değil, o amaç için çalışmak, beklemek, yolda olmaktır. Santiago'da kitabın sonunda ağlayarak bir kum tanesinin bile tüm çöl kadar büyük ve değerli olduğunu anlar. Rehberler, falcılar değil ama dinlemeyi öğrendiği yüreğinin sesi onu hazineye götürür ama zaten yüreğini duyabilmesi başlı başına bir kazançtır.

Yüreğinin Götürdüğü Yere Git - Susanna Tamaro

"... önünde pek çok yol açılıp sen hangisini seçeceğini bilemediğin zaman, herhangi birine, öylece girme, otur ve bekle. Dünyaya geldiğin gün nasıl güvenli ve derin derin soluk aldıysan, öyle soluk al, hiçbir şeyin senin dikkatini dağıtmasına izin verme, bekle ve gene bekle. Dur, sessizce dur ve yüreğini dinle. Seninle konuştuğu zaman kalk ve yüreğinin götürdüğü yere git."
Kitap, bir büyük annenin (Olga) okumak için çok uzaklara giden torununa yazdığı ve hiç göndermediği mektuplardan oluşur. Mektuplarında kendisini ve kızını anlatır. Yazdıkları bir tür iç dökme ve hesaplaşmadır; pişmanlıklar, tecrübeler, mutluluklar... Yılların sonunda damıttığı hayat öğüdü her adımında yüreğinin sesini dinlemesidir. Ona göre insanın en önemli sorumluluğu kendine karşı olandır; torunu sonra pişman olmamak için şimdi cesaretle arzularının peşinden gitmelidir.

Kitaptaki olay örgüsü sarsıcı, sürükleyici veya etkileyici gelmeyebilir. Zira olaylar hayatla ilgili bir takım fikirlerin aktarılması için araç olarak kullanılmıştır. Zaten mektuplar arasında olayların akışı da sık sık düşünceler ve başka konularla kesilir. Belki benim gibi anlatımı da fazla dramatik hatta travmatik bulanlar olabilir. Yine de okumaya değer.


Kitaplardan hayatla ilgili tüm sorularımızı cevaplamasını beklemek elbette naiflik. Ama sadece yukarıdakiler değil, okuduğumuz her kitap cevaplara doğru bir parmak ileri taşımıyor mu bizi?

18 Mayıs 2012 Cuma

Zahle - Lübnan







Zahle Bekaa vadisi tarafında bulunan şirin bir kasaba. En önemli özelliği ise gürül gürül akan bir dere boyunca kurulmuş restorantlar. Biz yemeğimizi bunlardan biri olan en sonda solda olan yerde yedik (İsmini tam olarak hatırlamıyorum ne yazık ki. Adı arapça enteresan ve karışık bir isimdi). Menü maalesef ingilizce değildi bildik yemeklerin yanısıra kurbağa bacağı vs. gibi enteresan seçenekler vardı. Biz pek risk almamak adına patates kızartması tavuk vs. gibi şeyler sipariş ettik. Burada değişik olan şeylerden biri de yemek öncesi masaya gelen buzlu iç bakla'ydı (bizde buzlu badem var onlarda bakla). Burada tatlı sunumu da ilginçti. Yemeğinizi bir masada yedikten sonra (5.resimde göreceğiniz gibi) tatlı ve meyve yemek için başka bir masaya geçiyorsunuz. Tatlılar ise Beyruttan farklı tatlardı. İncir, armut, ceviz, turunçgil kabuğu ve portakal tatlısı vardı. Çilekler ise yıkanmamış geliyordu ve masaya getirilen buzlu suda kendiniz yıkıyorsunuz. (Burada Beyruttan farklı olmayan tek şey meyve sunumu. Tepeleme meyve geliyor masaya her yerde olduğu gibi. Lübnan'da meyve çok ucuz ve bol olduğu için en çok tüketilen şeylerden biri de meyve). Yemek sonrası ise bir görevli masa masa dolaşıp mırra'ya benzeyen bir tür kahve servisi yapıyor (ilk fotoğrafta görebilirsiniz).

Corniche - Beyrut







Corniche bölgesi Beyrut'un sahil kesimi. Sahil boyunca lüks apartmanların yanı sıra oteller ve beach clublar da yer alıyor bu bölgede (Beyrut'un denizi pis olduğu için denize girmek pek mümkün olmasa da bu clubların hepsinde büyük yüzme havuzları var). Gündüzleri spor yapan yaşlı genç bir çok Beyrut'lunun uğrak yeri olan Corniche; geceleri de özellikle gençlerin gözde turlama mekanlarından biri. (Bu arada 4. resimde görebileceğiniz bir çeşit simit satıcıları da bulunuyor burada)

Byblos Çarşısı - Lübnan




Byblos çarşısı yapı ititbariyle biraz Amasra çarşısını andırıyor. Çarşıda el yapımı birçok hediyelik eşyanın yanı sıra Byblos antik kentinden çıkarılan eserlerin replikaları da bulunuyor...

17 Mayıs 2012 Perşembe

Byblos - Lübnan







Byblos Lübnan'ın deniz kenarı şehirlerinden biri. Bana biraz Bodrum'u biraz da eski Foça'yı andırdı havası. Byblos da lüks restorantların, otellerin ve spa merkezlerinin yanısıra Fenike dönemine ait önemli harabe ve kalıntılara da ev sahipliği yapan önemli şehirlerden biri. Şehrin tarihi 7000 yıl önceye kadar gidiyor. İlk ismi Gubla (yada Gebal) olan şehir yunan hakimiyeti ile Byblos adını almış. Şehir Mısırlıların kontrolü altındayken önemli bir ticaret ve liman şehriymiş. Lübnan için hala çok önemli olan Sedir ağaçlarının ticareti gemilerle buradan yapılıyormuş. Ayrıca bu ağaçlar Mısır piramitlerinin yapımı için de kullanılmış. Ayrıca günümüz alfabesinin temeli olan lineer alfabeyi de Byblos'lular bulmuş.
Günümüzde ise Byblos tarihi dokusunu hala korusa da benim anladığım ve gördüğüm kadarıyla daha çok sosyetenin gözde mekanı olmuş. Daha çok hıristiyan nüfusun çoğunlukta olduğu Byblos'ta gezdiğimiz gün arka arkaya iki tane kilise nikahına da şahit olduk. Yemeğimizi Locanda restorant da yedikten sonra çarşısından biraz alışveriş yapıp, Beyruta döndük fakat Byblosta aklım kalmadı desem yalan olur...
Bu arada sahilde bulunan Chez Pepe isimli restorant da Lübnan'ın eski şaşaalı günlerinde birçok Hollywood starını da konuk etmiş bir mekan...

Downtown - Beyrut


Downtown bölgesine akşam geç saatlerde gittiğimiz için çok fazla gezme fırsatımız olmadı. Bir cafe'de oturup, kahve içtik ve "Bread Pudding" denilen tatlıdan yedik.  Hıristiyan halkın çoğunlukta olduğu bölgede bulunan alışveriş merkezinde ve cadde üzerinde bulunan mağazalarda dünyaca ünlü Hermes, Elie Saab, Boss vs. gibi markaların mağazaları bulunuyor. Kahve içtiğimiz cafe de bölgenin yapısına uygun olarak biraz pahalıydı. Fakat modern yapısını, sokaklardaki heykellerini ve ünlü mağazaları görmek için gidilmesi gereken yerlerden biri downtown...

Cafe Hamra - Beyrut


Cafe Hamra adından da anlaşılacağı gibi Hamra caddesi üzerinde bir cafe. Keyifli bir bahçesi, güzel yemekleri ve güzel nargileleri var. Akşamları biraz kalabalık olsa da gün içinde kafa dinlemek, nargile içmek için keyifli bir mekan. Cafe Hamra'da kahvaltı da bulabilirsiniz.

06 Plakalı Kitaplar

Ankara'da doğdum, büyüdüm, okudum, çalıştım... Severim Ankara'yı. Başka yer bilmediğimden sanmayın. Çok şehir gezdim, Türkiye hariç üç ayrı memlekette yaşadım ama dönüp dolaşıp Ankara'ya geldim. Yalnız fark ettim ki Ankara hakkında pek okumamışım. Ankara Kitap Fuarı'ndan aldığım beş kitaptan dördünü bir şekilde Ankaralı kitaplardan seçerek bu açığı kapatmaya çalıştım. İşte onların bazılarından notlar...

Burası Ankara - Kurthan Fişek

Kurthan Fişek bir Ankara fanatiği! Burası Ankara da onun Hürriyet Ankara ekine yazdığı köşe yazılarının bir derlemesi. Yazılarda her şey var; Ankara'nın tarihi, hayvanları, ninnileri, üniversiteleri, mahalleri, insanları... en çok da siyaseti. Ankara söz konusu olunca siyasetten, siyasetçilerden bahsetmemek olmuyor galiba. Hele kendisi de bir siyaset profesörü olan, siyasi aktivizmi nedeniyle çok badireler atlatmış bir üstat için böyle bir şey düşünülemez. Ama siyaset dedim diye hemen yüzünüzü asmayın. Kurthan Hoca'nın dilinden ve anılarından Ankara siyaseti basbayağı eğlenceli, ilgi çekici. İnanmazsanız şunu okuyun:
"Gazeteye haber geldi. 'Ecevitlerin efsanevi kedileri kayıp...' Herkes kötüyü düşünür. Herkes seferber oldu. Birileri mi kaçırdı, birileri mi zehirledi? Ara da bulasın! Ecevit familyasının kedileri nihayet bulundu. Kapı komşusu Alpaslan Türkeş'in bahçesine iltica etmişlermiş meğerse... Orada daha iyi besleniyorlarmış... Kedilerden, kurtlardan al haberi... Genel seçimlerdeki oy kaymalarının, sapmalarının haberini al kedilerden!"

Ben özellikle ODTÜ ve Mülkiye hakkındakiler ile "bir anım" veya "hayal ürünü" diyerek kaleme aldığı hiciv dolu yazıları pek beğendim. Bu beğenim sadece Kurthan Hoca'nın kişisel özellikleri ve kitabın konusundan kaynaklanmıyor. Kitapta, yoğun bir mizah ve kinaye, en kasvetli konularda bile insanı neşelendiren bir hava var. Bakın:
"'Burası Ankara'nın Hayvanları' diye iki bölümlük yazı yazmıştım. Ankara'da en çok bulunan hayvanın inek olduğunu, sonra sırayla katır, eşek gibi mahlûkatın geldiğini anlatıyordum. 
Yakın siyasi büroklatik çevremden sürekli aradılar: "Benden ne zaman bahsedeceksin? Haberim oldun, birkaç bin tane alıp seçmenlerime dağıtayım..."
Kendilerine zor anlattım. "Bu politik yazı değildir. Ankara'nın sahici hayvanlarından söz ediyorum. Sonradan olmalarından değil...""
"Harbiye-Mülkiye ikilemi ilginçtir. Olağandışı rejimler oldu mu, Fakülte Profesörler Kurulu'nun yarısı bakan olur, yarısı hapse girer.
Demokrasiye dönüldü mü, yarısı eksi görevine, hocalığa döner, mapus yatanlar "üst bürokrat" olur. İlişkinin esası hoşgörüdür, işbölümüdür."
Yalnız ODTÜ'lüler için şu söyledikleri hem doğru hem üzücü: "Kimimiz profesör oldu. Kimimiz devlet büyüğü... Kimimiz mevta..." 

Burası Ankara, çok görmüş geçirmiş, hayat dolu, şakacı ve azcık sivri dilli, babacan bir büyük amcayla sohbet etmek gibi. Hem bilge hem sıcak.

Başka Kent Ankara - Feridun Büyükyıldız

Burası Ankara, Ankara üzerine keyifli bir sohbet. Ankara'yı öğreneceğiniz, resimlerle referanslarla ilginç bilgilere dalacağınız kültür ve tarih turu ise Feridun Büyükyıldız'ın Başka Kent Ankara'sı.

Büyükyıldız Ankara âşığı, meşhur Milli Kütüphane'nin kütüphanecilerinden. Anlaşılan bu iki unsur (Ankara sevgisi ve kitap ile arşivlerle tanışıklık) birleşince ortaya bu harika kitap çıkmış.

Kitap, antik çağdan başlayıp 1960'lara uzanan bir dönemde, Ankara'nın tarihi, kültürü, toplumu ve yaşayışı hakkında ilginç bilgiler sunan yaklaşık üçer sayfalık yazılardan oluşuyor. Yazıları destekleyen bol fotoğraf ve gazete kupürü var. Anlatım bazen aynı anlama gelen cümlelerin tekrarlanması nedeniyle zedelense de akıcı ve açık. Sayfalar su gibi akıp geçiyor. Bu kısacık hazineyi okuyup bitirdiğinizde tadı damağınızda kalıyor. Dileyen kitabın sonundaki kaynakçadan istifadeyle okumalarına devam edebilir. Gerçekten kitabın kaynakçası kendi başına bir değer.

Ankara'ya "memur şehri, gri, sıkıcı" diyenler de okumalı. Zira bu kitap "gri ve yavan Ankara" kalıbının, yeni devletle bütünleşecek tarafsız ve geçmişsiz bir kent yaratma amacının bir dayatması olduğu yönündeki fikrimi kuvvetlendirdi.

Ama hepsinden öte, 1940'larda belediye otobüsüne arkadan binilip önden inildiğini, Ankara'dan nasıl yüzme şampiyonlarının çıktığını, İsrail'deki Ankara gününü, Gençler Birliği'nin nasıl kurulduğunu, son Anadolu parsının akibetini, üzerine Ankara Cinayeti isimli bir roman da yazılmış olan esrarengiz cinayeti, Çankaya Köşkü'nün ilk sahiplerini, Ankara'nın İncil'deki yerini, ve başka bir sürü enteresan konuyu bulacak, eğlenerek bilgi dağarcığınızı genişleteceksiniz. Ağzınıza bir parmak bal çalarak bu kitap hakkındaki sözümü bitireyim:
"Garson Süreyya, 1942 yılına gelindiğinde Kızılay'da ünlü Süreyya Gazinosu'nu açmıştır. 1963 yılına kadar hizmet vermeye devam eden Süreyya Gazinosu, Sezen Aksu'yu solist olarak ağırlamış, ünlü sanatçının "Minik Serçe" isminin kadınlar matinesinde Ankaralı hanımefendiler tarafından verilmesine vesile olmuştur."
Eğlenecek ve şaşıracaksınız dedim ama belki biraz da benim gibi sahip çıkılmayan kültür ve tarih mirasını okudukça üzüleceksiniz.

Kadın Öykülerinde Ankara - Efnan Dervişoğlu (Hazırlayan)

Bu kitabı hiç aklımda yokken aldım. İki şey beni bu kitaba çekti. Bir, seçkiye katılan yazarlar; Adalet Ağaoğlu, İnci Aral, Fürûzan, Nazlı Eray, Sevgi Soysal... ve Ankaralı diğer kadın yazarlar. İki, Ankara ve kadın gibi iki ilgilendiğim unsurun yan yana gelmesi.

Öykülerin hemen hepsinde başkahraman kadın, yazarlar zaten kadın. Konularda ise dikkatimi çeken edebiyatın en popüler konularından "aşk" mevzusunun çok az işlenmiş olması. İstanbul aşkın Ankara sevginin/arkadaşlığın şehridir derler. Sanki bunu ispat edercesine yirmi iki öyküden sadece ikisinde aşk konu edilirken diğer öykülerde insan ilişkileri, siyasi olaylar, şehir hayatı, bireysel meseleler işleniyor. Bunlar arasında bir denge olsa da Ankara deyince siyaset ve özellikle darbe dönemlerindeki baskı ve işkence ön planda. Yalnız nasıl aşk teması aşırı kullanılmaktan yıprandıysa Ankara için de siyaset ve işkence konularının aynı durumda olduğunu düşünüyorum.

Kitabı hazırlayan Dervişoğlu'nun önsözüne göre 13 öykü bu seçkiye özel yazılmış, 9 öykü ise yukarıda isimlerini saydığım meşhur yazarların evvelen yayımlanmış öykülerinden seçilmiş. Bu dokuz öykü neden yazarlarını bu denli isim yaptığını kanıtlar gibi kitabın genelinden ayrışıyor. Aral ve Firuzan'ın hikâyeleri beklentimi pek karşılamasa da Suzan Samancı'nın Radyodaki Ankara'sı tüm kitap içindeki favorim oldu.  Ağaoğlu'nun Üç Dakikası'nı ve Eray'ın Karanfil Gece Kursu'nu da çok beğendim. Soysal'ın Zulmet Sevinci adlı öyküsü birkaç paragrafla nasıl bir karakter (Polis Zafer) yaratılır dersi. Kitaba özel yazılan öyküler ise daha sıradan. Özellikle İç Deniz, Ankaralı Olmak, Lapa Lapa Kar Yağıyor gibi bazı öyküler biraz zorlama ve yavan. Bu ikinci gruptan favorim ise Sevgi Özel'in Bizim Kasaba adlı öyküsü.

Bence sipariş üzerine yazılan öykülerden 5-6 tanesi kitap dışı bırakılmış olsaydı çıta yükselebilir; çok daha tat veren, daha kısa ve daha çarpıcı bir kitap yayımlanabilirdi. Kitabın kapağını da beğenmediğimi söylemek zorundayım. Bu da kitaptaki bazı öyküler gibi yavan ve sıradan. Yine de okuduğuma memnunum. Böyle temalı seçkilerin benim gibi belirli konularda okumak isteyen okuyucular ve o konudaki edebi birikimi görmek isteyenler için önemli olduğunu düşünüyorum.


Bu yazıyı yazarken Ayvalık yazısındaki gibi şehir fotoğrafları koysam mı diye düşündüm. Tam bu sırada buradaki yazıyı gördüm, kitaplarda bahsi geçen çoğu mekânı içeren fotoğraflarını pek beğendim.


"Bir de Ankaralı bir roman söyle bari de tam olsun" diyorsanız yukarıdaki kitaptan hemen önce okuduğum İnci Aral'ın Şarkını Söylediğin Zaman'ını önerebilirim. Sonra Yüzleri Arayan Adam, Bir Süre Yere Paralel Gittikten Sonra, Ankara Mon Amour... O kadar çok ki 06 Plakalı Romanları yakında üç bölüm halinde  yazacağım. Az sabır :)

Not: Hala Ankara'da geçen romanları yazamadım ama bunu yazdım: DumAnkara: Hayat Bir Yangındı

13 Mayıs 2012 Pazar

Turistin Yol Arkadaşı Rehberler

Mayıs ayının ortasına geldik. Havalar ısındı, okulların kapanmasına yaklaşık bir ay var. Tatili en çok özlediğimiz, en çok planladığımız dönemdeyiz. Ben de bunu bir turistin can yoldaşı, en iyi arkadaşı, rehberleri tanıtmayı fırsat bildim.

DK EYEWITNESS

Rehber denince benim ilk tercihim DK Eyewitness'tır. Neden böyle çevrilmiş bilmem ama Görsel Gezi Rehberi (Dost Kitabevi) adıyla Türkçesi de var. Ben şimdiye kadar cep boylarını ve şehir rehberlerini kullandım. 

DK Eyewitness Pocket
Eye Witness cep haritası ve rehberi
DK Eyewitness'ın şehir rehberi olarak iki çeşidini bulmak mümkün. Bunlardan daha ufak olanı resimde gördüğünüz "Cep Harita ve Rehberi". Bu rehberler yaklaşık  15cm x 7cm boyutunda incecik her cebe, her çantaya girecek ebattalar ve bunları taşımak çok kolay. Yaklaşık 80 sayfa var. İçinde bölge bölge görülecek yerler, buralar hakkında 3-4 cümlelik bilgiler, bölgedeki başlıca restoran, mağaza, kafe ve barların adresleri gibi bilgileri bulmak mümkün. Ayrıca kitapçığın sonunda ikişer sayfalık ulaşım (toplu taşıma, araç kullanma şartları, yaklaşık maliyetler, bilgi ofisi) ve "hayatta kalma" (para konuları, sağlık-güvenlik, iletişim) rehberi  bölümleri ile indeks var.

Küçücük rehberin içinden çıkan haritalar...
Yandaki resimde gördüğünüz üzere rehberlerde şehirler, büyük şehir rehberlerinde de olduğu gibi, yedi bölgeye ayrılmış ve hepsine  ayrı bir renk verilmiş. Rehberin arkasında da kitapçığa yapışık büyükçe bir şehir haritası yer alıyor. Burada da bölgeler rehberdeki renklere göre farklı renklerle belirtilmiş. Bu özellik bilmediğiniz ve deniz, nehir gibi su ögesi bulundurmayan bir şehirde o kadar işinize yarıyor ki inanamazsınız.

Ben bu rehberleri, 1-2 günlük geziler için ideal buluyorum. Hem haritası gayet güzel hem de içindeki bilgiler bir-iki günlük bir gezide nerelere ve nasıl gidebileceğiniz konusunda yeterli. Hafif ve diğer rehberlere göre ucuz. Yalnız şunu belirtmek gerek 2 günden fazla sürecek bir gezide bu rehber tat vermez. Çünkü bu rehberler gelişmiş şehir planı ve ulaşım-adresler konusunda bir referans görevi görür ama şehrin günlük hayatı, dili, kültürü, tarihi hakkında bilgi vermez.

Türkçeleri var mı bilmiyorum zira benim Türkiye'den aldıklarım da İngilizce'ydi.


DK Eyewitness Travel

DK Eye Witness Şehir Rehberi
İşte benim favori rehberim! İçinde aradığınız her şey, hatta daha fazlası var. Önce kabaca içindekilerden bahsedeyim. Kitap dört ana bölümden oluşuyor: giriş (şehrin tarihi, kültürü, genel bakış, harita hakkında bilgi), şehrin bölgeleri, gezginin ihtiyaçları (otel, restoran, alışveriş, eğlence), hayatta kalma rehberi (sarı sayfalar, iletişi, yerel ve uluslararası ulaşım, para, sağlık, güvenlik, indeks) Kısaca yok, yok.

Bu rehberin aşağıdaki rehberden farkı kuşe sayfalarının renkli fotoğraflar, illüstrasyonlar ve sokak lambasını gösteren detaydaki krokilerle dolu. 400 sayfadan fazla olan rehberi sadece okuyarak bile bir şehri gezmiş gibi olabilirsiniz. İçinde o kadar "her şey var" ki bir bilgede hangi müzeye nasıl gidileceğinden sonra orada özellikle hangi eserlerin görülmesi gerektiğine ve o eserler hakkında kısa bilgilere bile ulaşabilirsiniz. Ayrıca Lonely Planet'taki gibi tavsiye edilen gezi güzergahları,  günübirlik geziler ve iki veya dört günlük örnek gezi programları da bulabilirsiniz. Kısaca bu rehberi aldıktan sonra kolay kolay başka bir rehberliğe (rehberli tur, audio rehber, müze kitapçığı vs.) ihtiyaç duymazsınız. 

Cildi çok sağlam, gönül rahatlığıyla kullanabilirsiniz. Haritaları çok detaylı. Rehberin şehrin bölümleri kısmındaki krokiler hariç son kısımda 24 sayfa haritaya ayrılmış. Sokak ve meydan listesiyle birlikte aradığınız yeri bulamamanız imkânsız. 

Peki, hiç mi kötü özelliği yok? Birincisi her şeyin bir fiyat var. Dost Kitabevi'nden Görsel Gezi Rehberi adıyla çıkan baskısı 30 liradan fazla, daha güncel olması nedeniyle tercih edebileceğiniz İngilizceleri ise 43 lira civarında. İkincisi +400 kuşe sayfa bayağı ağır. 22 cm x 12,5 cm boyutlarında. Son olarak haritaların detaylı olabilmesi için sayfalara bölünmesi kullanımı kimileri için zorlaştırabilir. Bu ağır kitabı haritası için sürekli elde taşımak da yorucu. Yalnız son baskılarında aşağıdaki gibi çıkarılabilir tek parça haritalar eklenmiş. Güzel olmuş.

(Fotoğraftaki harita rehbere ait değil, o zaten gerçek bir harita da değil. Londra Barlarını Gezme Yarışının krokisi. Hala düzenleniyorsa katılın, çok eğlenceliydi.)


LONELY PLANET

Lonely Planet City Guide, Berlittz Travelers ve Maestro Tequila Reposado
Özellikle de sık gezenler arasında bir fenomen varsa, o Lonely Planet rehberleridir. Yapısı kabaca şöyle: genel bilgiler, tarih-kültür, bölge bölge rehber, alışveriş, yemek, içme, gece hayatı, sanat-spor, barınma, şehir yakınlarında günübirlik gidilebilecek yerler, ulaşım... Rehberler onlarca gezginin gidip bizzat yerinde görüp edindikleri bilgilerle oluşturuluyor ve sürekli güncelleniyor. İnanılmaz detay var. Diyelim ki şehir rehberi aldınız. Örneğimizdeki gibi Meksiko olsun. San Angel semtinde bir kitapçı ya da kuru temizlemeci bulmanız gerekti. Rehberde verilen adrese giderseniz o dükkanı yerinde bulursunuz. Şehir rehberinin içinde fotoğrafta arka tarafta gördüğünüz harita da var, ve harita çok net ve kullanışlı. Kullanışlı çünkü haritayı kitaptan ayırıp elinize alabilirsiniz, DK Eye Witness'ta ise o ağır ve kalın kitabın sayfalarını açık tutmaya çalışarak yürümeniz gerek.

Lonely Planet tam bir rehber Eyewitness'ta olduğu gibi gezilecek görülecek yerler hakkında bilgiden nasıl para çekilir, hastalanınca nereye gitmek gerekir gibi soruların cevaplarına, önemli telefonlardan, kroki ve haritalara, gezi güzergahlarından her şeyi bulmak mümkün. DK Eye Witness'tan daha özet olduğunu da tekrar belirteyim. Diğer farkı ise siyah-beyaz olması ve çok çok daha az resim barındırması. Bu durum Lonely Planet şehir rehberinin daha hafif ve ince olmasına yaramış. Öte yandan da ilgi çekiciliğini azaltmış. Ayrıca belki de daha ince olduğundan sıradan bir cilt yeterli diye düşünülmüş. Fakat fotoğraftan da dikkat ederseniz anlayacağınız üzere hor kullanmasam da (tamam 6 ay kullanmış olabilirim ama her gün elime almadım) benim rehberimin kapağı ile içi birbirinden ayrıldı. Eye Witness'ın cildi ise çok daha sağlam.

Kısaca Lonely Planet bir bölgeyi ziyaret ederken gereken tüm bilgileri, derli toplu ve anlaşılır şekilde bulabileceğiniz, kültür ve tarih hakkında da güzel bilgiler veren, hafif, pratik, uzun süreli kullanımda cildi dağılmaya müsait bir rehber.

CARTOVILLE

Cartoville Harita-Rehber, daha ziyade harita.
(Evet Amy'yi ölmeden konserine gidebildim :))
Cartoville yukarıda uzun uzun anlattığım DK Eyewitness Pocket'ın yerini tutabilecek başka bir pratik rehber. Yine konu şehir büyük semtlerine göre bölümlere ayrılıyor. Bölümlere geçmeden önce ilk dört sayfa şehir haritasına genel bir bakış ve genel bilgilerle tahsisli. Bu sayfalardan sonra dikkat etmeniz gereken "Aa bu sayfaların üstü kesilmemiş, dur şunu ayırayım" dememek. Yoksa ilk bölgenin haritasını ortadan ikiye yırtmış olursunuz çünkü o sayfalar fotoğrafta görüldüğü gibi açılıyor. Sayfanın kapalı halinde görünen yüzünde başlıca restoranlar, kafeler ve mağazaların adresleri ile 2-3 cümlelik tanıtımları bulunuyor. sayfayı resimdeki gibi açtığınızda da son derece kolay okunan semt haritası ve üzerinde işaretli gezi yerlerinin adresleri, ziyaret saatleri ve 3-4 cümlelik açıklamaları var. Her semte böyle bir büyük sayfa ayrılmış. Kitapçığın sonunda da ulaşım ve otel bilgileri yer alıyor. Otel, restoran, mağaza gibi işletmeler pahalıdan ucuza doğru sıralanmış.

DK Eyewitness Pocket ile Cartoville'i karşılaştırmam gerekirse: Otel bilgileri Eye Witness'ta yok ama zaten kim bu küçük rehberlere bakarak kalacak yer seçiyor ki? Cartoville biraz daha ağır ve biraz daha büyük. Öte yandan haritaları da bölüm bölüm sunulduğu için daha büyük ve anlaşılır. Eğer harita okumakta zorluk çekiyorsanız en rahat edeceğiniz Cartoville rehberdir. Öte yandan şehir parça parça semtler halinde haritalandığından semtler arasında kalan bölgelerde iki sayfa birden kullanmak gerekiyor ve geniş açıdan bakmak zorlaşıyor. Bir de Cartoville Türkçe ama DK Eye Witness Pocket İngilizce. Sonuç olarak; bir şehri ara sokakları dahil gezecekseniz Cartoville, nereye gidilir, nasıl gidilir diye bakıp ana caddelerden yürüyecekseniz DK Eyewitness.

Berlitz Travel ve özellikle Rough Guide diğer önemli rehberler. Bunları hiç kullanmadığım için yorum yapmıyorum - ama yine de Lonely Planet ve DK Eye Witness iyidir, iyi :)

VE DİĞERLERİ...


Promosyon Rehberler

Ücretsiz temin edilebilen rehberler
Paket program turlara katılmayıp yanınıza sırt çantanızı ve rehberinizi alıp gezmenin en güzel yanı, istediğiniz gibi, istediğiniz kadar, istediğiniz yeri gezmeniz. Eğer kalkar da turizm acentelerinin favori mekânı olmayan Liverpool'a gidip "Evet, The Beatles'tan başka neyiniz var? Mesela müzikholler, gurme restoranlar filan..." derseniz bir rehbere ihtiyacınız olur ve bulamazsınız. Kitapçılarda rehberini bulamadığınız şehirlerin rehberlerini temin etmenin 3 yolu vardır:

1. Oteller: Eğer 5-4 yıldızlı bir otelde kalıyorsanız odanızda büyük ihtimalle içinde bol reklam olsa da kullanabileceğiniz - hatta bazen para verip aldıklarınızdan daha güzel - bir rehber vardır. Yoksa zaten otel resepsiyonundan bir şehir haritası alıp sonra görevlileri saatlerce soru yağmuruna tutsanız hakkınızdır.
2. Internet siteleri: Şehir belediyelerinin veya turizm bakanlıklarının tanıtım sayfalarında güzel bilgiler bulabilirsiniz. Avrupa Kültür Başkenti, Dünya Atletizm Şampiyonası, Geleneksel Peynir Festivali gibi bir etkinliğe ev sahipliği yapıyorsa etkinliğe özel şehir rehberleri vardır, vardığınızda turist ofisinden alabilirsiniz. 
3. Periodik Yayınlar: Zamanında Tempo, Ankara Rehberi vermiş ve bu benim bildiğim tek Ankara rehberi. Bu tip promosyonları, gezi ve seyahat dergilerinin özel sayılarını takip etmek gerek.

Gezi Yerlerinde Bulabilecekleriniz

Yerel rehber markalarına örnek: Edizioni Lozzi Roma S.A.S.
Her zaman rehberimi önceden ayarlamaya çalışırım. Özellikle yabancı memleketlerde hafta sonları çoğu dükkânın kapalı olması ciddi bir kitapçıdan yukarıda saydığım markalara ait rehberleri alma şansınızı çok düşürür, ya da saatlerinizi bir kitapçı ve gönlünüze göre bir rehber arayarak harcamak istemezsiniz. Bu durumda kalırsanız veya rehber almamayı tercih ederseniz birçok şehirde yalnız bir şehir planıyla da idare edebilirsiniz aslında, turistik mekanlardaki rehberlik hizmetleri çok gelişti çünkü. 

Nasıl bir gaflet anıma denk geldiyse (biraz da aceleye geldi galiba) Roma'ya giderken de "ayarlarız bir şeyler" havasındaydım. Böyle engin tarihi ve sayısız görülecek yeri olan şehirlerle rehbersiz baş edilemeyeceğini anladım. Daha ilk günden ilk gördüğüm büfeden en eli yüzü düzgün rehberi kaptım. Yukarıdaki rehber turistlere gerekli olacak bilgilerden ve harita-krokilerden çok görülecek yerlerin tarihi ve özellikleri hakkında detaylı bilgi veren, bol resimli ve sağlam ciltliydi.

Turistik bölgelerde böyle şeyler (harita, rehber, güneş kremi, mayo, vb) aciliyet nedeniyle alındığından kalitesiz ürünler pahalıya satılır. Bu nedenle elden geldiğince yola çıkmadan temin etmekte fayda var. Üstelik takdir edersiniz ki yurt dışında Türkçe rehber bulma şansınız (Almanya hariç) neredeyse yok. İngilizce rehberlerde de kötü tercüme gibi bir sorunla karşılaşabilirsiniz. Ürünler güvenilir olmayabileceğinden yukarıdaki markalarındaki kadar kapsamlı, doğru ve detaylı olmayabilir. Ama antik kentin kapısında bir rehber edinmek zorunda kaldıysanız, ayrıntılı ve anlaşılır haritalara mı, şehrin kültürü ve tarihi hakkında malumata mı, yoksa müzelerin açılış kapanış saatleri, ulaşım, restoran ve eczane adresleri gibi bilgilere mi ihtiyacınız olduğunu belirlemeye çalışın. Bu rehberlerden hepsini birden beklemek hiçbir işe yaramayan bir rehber almakla sonuçlanabilir. Belirlediğiniz alanda en iyi görüneni alın. En ucuzuna kaçmayın ve harita eksiğini turist ofislerinden giderebileceğinizi unutmayın. Son olarak da biraz zaman ayırıp 2-3 paragraf okuyun, dilinin anlaşılır olup olmadığını test etmeyi atlamayın. 

Benden bu kadar! İyi tatiller!!! :)

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Baalbek Tapınakları - Beyrut

















Baalbek Beyrut'a 85 km. uzaklıktaki Bekaa vadisinde. Fakat yolda birçok askeri kontrol noktasının bulunmasından dolayı yol biraz daha uzun sürüyor (askeri kontrol noktalarından dolayı pasaportlarınızın yanınızda olmasında fayda var bu arada). 

Baalbek Tarihi:
Baalbek Fenikeliler tarafından kurulmuş bir şehir. Baalbek Baal tanrısına tapanların merkezi ve Bekaa eyaletinin en büyük Fenike şehriydi. (Baalbek aynı zamanda Selahaddin Eyyubi'nin de doğduğu şehirdir.) Baalbek daha sonraları Yunanlıların işgaline uğradı. Yunanlılardan sonra da Romalıların hakimiyetine girdi ve Antonius zamanında çok gelişti.Üç tanrıya tapınan bu Fenike şehri, Helenistik dönemde Heliopolis olarak biliniyordu.Heliopolis Romalılar döneminde de dinsel işlevi korudu. Baalbek, devasa yapıları ile Roma İmparatorluk mimarisinin en güzel örneklerinden biridir. Baalbek'de üç tapınak dikkat çekicidir. 
Bunlar Jüpiter, Baküs ve Venüs tapınaklarıdır. Bunlardan en büyüğü Jüpiter tapınağıdır. Tapınağın M.S. 3. yüzyılda yapılan büyük bir giriş kapısı vardı. Kapıdan girilince önce ön avluya, sonra da büyük avluya ulaşılıyordu. Büyük avlunun eni 104,5 metre, genişliği ise 117 metredir. Avludan sonra geniş bir kapıdan girilen tapınağın 84 granit sütunu vardı. Bugün bunlardan sadece 6 tanesi ayaktadır. Diğerlerinin bir kısmı kırılmış, bir kısmı da başka yerlere götürülmüştür.
Baküs tapınağı daha iyi korunmuştur. Bu tapınağın herbiri 18 metre yükseklikte 46 sütunu hala ayaktadır. Giriş kapısının yüksekliği 12 metre, genişliği ise 7 metredir. Venüs tapınağı da onarılmış durumdadır. Zaman içinde şehre en büyük tahribatı Haçlılar vermiş. Daha sonra da Timur tarafından yağmalanmış. Osmanlı hakimiyeti sırasında da tamamen kaderine terk edilmiş. Fakat 1899'da Türkler, Almanlara burada kazı yapma izni verilmiş. 
Birinci Dünya savaşından sonra Lübnan, Fransızların eline geçmiş ve buradaki kazılara da Fransızlar devam etmişler. Daha sonra Lübnanlılar bütün kalıntıları ortaya çıkarmışlar.
Baalbek 1984 yılında UNESCO tarafından koruma altına alınmıştır.

Amatör Gezgin'in notları:
Önce biraz yollardan bahsedeyim. Baalbek Hizbullahın hüküm sürdüğü Bekaa vadisinde. Sanırım bu yüzden de yolda birçok askeri kontrol noktası var. Ama öğrendiğimize göre Hizbullah bu bölgenin halkı tarafından çok seviliyor. Örgüt yaptırdığı okul, cami ve hastanelerle bölgeyi geliştirmeye çalışıyormuş. Yol boyunca her yerde asılan posterlerde liderlerinin halkla ve çocuklarla çekilmiş fotoğrafları var. Baalbek kapısında ise Hizbullah etkisi biraz daha hissediliyor. Kapıdaki satıcılar geleneksel başörtüsü diye hizbullahın simgesi olan poşulardan satmaya çalışıyor gelen turistlere. Her neyse gelelim Baalbek'e;
Baalbek tam anlamıyla muhteşem ötesi bir yapı. Adımınızı attığınız andan itibaren kendinizi başka bir zamanda, başka bir uygarlıkta hissetmeye başlıyorsunuz. Bunun sebeplerinden biri de Baalbek'in çok iyi korunmuş olması ve yapılan kazıların ve restorasyonların büyük bir titizlikte yapılması. Burada bulanan ağırlığı 2 bin tona yaklaşan 23 metrelik yekpare taşlar ise insanı daha da şaşırtıyor. İnsan bütün yapının arkasında gizemli bir şeyler arıyor ister istemez.

Baalbek'e giriş diğer çoğu yerde olduğu gibi 12 dolar ve biletleri çıkışta görevliye veriyorsunuz. Bu yüzden çıkana kadar biletinizi atmamakta fayda var... (En üst fotoğrafta Kaiser Wilhelm'in burayı ziyareti anısına Abdülhamid tarafından yerleştirilen tabletleri görebilirsiniz. Bir de Fransız turist grubunun rehberinin anlattığına göre Bizans İmparatorluğu döneminde son imparator Jüstinyen Baalbek'deki bazı tapınakların korunması için para yardımı yapmış ama buradaki sütunlardan ve çeşitli heykellerden bazılarını Ayasofya'ya getirtmiş. )